Selam sana ey kutlu peygamber!
Selam
sana ey kul peygamber!
Ya
Rasûlallah! Hoş geldin, sefalar getirdin. Belli ki bize Rahman’dan bir nefha
olarak sevgiyle geldin, bütün âlemleri rahmete gark eyledin, ama biz bilemedik,
seni bir türlü yerine koyamadık ya Rasûlallah!
Bir
adistin seni anlatabilmek için Üç Muhammed’i yazdı. İkisi kurgu biri gerçekti.
Gerçek olan sen hangisiydin ya Rasûlallah! Bir türlü bilemedik, sezemedik,
basiret gösteremedik.
Kimimiz
seni göklere çıkardı, ayakları sağlam yere basan bir insan olman, kadrine nakisa
getirir sandık, kul peygamberliği şanına yakıştıramadık, seni severken, seni
överken aşırılığa düştük ya Rasûlallah! Öyle oldun ki artık sen dilimizde,
zihnimizde, kardeşin İsa gibi göklerdeydin, yücelerde sanki Tanrı ile birdin,
adın adıyla bir olduğu gibi sen de O’nunlaydın. “Ancak sana tapar, ancak
senden yardım dileriz” buyruğunca korunmamız gereken şirke seni yüceltmek
için düştük ya Rasûlallah!
Kimimiz
de seni sıradan bir insana, bir postacıya çevirdik ya Rasûlallah! Sanki sana
gökten bir pencere açılmamış, sanki elinde hiçbir mucize gerçekleşmemiş gibi,
her türlü fevkaladeliklerden öyle arındırdık ki, seninle aramızda bir şey
kalmadı. Her gün sabah akşam sana göklerden vahiy elçisinin geldiğini kabul
ettik, buna makabil ufak tefek şeyleri peygamberliğine yakıştıramadık. Başarını
da, başarısızlığını da hep insanilikle izah ettik, sana muzahir olan
meleklerden söz eden Kur'ân’a bile kulak vermedik.
Kimimiz
sana artık ihtiyacımızın kalmadığını söyledi, kimileri senin getirdiğin mesajı
sensiz de anlayabileceğimizi ve hatta daha da iyi anlayacağımızı söyledi, “lafzı
statik manası dinamik” edebiyatıyla, kim bilir belki de sen varken
söyleyemeyeceklerini Kur'ân’a söyletmekti niyetleri. Hele bir söylemesinde
görsündü, topla tüfekle söylettirirlerdi alim allah!
Ve
sen ey Rasûlallah! Eğer seni devreden bir çıkarabilirsek aklımızca, senin
yerine geçmemiz kolay olacaktı. Ne yazık ki, heveslerimiz kursağımızda kaldı,
çünkü senin açtığın çığır öyle belirgin, öyle güçlü idi ki ya Rasûlallah! onun
yanında diğer yollar hep silik ve sönük kalıyor, anlamsız çığlıklar halinde gök
kubbede kaybolup gidiyordu. Bu çabaların hiç biri, gök kubbede kalabilecek hoş
bir sada olamazdı ya Rasûlallah! “Emrolunduğun
gibi dosdoğru ol” doğrultusunda öyle düz bir yol çizmiştin ki senden
sonrakilere sadece o yolda yol almak kalmıştı. Yol haritası hazırdı ve
gerçekliği asırlar boyu denenmişti.
Kimimiz
senin kutlu peygamberliğini konjonktürel gördü, senin ardından her şey eski
haline dönecekti, sen yoktun ya artık, öyle ise yolun da (sünnet) yoktu ve herkes
kendi yolunu kendisi belirlemeli, bir yol tutmalıydı. Aklından zoru olan ne
kadar da hevesli varmış ya Rasûlallah! senin yerine kendini koymak için.
Olsundu
ne çıkar, nasıl olsa zaman onların üzerine sifonu çeker. Şimdiye kadar hep öyle
olmuştu ve hep öyle olacaktı. Selam sana ey kutlu peygamber. Ve senin yolunda
olanlara!
Bağışla
ya Rasûlallah! Gerçekten seni takdir edemedik. Tuttuğun yola sünnetim dedin, biz
ise sünneti yolundaki çakıl taşları zannettik, kendisini renkli oyuncaklarına
kaptırmış çocuk edasıyla onlarla oynamaya koyulduk. Öyle daldırmışız, öyle
kaptırmışız ki ya Rasûlallah! zaman geçmiş, gün akşam olmuş, biz hala oyunda
oynaştayız. Senin yolunda yol almak kim, bu akılla biz kim ya Rasûlallah!
Biliyoruz bizden nasıl iftihar edilecek bir ümmet olur. Aslında sayımızla
övünebilirsin ya Rasûlallah! Ama bırak biz hakkını verelim seninle övünmenin!
Elbet
yolundayız ya Rasûlallah! Yolunda saysak da saymasak da! Yolunda saydığımız
şundan belli ki yol boyu senin uğradığın duraklardan hiçbirine uğrayamamışız.
Senin yolunda çile vardı, biz çilek aramışız. Senin yolunda canına kastedenlere
karşı bile sevgi vardı, biz ezgi sanmışız. Senin yolunda îsar vardı, diğerkâmlık
vardı, özveri vardı, biz “Rabbenâ âtinâ”yı, “Hep Bana” diye okumuşuz. Senin
yolunda acı ve ıstırap vardı, biz acılı kebap sanmışız. Senin yolunda komşusu
aç iken uyumamak vardı, emin ol biz de uyumadık ya Rasûlallah! O kadar çok
kaçırmışız ki sabahlara dek kıvrandık durduk da gözümüze bir türlü uyku
girmedi.
Hem
sen teheccüde kalkar, aile efradını kolaçan ederdin. İnan biz de kalkıyor ve en
ufak bir atalet göstermeden tüm mahalleyi kolaçan ediyor, açık pencere bırakmıyoruz
yoklamadık, balkon bırakmıyoruz atlamadık ya Rasûlallah! Eğer bir şeyler de
alıyorsak, sırf, milî servet yastık altında durmasın, ülke ekonomisine katkı
olsun diye yapıyoruz. Sayemizde ikinci, üçüncü katlar bile hep demirlendi,
demircilere gün doğdu ya Rasûlallah! Ölüleri altın dişleriyle gömüyorlar,
olacak iş mi ya Rasûlallah!. Millî serveti nasıl göz göre göre toprak altına
bırakırlar. Eğer bizim gece mesailerimiz olmasa onlar ülke ekonomisine yeniden
nasıl katılırdı ya Rasûlallah!
Daha
ne gece mesailerimiz var ya Rasûlallah! bir bilsen! Hele bir sektör oluşturduk
ki, kendi etimizi satıyoruz, bedeliyle bacasız fabrikalar kuruyor ve buralarda
boynuzlu boynuzsuz her türlü mal üretiyoruz. Sektörümüz sayesinde her taraf
boynuzlularla doldu ve en ufak istihdam sıkıntısı çekmiyoruz. Arz o kadar büyük
ki körpe kuzu bedenlerine yönelik salyasını akıtarak kuyruk oluşturan canavar
sürülerinin taleplerini bile karşılamada en ufak bir sıkıntı çekmiyoruz. Ancak
bir kısım medyaya göre sektörde ufak bir şikayet de yok değil ama önemsiz. Rivayete
göre bazı sözde irticaî davranışların sergilendiği oluyormuş, hiç olacak şey
miymiş, hele hele böyle bir sektörde bunun yeri olur muymuş? Neymiş efendim kendini
çok iyi gizlemiş bazı dinciler kandil günleri mesai yapmıyorlarmış, dahası
bazıları da sünnetli sünnetsiz ayrımı yapıyorlarmış. Ba ba ba ba! En laik
sektöre bile sızmış adamlar. Bugün bunları yapanlar, yarın neler yapmazlar ki.
Yok abi kesinlikle bunlar takiyye yapıyorlar. Sektörümüzde pazarlamacılık
yapması hatta etini satması, bunlar hep asıl kara yüzlerini saklayabilmek için.
Avrupa Birliğine girmek için dokuz tombalak döndüğümüz çok hassas bir süreçte
nasıl olur da insanlar arasında dinsel alametler kullanılarak ayrımcılık
yapılabilir. Bunlar resmen üçyüzonikilik suç işliyorlar. Sünnetli sünnetsiz
sana ne, sen işini yap kardeşim. İşinin hakkını, kazancının vergisini ver.
İnsanın namusuyla para kazanması ve vergisini ödeyerek onu kutsallaştırması
kadar asil bir davranış olur mu? Bunun bilincinde olan sektörümüz, vergi
rekortmenleri çıkarmadı mı? O toprağı bol olasıca çalıştırdığı kerhânede yok bu
körpe kızlar müslümanmış değilmiş diye ayrımcılık yaptı mı? Sıraya giren
müşterilerini etek muayenesinden geçirdi mi? Nereden çıktı bu sapık
davranışlar! Dün bunların hiçbiri yoktu. İrtica buralara hem de bu boyuta girdiyse
girmediği yer kaldı mı?,,,
Ve
bir kısım medya bu canlarımıza saldırılarını giderek artan bir şiddetle
sürdürüyorlar ve hedef gösteriyorlar ya Rasûlallah! Canlar canlar, sizin bu
yaptıklarınıza ancak şapka çıkar. İnsan nasıl duygulanmaz ya Rasûlallah! Senin
sevgin uğruna bu insanlar ülke ekonomisini bile düşünmüyorlar, Avrupa Birliğini
tehlikeye atıyorlar. Bütün bunlar senin sevginden, senin sünnetine olan
bağlılıklarından. Namusuyla vergisini ödeyen şu canların sünnete bağlılığına bakın
ki, illa sünnetli olacak, sünnetsizse asla olmaz diyor. İnsanın gözleri
yaşarıyor.
Laf
aramızda ya Rasûlallah! Senin yolum dediğin ancak Hakk’a giderdi, Biz ta
Hakkari’ye kadar otoban yaptık, Deli Dumrul gibi geçenden kırk akçe, geçmeyenden
zorla seksen akçe aldık, ah bir bilsen neleri zulaladık, neleri alladık
pulladık. Ufaktan tırtıklama, işini bilme, yolunu bulma ayaklarından işleri
öyle kavradık ki ya Rasûlallah! Sen görsen bizi mümkün değil tanımazsın.
Olamaz, bunlar onlar olamaz dersin. Hele bir tescilli hortumlama sanatımız var,
öyle rafine öyle rafine ki milletin bacağından donunu götürüyoruz, ruhları bile
duymuyor. Yani duyurmuyoruz. “Dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz”
demiştin, tam bizlik bir söz etmiştin ya hani, biz de senin yüzünü kara
çıkarmak istemedik, bu işler bizim işimiz ya Rasûlallah! Sakın gözün arkada
kalmasın! Sanki genetik yapımız bunlara
kodlanmış. Senelerce doğruluk andı okuduk, ondan mı, yoksa bu işe biz
doğuştan yetenekliyiz ondan mı bilinmez ama, ortada bir gerçek varsa o da bizim
bu işi çok iyi yaptığımızdır.
Gerçi
bazı gerzekler çıkıyor ve “öküz olmadan göbe etmeye kalkışıyorlar” ve haliyle
tap tap düşürüyorlar ve o da ellerine yüzlerine sıçrayıp bulaşıyor. Her şeyin
bir raconu olduğunu bilemiyorlar. Ama onlar da emin olun bu işi çok geçmeden
öğreneceklerdir. Dışarıda öğrenememişlerse Medreseyi Yusufiyye ne güne duruyor,
elbette içeride de olsa onlar da yetiştirileceklerdir, bu konuda insanımız
gerçekten güven ve umut veriyor ya Rasûlallah!
Kim
demiş ülkemiz insanı dünya sıralamasında yok diye. İşgüzarlık bu ya 43 ülkenin
güven duygusu debisini ölçmek için anketler yapmışlar % 10’ların altında
birinci sırayı almış ülkemizin güzel insanları. Hem de giderek artan bir
biçimde. “Mümin, ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilendir, öyle olmayanda
hayır yoktur” buyurmuştun ya hani, seni tersinden anlamışız ve kimsenin
kimseye itimat etmediği, güven duymadığı insanların kader eliyle bir araya
tıkıştırıldığı ülke haline gelmişiz ya Rasûlallah! İki kör sarma yiyorlarmış,
biri ötekine “Neden öyle ikişer ikişer yiyorsun” demiş. “Nereden bildin?”
sorusuna da “Eee kendimdeeen!” cevabını vermiş. Kendimizin ne mal olduğunu çok
iyi biliyoruz ya Rasûlallah!
Öyle
olmuş ki “Yok abi!” diyor adam, “bu zamanda babana bile güvenmeyeceksin”.
Devletin tepesindeki bir devletlü, sözde bir yolsuzluk yaygaraları
koparıldığında “Verdimse verdim” demiş, size ne oluyor gibisinden güzel bir
paylamıştı üzerine gelenleri. Ya bu insanlar amma da saf olmalı, adam madem ki
devletlü, sen ondan daha mı iyi bileceksin ne yapacağını, nasıl götüreceğini. O
günlerde bir yorumcu gerçekten küstahlık etmiş ve o saygılı çok sayın
devletlümüz için “Kime şikayet edeyim ki anamı eden kadı” diye kendi aklınca
taşlamada bulunmuştu. Gerçekten de çok ayıp etmişti. Zira devlet anamız ise
devletlüler de elbet babamız olacaktı. Hiç babadan anaya ettiğinden sual olunur
mu? Yok devlet baba ise, ona bu kez millet olarak anamız neyini esirgesindi. Bu
insanlar kadir kıymet bilmez oldular ya Rasûlallah! İslam’ın şartı beş,
altıncısı da kişi haddini bilmek değil mi ya!
Biz
haddimizi bilemedik. Bu yazı da haddini bilen bir yazı değil zaten. Seni bu
gibi işlere bulaştırmak hadsizlik değil de ne ki ya Rasûlallah! Ama senin
büyüklüğüne sığınarak oldu işte. Selam olsun sana, saygıyla, sevgiyle ve elbet
sevginle.
08
Haziran 2002 Cumartesi Ferah/Üsküdar
Not:
Bu yazı eski bir yazı idi. Paylaşmak istedim.
Dua
ile!
19.04.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder