Hicretten otuz üç yıl (bazı rivayetlerde yirmi sekiz
veya on sekiz yıl) önce Mekke’de yapılmış bir bir pakt vardı; adı hilfu’l-fudûl
idi. Mekke’de kabileler arasında zaman zaman çekişme ve çatışmalar oluyor,
ayrıca dışarıdan hac ve ticaret için şehre gelen zayıf ve güçsüz kimselere
haksızlık ve zulüm yapılıyordu. Haram aylardan zilkadede vuku bulan böyle bir
olay bu paktın kurulmasına sebep olmuştu. Rivayete göre Zübeyd kabilesinden bir
kişi umre için Yemen’den Mekke’ye gelmiş ve bir alıcı ile âdet olduğu üzere
yanında getirdiği malların pazarlığını yapmıştı. Fakat alıcı malların parasını yapılan
pazarlık üzerinden ödemek istememişti. Alıcı nüfuzlu bir kimse olan Âs b. Vâil
es-Sehmî idi. Yemenli tacir hakkını aramak üzere çeşitli teşebbüslerde bulundu
ise de muvaffak olamadı. Çaresiz kalmıştı. Bunun üzerine Ebu Kubeys tepesine
çıkıp yüksek sesle mağduriyetini dile getiren bir şiir okudu. Bu insanların
vicdanlarında rahatsızlık meydana getirdi. Hz. Peygamber’in amcası Zübeyr b.
Abdülmuttalib’in öncülüğünü yaptığı teşebbüs şehrin en yaşlı, zengin ve nüfuz
sahibi kabile reisi Abdullah b. Cüd’ân et-Teymî’nin bir toplantı yapmasını
sağladı. Toplantıda hazır bulunanlar her ne haksızlık olursa ona karşı çıkmayı
ve zulmü önlemeyi amaçlayan “hilful-fudûl = erdemliler paktı” adıyla bir
ittifak oluşturmayı kararlaştırdılar. Paktın kurucuları arasında o sırada yirmi
veya otuz beş yaşlarında bulunan sevgili peygamberimiz de vardı. Yapılan yemin
şöyleydi: “Allah’a and olsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık
yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü, ister bizden ister
yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket
edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebir dağları yerlerinde kaldığı
sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize mali yardımda
bulunacağız”. Paktı kuranlar, yaptıkları işe bir kutsiyet atfetmek üzere de ahitleşmenin
ardından Hacer-i Esved’i yıkadıkları mukaddes suyu içmişlerdi.
Tarihi kayıtlar, bu paktın kuruluş sebebi olayı
halletmenin ardından daha bir çok haksızlık ve zulmü ortadan kaldırdığını
göstermektedir. Bu paktın ihtarına muhatap olanların kimliğine baktığımızda, hepsinin
de -aldığı malın bedelini ödemeyen Übey b. Halef ve Ebu Cehil, bir hacının
kızını kapatan Nübeyh b. Haccâc gibi- nüfuzlu kişiler olduğu ibretle
görülmektedir. (Muhammed Hamidullah,
“Hilfu’l-fudûl”, DİA, XVIII, 31-32).
Ey sevgili peygamberim, ey bi’setten sonra bu ittifaktan
her vesile ile övgüyle bahseden, bu yemini kızıl tüylü bir deve sürüsüyle de
olsa asla değişmeyeceğini ve tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden
derhal icabet edeceğini söyleyen (Ahmed,
I, 190, 317) yüce hamiyet sahibi yürekli
insan, ne olur gel, sızlayan vicdanımızın çıkmayan sesini, sessiz çığlığımızı duy
da gel ve ruhaniyetinle aramıza katıl, bize önder ol. Her tarafı zulüm ve
haksızlıklar aldı, adalet hakimlerin vicdanı ile cüzdanı arasına sıkıştı kaldı,
her tarafta mafya kol gezer oldu. Nüfuzlu kimseler kanunları örümcek ağını bir
çırpıda delen sinekler gibi takmıyor, bir şekilde işin içinden çıkıyor.
Takılanlar zavallı kolu kanadı kırık olanlar. Açlıktan ekmek çalana aslan
kesilen yargıçlar, deveyi havutu ile yutanlara, büyük hortumculara bir şey
yapamıyorlar. Kümesteki tavuklar, tilkiye emanet edilir oldu. Vaktiyle bir baş
“Verdimse ben verdim” dedi. O akşam bir yorumcu “derdimi kime şikayet edeyim ki
anamı eden kadı” diye bütün millete dert yandı. Ama sonunda kim duydu kim
anladı. Herkes üç maymunları oynuyor; duymadık, görmedik, bilmiyoruz.
XIX.
asırda Develi’li Seyrani (ö. 1866) şöyle diyordu:
Eyvah
fukaranın beli büküldü
Meded
ticaretin gücüne kaldık
Eyiler
âlemden göçtü gitti
Bizler
zemanenin piçine kaldık
Rüşvet
ile yazar hâkim hücceti
Hüccet
ile alır kadı rüşveti
Halk
bilmiyor dini, şer’i sünneti
Bozuldu
sikkenin tucuna kaldık
Sene
bin iki yüz altmış beş tamam (1849 ?)
Okunur
ezanlar boş bekler imam
Seyranî
bu nutkun sonu vesselâm
İnanın
dünyanın ucuna kaldık[1]
Sen
çağdaş dünyamızda bu hilfu’l-fudullara ister sivil örgüt de, ister demokratik
tepki de… adı her ne olursa olsun, insaniyetimizle ilgili, içimizdeki
vicdanımızın sesini duymakla ilgili olarak iyiliklere destek, kötülüklere
köstek olmada ortaya çıkmamız ve gerektiğinde öncülük etmemiz, o cesareti
kendimizde göremezsek, hiç olmazsa bu tür öncü hareketlere destek olmamız
gerekmez mi? İnsani değerlerimiz birer birer elden gidiyor, kıymetlerimiz
çiğneniyor, şerefler ayaklar altına alınıyor. İnsanlar değer olarak paradan
başka bir şey bilmez hale geldiler. Ona ulaşmak için her yola girdiler, para
eden ne varsa pazara sürdüler. Bundan ırzlarımız, namuslarımız da payını aldı.
Mutlaklaştırılan ve tapınılır hale getirilen parayı kontrol altına almak için
kullanılan güç meşruiyetin de ölçütü oldu. Amerika, İsrail yaptıysa haklı;
Irak, Filistin halkı yaptıysa haksız oldu. Ne uluslararası hukuk, ne şu ne bu?
İşte böyle bir ortamda, size o hilfu’l-fudulları kurdurtan ruha ne kadar çok
ihtiyacımız var ya Rasûllah! Eğer senin kutlu soluğun bu tür oluşumlara can
vermezse, bizde o kudret hiç olmayacak Ya Rasûllah!
Ne
olur gel, yeniden aramızda ol! Aramızda ol ki hep beraber ant içelim ve diyelim
ki her ne zulüm ve haksızlık yapılırsa
hepimiz ona karşı çıkacağız, haksızlığa uğrayanın aidiyeti, dini, ırkı, ülkesi,
ülküsü ne olursa olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi
hareket edeceğiz; dünya durdukça bu yemine aykırı davranmayacağız ve her konuda
birbirimize yardımda bulunacağız, dayanışma içinde olacağız.
Gelin Rabbimizi de buna şahit tutalım. Bize güç ve
kudret vermesi, sabır ve metanetimizi artırması için O’na dua edelim.
Rabbimiz, bizi Hak’tan hakikatten ayırma!
Ayağımızı doğru yoldan kaydırma!
Eski
bir yazı idi. Kutlu Doğum vesilesiyle paylaşmak istedik.
Dua
ile!
20.04.2013
GARİBCE
herdogan38@.
YanıtlaSilGaribce'm! Bu günler de aklıma iki şey takılıyor: 1. Günün müslümanını Allah Ve Peygamberine uymak kesmiyor gibi geliyor bana. İlla ki, bir üsdat, bir âbi, bir efendi bulmak mı gerekir, ne dersiniz?
2. Dün akşam Mevlid kandili dolaysıyla, 'Muhammd'ül-Emîn' olan Efendimize inananların coğrafyasına bakıp, insanlara şöyle bir soru sorulsa: 'İnancınızın,canınızın,malınızın ve de namusunuzun güvende olduğu hangi İslam Ülkesinde (!) yaşamak istersiniz'* dense, cevap ne olabilir? Evet Üsdat, lütfen siz söyleyin, hangi ülkede yaşamak isterdiniz...?