…..
“Gelinen
bu noktada cevabı aranması gereken temel soru şudur: Onur ve şeref gerçek
manasıyla hangi adrestedir? Öyle
görünüyor ki, “insanoğlu peşinen eşref-i mahlûkattır” diye düşünenler, şeref ve
onuru akıl sahibi olma, konuşma gibi istidat ve kabiliyetlere hamlediyor;
hâlbuki Kur’an onur ve şeref hususunda iman ve salih amelin altını çiziyor. Kur’an’dan hareketle konuştuğumuzda şeref
ve onurun asıl adresi Allah’a iman ve teslimiyettir. Kuşkusuz insan son derece
gelişmiş istidatlara sahip bir varlıktır; ancak başlangıçta ahlâkî
potansiyelinden dolayı insan olmaya adaydır. Erasmus’a izafe edilen, “İnsan
doğulmaz, insan olunur” sözü doğru bir sözdür. İnsanın doğuştan kemal ufkuna
yükselme istidadı vardır; ancak bu istidat bütün bir hayat boyunca kuvveden
fiile çıkmayabilir. Bu takdirde insan olma durumundan söz edilemeyeceği gibi,
insanlık onurundan da söz edilemez. Evet, Hz. Peygamber’in buyurduğu üzere her
insan Allah’a teslimiyet fıtratıyla dünyaya gelir. Rûm 30/30. ayette de
“ed-dîn” (tevhid inancı) Allah’ın insanları yarattığı fıtratla özdeş olarak
zikredilir. Ancak fıtrat üzere dünyaya geliş, en fazla hakkı kabule yatkınlığı
ifade eder. Kaldı ki insan fıtrat itibariyle Allah’a karşı sorumluluğunu idrake
yatkın olduğu gibi, Şems 91/8. ayette belirtildiği üzere fısk ve fücura da
yatkın bir varlıktır. Bu itibarla, insan olarak doğulmaz; aksine insan olma
adayı olarak doğulur; bilahare iradî ve ihtiyari olarak ya insan olunur ya da
olunmaz.
Burada
bir kez daha altını çizelim ki Allah’ın sayısız lütuf ve ikramına nail olmamız
bizi peşinen onurlu ve şerefli yapmaz. Aksine bizi Allah’a karşı çok daha fazla
sorumlu kılar….”[1]
Bu
satırlar değerli kardeşim Mustafa Öztürk’e aittir.
Zevkle
okuduğum ve gerçekten de farklı bir pencereden bakış olması sebebiyle istifade
ettiğim bir metin.
Fakat
metnin öyküsü de ilginç: Bizzat kendisi
şöyle bir not düşmüş:
Not: Bu yazı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Hz. Peygamber
ve İnsan Onuru” konulu Kutlu Doğum programları çerçevesinde hazırlamayı
planladığı kitapla ilgili talebi üzerine kaleme alınmış ve fakat muhtevası
"İnsan peşinen onurludur" şeklindeki Diyanet ön kabulüyle bağdaşmadığı,
dolayısıyla "Hocam, Kur'an’ı bizim bu konudaki beklentimize uygun
konuştur" ricasını dikkate almadığı için, talep sahipleri tarafından
kabule mazhar olmamış ve nihayet matbuata girmeden kamu malı olarak ümmetin
idrakine sunulmuştur.
Bu yılki kutlu
Doğum kutlamalarının konusu Hz.
Peygamber ve İnsan Onuru. Sloganı da davetiye ve broşürlerde “O NURLA
ONURLANADIK!” olmuş.
Ne
demek: O yani Hz. Peygamber bir nurdur ve biz onurumuzu işte o nurdan aldık.
Mustafa
hocanın yazısı da işte tam da onu demek istiyor. Yani biz insanlık onurumuzu,
insan olarak yaratılmış ve bin bir nimetle donatılmış olmamızın bir sonucu
değil aksine bizzat kendi kazanımımız sonucu sahip olduğumuz iman ve yapıp
ettiğimiz amel-i salih ile elde ettik.
Biz
o nurla onurlandık demek laf ile olmaz. Gerçekten o nurdan yararlanır ve onun
aydınlığı ile aydınlanırsak onurlanmış oluruz.
O
nurla derken biz onun bir insan olarak etini kemiğini kast etmiyoruz, bir
peygamber olarak, bir ufuk insan olarak, bir üsve-i hasene olarak insanlık
dünyamıza getirmiş olduğu değerlerin onunla özdeşleşmiş olduğunu ve dolayısıyla
ondan yararlanmanın etinden kemiğinden istimdat değil, o değerlerin hayatımıza
yön vermesini, tercihlerimizi o değerlerin belirlemesini kast ediyoruz. O nurla
onurlanmamız ancak o zaman mümkün olabilir.
Şu
anda elimde bir davetiye var: Bir sayın müftülüğümüz göndermiş. Üzerinde 2013 O
NURLA ONURLANDIK! PEYGAMBERİMİZ İNSAN ONURU yazıyor. Zarf ve içindeki davetiye
kuşe kağıdından ve 22x22 cm. ebadında.
Masamdaki
ölçmüş olduğum normal bir zarfın ebadı ise 12x17. Tam iki katı büyüklükte ve
üstelik de gramaj itibarıyla ağırlığı üç dört katı.
İnsanın
gözleri yaşarıyor.
Ey
sevgili Nebi! Biz senin yolunda ölürüz. Malımızın değeri mi olur.
Kıytırık
bir davetiye için binleri harcayan biz, senin kutlu doğumun için kesemizi
sonuna kadar açmazsak bunun tadı mı olur? Her geçen sene bu kutlamalar biraz
daha şaşaalı ve ihtişamlı olmazsa keyfi mi kalır? Hem sen buyurmuyor muydun
“İki günü müsavi olan aldanmıştır!” diye. Bak her geçen sene davetiyelerimiz
biraz daha büyüyor ve nice ümmetinden pervane gibi dönenlere büyük işler çıkıyor.
En
büyük davetiye, en kuşesinden izlencesi senin davetiyen olmalı.
Biz
işte seni ancak o zaman herkesin üzerinde bir makama çıkarmış oluruz.
Bre!
Bre! Bre!
Hz.
Peygamber’i et ve kemik olmaktan çıkarıp bütün insanlığı aydınlatan bir nur
haline getirişi onun hayata ikameye çalıştığı değerleri değil miydi?
Yahu
ne anlayıştır bu? Biz peygamber deyince istikamet diyoruz, siz ey cümbür cemaat
kamet anlıyor boy ölçmeye, boy ölçüşmeye kalkıyorsunuz.
Biz
peygamber deyince îsâr diyorduk, siz peygamber ne kadar para eder diye
anlıyorsunuz.
Biz
peygamber derken tevazu diyorduk, siz imaj anlıyorsunuz.
Biz
peygamber deyince tüm insanlığa rahmet diyoruz, siz insanlara nasıl olur
zahmete getiriyorsunuz. .
Biz
peygamber deyince veren el diyoruz siz dökülen dil anlıyorsunuz.
Biz
peygamber deyince düşeni kaldıran, yetimin başını okşayan bir el diyoruz, siz
tarlada biten gül anlıyorsunuz. Ve bu sembolizmde de öyle bir yere doğru
gidiyorsunuz ki sizi görenler “Son zamanlarda Müslümanların yeni bir kutsalı
daha ortaya çıktı!” derlerse hiç şaşırmayın. Unutmayın putataparlar da
taptıkları şeylere kendinden değerli varlıklar olarak tapmıyorlardı; onlara hak
etmedikleri halde yükledikleri değerler itibariyle tapıyorlardı. Bu itibarla
Hz. Peygamber adına bir nesneye yükleyeceğiniz sembolik değer de gene onun
peygamberliği ve insanlığı ile kayıtlı ve ölçülü olmalıdır. Ölçüsüz takdis
yüzünden yarın bir gülü yiyen bir ineği görenin “Aaa, küstah inek
peygamberimizi yiyor!” diye tepki göstermesine hiç şaşırmayın. Hatta ben bile
geçen gün dağıtılan güllerin çöp kutusuna atılmış ve bir kısmının da tepelenmiş
olduğunu görünce az daha irkilecektim. Sonra iyi dedim rahatladım.
Tekrar
tekrar belirtelim ki biz eti kemiği değil, giydiği hırkası, na’li, sakalı,
asası, kılıcı ve bilumum kullanmış olduğu eşya hiç değil, onunla özdeşleşmiş
olan, onda tecessüd ve temessül eden değer diyoruz. Siz ille de ne eder demeye
getiriyorsunuz.
Ömrünü
adalet, hak ve nasfet için harcamış peygamberin adalet anlayışı ile ilgili iki
çift laf etmez iken Na’l-i Şerîfi’ne Daire-i Meârifî Kübrâ’da iki sayfa yer
ayırıyorsunuz.
Biz
nerede sîreti dedik, siz sureti yok diye hayıflanıyorsunuz.
Huyu
ile huylanmak, ahlakını başınıza taç etmek zor gelir, ama bastığı toprakları
gözünüze sürme edersiniz. Uhud’da okçular tepesi teberrük için alınan topraklar
yüzünden bir hayli küçülmüş diyorlar.
Onun
engin hoşgörüsü, affı size dar gelir, ibadetleri bizi kesmez dersiniz. Beşinize
beş katar, iş işe gelince tembel tembel yatarsınız, her bir ihmale bin bir bahane bulursunuz.
Ey
ümmet-i merhume! Artık insanları kendinden değerli ya da değersiz görmekten vazgeçelim,
illa da imanına ve salih ameline bakalım.
Toptancı
iyi insan ya da kötü insan yok: Şu şu iyilikleri yapan, şu şu kötülükleri
irtikap eden insan vardır. Yaptığı iyi ise övgüyü ve ödülü, kötü ise yergiyi ve
cezayı hak eder.
Yargılamak
da hoş bize ait değildir.
Biz
kimin nasıl bir inancı olduğunu bilemeyiz. Ama biz kimin bize ne iyilik ya da
ne kötülük yaptığını biliriz. Bizi ilgilendiren bilmediğimiz, vakıf
olamayacağımız iman ve inkar konusu değildir, biz ancak insanların yapıp
ettiklerine bakarız: Salih amelini esas alırız. Başka türlüsü zaten elimizden gelmez.
“İyi
çocuklar!” dememiz, onların yaptıklarını tebrie etmez. İyi çocuklar da
yaramazlık yapabilirler.
Ve
kimse yapıp ettiklerinden sarfı nazarla diğerlerinden daha iyi ya da daha kötü
değildir.
Evet,
yaratılış itibariyle hepimiz yatkınızdır, ama yetkinlik için çoook ekmek
yememiz lazımdır.
Kutlu
doğum işte bizim bu süreçte daha ileri bir merhaleye ulaşabilmemiz için katkı
sağlayacaktır ve sağlamalıdır. Sağlayacaksa kutlu olacaktır ve biz de o zaman daha mutlu olacağız.
Ben
şahsen Kutlu Doğum projesinin en hayırlı hizmetlerden biri olduğunu hep
söyledim, anlattım ve yazdım. Daha ilk açılış merasimi arkasından hemen sıcağı
sıcağına duygu ve beklentilerimi sizlerle paylaştım.
Ama
bütün iyi ve güzel projeler gibi, bu projemiz de imkanların israfına sebep
olmasın. Bu imkan her zaman ele geçmiyor. En verimli bir biçimde kullanmak
gerekiyor. İnsanlar bilgi yanında duygu açlığı çekiyorlar. Bu hafta bu dengeyi
kurabilmenin imkanlarını da vermeli. Hayalî bir peygamber tasavvuru yahut
yukarılarda bir yerde bir peygamber imajı istemiyoruz; hayatımızın içinde yer
alabilecek, hayatımızı aydınlatacak, hayatımızda örnek alınabilir ve yaşanabilir
olacak bir peygamber tasavvuru istiyoruz.
Çok
şey mi istiyoruz?
Salat
olsun selam olsun!
Huyunu
huy edinenlere, yolunu yol edenlere esenlik olsun.
Yolunda
ölmeye değil, yolunda yol almaya geldik. Lakin bu yolda olmak ölmeyi
gerektirirse bin canımız olsa binini de verirdik. Ama lütfen hiç kimse benim
hayat rehberimi, benim hayatımın sona erdirilmesi, hayatımın karartılması için
alet etmesin.
Dua
ile!
18.04.2013
GARİBCE
yüreğinize sağlık hocam. çok güzel bir yazı olmuş. hele bitişteki "lütfen hiç kimse benim hayat rehberimi, benim hayatımın sona erdirilmesi, hayatımın karartılması için alet etmesin." temenninize canı gönülden katılıyorum. bu konuda hz. ibrahim gibi kullandığınız ironik dil belki milletin kendine gelmesine vesile olur.
YanıtlaSilteşekkürler... allah razı olsun....
Kaleminize sağlık, Allah size hayırlı uzun bir ömür nasip etsin ki bizler için ufuk olmaya devam edesiniz...
YanıtlaSil