19 Nisan 2013 Cuma

Ve Biraz Hasbıhal Ey Kutlu Nebi! (Mizah)



Selam sana ey kutlu peygamber!

Selam sana ey kul peygamber!
Ya Rasûlallah! Hoş geldin, sefalar getirdin. Belli ki bize Rahman’dan bir nefha olarak sevgiyle geldin, bütün âlemleri rahmete gark eyledin, ama biz bilemedik, seni bir türlü yerine koyamadık ya Rasûlallah!
Bir adistin seni anlatabilmek için Üç Muhammed’i yazdı. İkisi kurgu biri gerçekti. Gerçek olan sen hangisiydin ya Rasûlallah! Bir türlü bilemedik, sezemedik, basiret gösteremedik.
Kimimiz seni göklere çıkardı, ayakları sağlam yere basan bir insan olman, kadrine nakisa getirir sandık, kul peygamberliği şanına yakıştıramadık, seni severken, seni överken aşırılığa düştük ya Rasûlallah! Öyle oldun ki artık sen dilimizde, zihnimizde, kardeşin İsa gibi göklerdeydin, yücelerde sanki Tanrı ile birdin, adın adıyla bir olduğu gibi sen de O’nunlaydın. “Ancak sana tapar, ancak senden yardım dileriz” buyruğunca korunmamız gereken şirke seni yüceltmek için düştük ya Rasûlallah!
Kimimiz de seni sıradan bir insana, bir postacıya çevirdik ya Rasûlallah! Sanki sana gökten bir pencere açılmamış, sanki elinde hiçbir mucize gerçekleşmemiş gibi, her türlü fevkaladeliklerden öyle arındırdık ki, seninle aramızda bir şey kalmadı. Her gün sabah akşam sana göklerden vahiy elçisinin geldiğini kabul ettik, buna makabil ufak tefek şeyleri peygamberliğine yakıştıramadık. Başarını da, başarısızlığını da hep insanilikle izah ettik, sana muzahir olan meleklerden söz eden Kur'ân’a bile kulak vermedik.
Kimimiz sana artık ihtiyacımızın kalmadığını söyledi, kimileri senin getirdiğin mesajı sensiz de anlayabileceğimizi ve hatta daha da iyi anlayacağımızı söyledi, “lafzı statik manası dinamik” edebiyatıyla, kim bilir belki de sen varken söyleyemeyeceklerini Kur'ân’a söyletmekti niyetleri. Hele bir söylemesinde görsündü, topla tüfekle söylettirirlerdi alim allah!
Ve sen ey Rasûlallah! Eğer seni devreden bir çıkarabilirsek aklımızca, senin yerine geçmemiz kolay olacaktı. Ne yazık ki, heveslerimiz kursağımızda kaldı, çünkü senin açtığın çığır öyle belirgin, öyle güçlü idi ki ya Rasûlallah! onun yanında diğer yollar hep silik ve sönük kalıyor, anlamsız çığlıklar halinde gök kubbede kaybolup gidiyordu. Bu çabaların hiç biri, gök kubbede kalabilecek hoş bir sada olamazdı ya Rasûlallah! “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” doğrultusunda öyle düz bir yol çizmiştin ki senden sonrakilere sadece o yolda yol almak kalmıştı. Yol haritası hazırdı ve gerçekliği asırlar boyu denenmişti.
Kimimiz senin kutlu peygamberliğini konjonktürel gördü, senin ardından her şey eski haline dönecekti, sen yoktun ya artık, öyle ise yolun da (sünnet) yoktu ve herkes kendi yolunu kendisi belirlemeli, bir yol tutmalıydı. Aklından zoru olan ne kadar da hevesli varmış ya Rasûlallah! senin yerine kendini koymak için.
Olsundu ne çıkar, nasıl olsa zaman onların üzerine sifonu çeker. Şimdiye kadar hep öyle olmuştu ve hep öyle olacaktı. Selam sana ey kutlu peygamber. Ve senin yolunda olanlara!
Bağışla ya Rasûlallah! Gerçekten seni takdir edemedik. Tuttuğun yola sünnetim dedin, biz ise sünneti yolundaki çakıl taşları zannettik, kendisini renkli oyuncaklarına kaptırmış çocuk edasıyla onlarla oynamaya koyulduk. Öyle daldırmışız, öyle kaptırmışız ki ya Rasûlallah! zaman geçmiş, gün akşam olmuş, biz hala oyunda oynaştayız. Senin yolunda yol almak kim, bu akılla biz kim ya Rasûlallah! Biliyoruz bizden nasıl iftihar edilecek bir ümmet olur. Aslında sayımızla övünebilirsin ya Rasûlallah! Ama bırak biz hakkını verelim seninle övünmenin!
Elbet yolundayız ya Rasûlallah! Yolunda saysak da saymasak da! Yolunda saydığımız şundan belli ki yol boyu senin uğradığın duraklardan hiçbirine uğrayamamışız. Senin yolunda çile vardı, biz çilek aramışız. Senin yolunda canına kastedenlere karşı bile sevgi vardı, biz ezgi sanmışız. Senin yolunda îsar vardı, diğerkâmlık vardı, özveri vardı, biz “Rabbenâ âtinâ”yı, “Hep Bana” diye okumuşuz. Senin yolunda acı ve ıstırap vardı, biz acılı kebap sanmışız. Senin yolunda komşusu aç iken uyumamak vardı, emin ol biz de uyumadık ya Rasûlallah! O kadar çok kaçırmışız ki sabahlara dek kıvrandık durduk da gözümüze bir türlü uyku girmedi.
Hem sen teheccüde kalkar, aile efradını kolaçan ederdin. İnan biz de kalkıyor ve en ufak bir atalet göstermeden tüm mahalleyi kolaçan ediyor, açık pencere bırakmıyoruz yoklamadık, balkon bırakmıyoruz atlamadık ya Rasûlallah! Eğer bir şeyler de alıyorsak, sırf, milî servet yastık altında durmasın, ülke ekonomisine katkı olsun diye yapıyoruz. Sayemizde ikinci, üçüncü katlar bile hep demirlendi, demircilere gün doğdu ya Rasûlallah! Ölüleri altın dişleriyle gömüyorlar, olacak iş mi ya Rasûlallah!. Millî serveti nasıl göz göre göre toprak altına bırakırlar. Eğer bizim gece mesailerimiz olmasa onlar ülke ekonomisine yeniden nasıl katılırdı ya Rasûlallah!
Daha ne gece mesailerimiz var ya Rasûlallah! bir bilsen! Hele bir sektör oluşturduk ki, kendi etimizi satıyoruz, bedeliyle bacasız fabrikalar kuruyor ve buralarda boynuzlu boynuzsuz her türlü mal üretiyoruz. Sektörümüz sayesinde her taraf boynuzlularla doldu ve en ufak istihdam sıkıntısı çekmiyoruz. Arz o kadar büyük ki körpe kuzu bedenlerine yönelik salyasını akıtarak kuyruk oluşturan canavar sürülerinin taleplerini bile karşılamada en ufak bir sıkıntı çekmiyoruz. Ancak bir kısım medyaya göre sektörde ufak bir şikayet de yok değil ama önemsiz. Rivayete göre bazı sözde irticaî davranışların sergilendiği oluyormuş, hiç olacak şey miymiş, hele hele böyle bir sektörde bunun yeri olur muymuş? Neymiş efendim kendini çok iyi gizlemiş bazı dinciler kandil günleri mesai yapmıyorlarmış, dahası bazıları da sünnetli sünnetsiz ayrımı yapıyorlarmış. Ba ba ba ba! En laik sektöre bile sızmış adamlar. Bugün bunları yapanlar, yarın neler yapmazlar ki. Yok abi kesinlikle bunlar takiyye yapıyorlar. Sektörümüzde pazarlamacılık yapması hatta etini satması, bunlar hep asıl kara yüzlerini saklayabilmek için. Avrupa Birliğine girmek için dokuz tombalak döndüğümüz çok hassas bir süreçte nasıl olur da insanlar arasında dinsel alametler kullanılarak ayrımcılık yapılabilir. Bunlar resmen üçyüzonikilik suç işliyorlar. Sünnetli sünnetsiz sana ne, sen işini yap kardeşim. İşinin hakkını, kazancının vergisini ver. İnsanın namusuyla para kazanması ve vergisini ödeyerek onu kutsallaştırması kadar asil bir davranış olur mu? Bunun bilincinde olan sektörümüz, vergi rekortmenleri çıkarmadı mı? O toprağı bol olasıca çalıştırdığı kerhânede yok bu körpe kızlar müslümanmış değilmiş diye ayrımcılık yaptı mı? Sıraya giren müşterilerini etek muayenesinden geçirdi mi? Nereden çıktı bu sapık davranışlar! Dün bunların hiçbiri yoktu. İrtica buralara hem de bu boyuta girdiyse girmediği yer kaldı mı?,,,
Ve bir kısım medya bu canlarımıza saldırılarını giderek artan bir şiddetle sürdürüyorlar ve hedef gösteriyorlar ya Rasûlallah! Canlar canlar, sizin bu yaptıklarınıza ancak şapka çıkar. İnsan nasıl duygulanmaz ya Rasûlallah! Senin sevgin uğruna bu insanlar ülke ekonomisini bile düşünmüyorlar, Avrupa Birliğini tehlikeye atıyorlar. Bütün bunlar senin sevginden, senin sünnetine olan bağlılıklarından. Namusuyla vergisini ödeyen şu canların sünnete bağlılığına bakın ki, illa sünnetli olacak, sünnetsizse asla olmaz diyor. İnsanın gözleri yaşarıyor.
Laf aramızda ya Rasûlallah! Senin yolum dediğin ancak Hakk’a giderdi, Biz ta Hakkari’ye kadar otoban yaptık, Deli Dumrul gibi geçenden kırk akçe, geçmeyenden zorla seksen akçe aldık, ah bir bilsen neleri zulaladık, neleri alladık pulladık. Ufaktan tırtıklama, işini bilme, yolunu bulma ayaklarından işleri öyle kavradık ki ya Rasûlallah! Sen görsen bizi mümkün değil tanımazsın. Olamaz, bunlar onlar olamaz dersin. Hele bir tescilli hortumlama sanatımız var, öyle rafine öyle rafine ki milletin bacağından donunu götürüyoruz, ruhları bile duymuyor. Yani duyurmuyoruz. “Dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz” demiştin, tam bizlik bir söz etmiştin ya hani, biz de senin yüzünü kara çıkarmak istemedik, bu işler bizim işimiz ya Rasûlallah! Sakın gözün arkada kalmasın! Sanki genetik yapımız bunlara kodlanmış. Senelerce doğruluk andı okuduk, ondan mı, yoksa bu işe biz doğuştan yetenekliyiz ondan mı bilinmez ama, ortada bir gerçek varsa o da bizim bu işi çok iyi yaptığımızdır.
Gerçi bazı gerzekler çıkıyor ve “öküz olmadan göbe etmeye kalkışıyorlar” ve haliyle tap tap düşürüyorlar ve o da ellerine yüzlerine sıçrayıp bulaşıyor. Her şeyin bir raconu olduğunu bilemiyorlar. Ama onlar da emin olun bu işi çok geçmeden öğreneceklerdir. Dışarıda öğrenememişlerse Medreseyi Yusufiyye ne güne duruyor, elbette içeride de olsa onlar da yetiştirileceklerdir, bu konuda insanımız gerçekten güven ve umut veriyor ya Rasûlallah!
Kim demiş ülkemiz insanı dünya sıralamasında yok diye. İşgüzarlık bu ya 43 ülkenin güven duygusu debisini ölçmek için anketler yapmışlar % 10’ların altında birinci sırayı almış ülkemizin güzel insanları. Hem de giderek artan bir biçimde. “Mümin, ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilendir, öyle olmayanda hayır yoktur” buyurmuştun ya hani, seni tersinden anlamışız ve kimsenin kimseye itimat etmediği, güven duymadığı insanların kader eliyle bir araya tıkıştırıldığı ülke haline gelmişiz ya Rasûlallah! İki kör sarma yiyorlarmış, biri ötekine “Neden öyle ikişer ikişer yiyorsun” demiş. “Nereden bildin?” sorusuna da “Eee kendimdeeen!” cevabını vermiş. Kendimizin ne mal olduğunu çok iyi biliyoruz ya Rasûlallah!
Öyle olmuş ki “Yok abi!” diyor adam, “bu zamanda babana bile güvenmeyeceksin”. Devletin tepesindeki bir devletlü, sözde bir yolsuzluk yaygaraları koparıldığında “Verdimse verdim” demiş, size ne oluyor gibisinden güzel bir paylamıştı üzerine gelenleri. Ya bu insanlar amma da saf olmalı, adam madem ki devletlü, sen ondan daha mı iyi bileceksin ne yapacağını, nasıl götüreceğini. O günlerde bir yorumcu gerçekten küstahlık etmiş ve o saygılı çok sayın devletlümüz için “Kime şikayet edeyim ki anamı eden kadı” diye kendi aklınca taşlamada bulunmuştu. Gerçekten de çok ayıp etmişti. Zira devlet anamız ise devletlüler de elbet babamız olacaktı. Hiç babadan anaya ettiğinden sual olunur mu? Yok devlet baba ise, ona bu kez millet olarak anamız neyini esirgesindi. Bu insanlar kadir kıymet bilmez oldular ya Rasûlallah! İslam’ın şartı beş, altıncısı da kişi haddini bilmek değil mi ya!
Biz haddimizi bilemedik. Bu yazı da haddini bilen bir yazı değil zaten. Seni bu gibi işlere bulaştırmak hadsizlik değil de ne ki ya Rasûlallah! Ama senin büyüklüğüne sığınarak oldu işte. Selam olsun sana, saygıyla, sevgiyle ve elbet sevginle.
08 Haziran 2002 Cumartesi Ferah/Üsküdar

Not: Bu yazı eski bir yazı idi. Paylaşmak istedim.
Dua ile!
19.04.2013
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...