18 Nisan 2013 Perşembe

Kutlu Doğum ve İnsan Onuru Üzerine



…..
“Gelinen bu noktada cevabı aranması gereken temel soru şudur: Onur ve şeref gerçek manasıyla hangi adrestedir? Öyle görünüyor ki, “insanoğlu peşinen eşref-i mahlûkattır” diye düşünenler, şeref ve onuru akıl sahibi olma, konuşma gibi istidat ve kabiliyetlere hamlediyor; hâlbuki Kur’an onur ve şeref hususunda iman ve salih amelin altını çiziyor. Kur’an’dan hareketle konuştuğumuzda şeref ve onurun asıl adresi Allah’a iman ve teslimiyettir. Kuşkusuz insan son derece gelişmiş istidatlara sahip bir varlıktır; ancak başlangıçta ahlâkî potansiyelinden dolayı insan olmaya adaydır. Erasmus’a izafe edilen, “İnsan doğulmaz, insan olunur” sözü doğru bir sözdür. İnsanın doğuştan kemal ufkuna yükselme istidadı vardır; ancak bu istidat bütün bir hayat boyunca kuvveden fiile çıkmayabilir. Bu takdirde insan olma durumundan söz edilemeyeceği gibi, insanlık onurundan da söz edilemez. Evet, Hz. Peygamber’in buyurduğu üzere her insan Allah’a teslimiyet fıtratıyla dünyaya gelir. Rûm 30/30. ayette de “ed-dîn” (tevhid inancı) Allah’ın insanları yarattığı fıtratla özdeş olarak zikredilir. Ancak fıtrat üzere dünyaya geliş, en fazla hakkı kabule yatkınlığı ifade eder. Kaldı ki insan fıtrat itibariyle Allah’a karşı sorumluluğunu idrake yatkın olduğu gibi, Şems 91/8. ayette belirtildiği üzere fısk ve fücura da yatkın bir varlıktır. Bu itibarla, insan olarak doğulmaz; aksine insan olma adayı olarak doğulur; bilahare iradî ve ihtiyari olarak ya insan olunur ya da olunmaz.
Burada bir kez daha altını çizelim ki Allah’ın sayısız lütuf ve ikramına nail olmamız bizi peşinen onurlu ve şerefli yapmaz. Aksine bizi Allah’a karşı çok daha fazla sorumlu kılar….”[1]

Bu satırlar değerli kardeşim Mustafa Öztürk’e aittir.
Zevkle okuduğum ve gerçekten de farklı bir pencereden bakış olması sebebiyle istifade ettiğim bir metin.
Fakat metnin öyküsü de ilginç: Bizzat kendisi şöyle bir not düşmüş:
Not: Bu yazı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru” konulu Kutlu Doğum programları çerçevesinde hazırlamayı planladığı kitapla ilgili talebi üzerine kaleme alınmış ve fakat muhtevası "İnsan peşinen onurludur" şeklindeki Diyanet ön kabulüyle bağdaşmadığı, dolayısıyla "Hocam, Kur'an’ı bizim bu konudaki beklentimize uygun konuştur" ricasını dikkate almadığı için, talep sahipleri tarafından kabule mazhar olmamış ve nihayet matbuata girmeden kamu malı olarak ümmetin idrakine sunulmuştur.

Bu yılki kutlu Doğum kutlamalarının konusu Hz. Peygamber ve İnsan Onuru. Sloganı da davetiye ve broşürlerde “O NURLA ONURLANADIK!” olmuş.
Ne demek: O yani Hz. Peygamber bir nurdur ve biz onurumuzu işte o nurdan aldık.
Mustafa hocanın yazısı da işte tam da onu demek istiyor. Yani biz insanlık onurumuzu, insan olarak yaratılmış ve bin bir nimetle donatılmış olmamızın bir sonucu değil aksine bizzat kendi kazanımımız sonucu sahip olduğumuz iman ve yapıp ettiğimiz amel-i salih ile elde ettik.
Biz o nurla onurlandık demek laf ile olmaz. Gerçekten o nurdan yararlanır ve onun aydınlığı ile aydınlanırsak onurlanmış oluruz.
O nurla derken biz onun bir insan olarak etini kemiğini kast etmiyoruz, bir peygamber olarak, bir ufuk insan olarak, bir üsve-i hasene olarak insanlık dünyamıza getirmiş olduğu değerlerin onunla özdeşleşmiş olduğunu ve dolayısıyla ondan yararlanmanın etinden kemiğinden istimdat değil, o değerlerin hayatımıza yön vermesini, tercihlerimizi o değerlerin belirlemesini kast ediyoruz. O nurla onurlanmamız ancak o zaman mümkün olabilir.
Şu anda elimde bir davetiye var: Bir sayın müftülüğümüz göndermiş. Üzerinde 2013 O NURLA ONURLANDIK! PEYGAMBERİMİZ İNSAN ONURU yazıyor. Zarf ve içindeki davetiye kuşe kağıdından ve 22x22 cm. ebadında.
Masamdaki ölçmüş olduğum normal bir zarfın ebadı ise 12x17. Tam iki katı büyüklükte ve üstelik de gramaj itibarıyla ağırlığı üç dört katı.
İnsanın gözleri yaşarıyor.
Ey sevgili Nebi! Biz senin yolunda ölürüz. Malımızın değeri mi olur.
Kıytırık bir davetiye için binleri harcayan biz, senin kutlu doğumun için kesemizi sonuna kadar açmazsak bunun tadı mı olur? Her geçen sene bu kutlamalar biraz daha şaşaalı ve ihtişamlı olmazsa keyfi mi kalır? Hem sen buyurmuyor muydun “İki günü müsavi olan aldanmıştır!” diye. Bak her geçen sene davetiyelerimiz biraz daha büyüyor ve nice ümmetinden pervane gibi dönenlere büyük işler çıkıyor.
En büyük davetiye, en kuşesinden izlencesi senin davetiyen olmalı.
Biz işte seni ancak o zaman herkesin üzerinde bir makama çıkarmış oluruz.
Bre! Bre! Bre!
Hz. Peygamber’i et ve kemik olmaktan çıkarıp bütün insanlığı aydınlatan bir nur haline getirişi onun hayata ikameye çalıştığı değerleri değil miydi?
Yahu ne anlayıştır bu? Biz peygamber deyince istikamet diyoruz, siz ey cümbür cemaat kamet anlıyor boy ölçmeye, boy ölçüşmeye kalkıyorsunuz.
Biz peygamber deyince îsâr diyorduk, siz peygamber ne kadar para eder diye anlıyorsunuz.
Biz peygamber derken tevazu diyorduk, siz imaj anlıyorsunuz.
Biz peygamber deyince tüm insanlığa rahmet diyoruz, siz insanlara nasıl olur zahmete getiriyorsunuz. . 
Biz peygamber deyince veren el diyoruz siz dökülen dil anlıyorsunuz.
Biz peygamber deyince düşeni kaldıran, yetimin başını okşayan bir el diyoruz, siz tarlada biten gül anlıyorsunuz. Ve bu sembolizmde de öyle bir yere doğru gidiyorsunuz ki sizi görenler “Son zamanlarda Müslümanların yeni bir kutsalı daha ortaya çıktı!” derlerse hiç şaşırmayın. Unutmayın putataparlar da taptıkları şeylere kendinden değerli varlıklar olarak tapmıyorlardı; onlara hak etmedikleri halde yükledikleri değerler itibariyle tapıyorlardı. Bu itibarla Hz. Peygamber adına bir nesneye yükleyeceğiniz sembolik değer de gene onun peygamberliği ve insanlığı ile kayıtlı ve ölçülü olmalıdır. Ölçüsüz takdis yüzünden yarın bir gülü yiyen bir ineği görenin “Aaa, küstah inek peygamberimizi yiyor!” diye tepki göstermesine hiç şaşırmayın. Hatta ben bile geçen gün dağıtılan güllerin çöp kutusuna atılmış ve bir kısmının da tepelenmiş olduğunu görünce az daha irkilecektim. Sonra iyi dedim rahatladım.
Tekrar tekrar belirtelim ki biz eti kemiği değil, giydiği hırkası, na’li, sakalı, asası, kılıcı ve bilumum kullanmış olduğu eşya hiç değil, onunla özdeşleşmiş olan, onda tecessüd ve temessül eden değer diyoruz. Siz ille de ne eder demeye getiriyorsunuz.
Ömrünü adalet, hak ve nasfet için harcamış peygamberin adalet anlayışı ile ilgili iki çift laf etmez iken Na’l-i Şerîfi’ne Daire-i Meârifî Kübrâ’da iki sayfa yer ayırıyorsunuz.
Biz nerede sîreti dedik, siz sureti yok diye hayıflanıyorsunuz.
Huyu ile huylanmak, ahlakını başınıza taç etmek zor gelir, ama bastığı toprakları gözünüze sürme edersiniz. Uhud’da okçular tepesi teberrük için alınan topraklar yüzünden bir hayli küçülmüş diyorlar.
Onun engin hoşgörüsü, affı size dar gelir, ibadetleri bizi kesmez dersiniz. Beşinize beş katar, iş işe gelince tembel tembel yatarsınız, her bir ihmale  bin bir bahane bulursunuz.
Ey ümmet-i merhume! Artık insanları kendinden değerli ya da değersiz görmekten vazgeçelim, illa da imanına ve salih ameline bakalım.
Toptancı iyi insan ya da kötü insan yok: Şu şu iyilikleri yapan, şu şu kötülükleri irtikap eden insan vardır. Yaptığı iyi ise övgüyü ve ödülü, kötü ise yergiyi ve cezayı hak eder.
Yargılamak da hoş bize ait değildir.
Biz kimin nasıl bir inancı olduğunu bilemeyiz. Ama biz kimin bize ne iyilik ya da ne kötülük yaptığını biliriz. Bizi ilgilendiren bilmediğimiz, vakıf olamayacağımız iman ve inkar konusu değildir, biz ancak insanların yapıp ettiklerine bakarız: Salih amelini esas alırız. Başka türlüsü zaten elimizden gelmez.
“İyi çocuklar!” dememiz, onların yaptıklarını tebrie etmez. İyi çocuklar da yaramazlık yapabilirler.
Ve kimse yapıp ettiklerinden sarfı nazarla diğerlerinden daha iyi ya da daha kötü değildir.
Evet, yaratılış itibariyle hepimiz yatkınızdır, ama yetkinlik için çoook ekmek yememiz lazımdır.
Kutlu doğum işte bizim bu süreçte daha ileri bir merhaleye ulaşabilmemiz için katkı sağlayacaktır ve sağlamalıdır. Sağlayacaksa kutlu olacaktır ve  biz de o zaman daha mutlu olacağız.
Ben şahsen Kutlu Doğum projesinin en hayırlı hizmetlerden biri olduğunu hep söyledim, anlattım ve yazdım. Daha ilk açılış merasimi arkasından hemen sıcağı sıcağına duygu ve beklentilerimi sizlerle paylaştım.
Ama bütün iyi ve güzel projeler gibi, bu projemiz de imkanların israfına sebep olmasın. Bu imkan her zaman ele geçmiyor. En verimli bir biçimde kullanmak gerekiyor. İnsanlar bilgi yanında duygu açlığı çekiyorlar. Bu hafta bu dengeyi kurabilmenin imkanlarını da vermeli. Hayalî bir peygamber tasavvuru yahut yukarılarda bir yerde bir peygamber imajı istemiyoruz; hayatımızın içinde yer alabilecek, hayatımızı aydınlatacak, hayatımızda örnek alınabilir ve yaşanabilir olacak bir peygamber tasavvuru istiyoruz.
Çok şey mi istiyoruz?
Salat olsun selam olsun!
Huyunu huy edinenlere, yolunu yol edenlere esenlik olsun.
Yolunda ölmeye değil, yolunda yol almaya geldik. Lakin bu yolda olmak ölmeyi gerektirirse bin canımız olsa binini de verirdik. Ama lütfen hiç kimse benim hayat rehberimi, benim hayatımın sona erdirilmesi, hayatımın karartılması için alet etmesin.
Dua ile!
18.04.2013
GARİBCE

2 yorum:

  1. yüreğinize sağlık hocam. çok güzel bir yazı olmuş. hele bitişteki "lütfen hiç kimse benim hayat rehberimi, benim hayatımın sona erdirilmesi, hayatımın karartılması için alet etmesin." temenninize canı gönülden katılıyorum. bu konuda hz. ibrahim gibi kullandığınız ironik dil belki milletin kendine gelmesine vesile olur.
    teşekkürler... allah razı olsun....

    YanıtlaSil
  2. Kaleminize sağlık, Allah size hayırlı uzun bir ömür nasip etsin ki bizler için ufuk olmaya devam edesiniz...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...