Efendim
eskiden “tedlis” diye bir tabir vardı. Bu işi iyi becerene “müdellis” derlerdi.
Şimdi bizim manavlar bunu çok iyi beceriyorlar. Tezgahın ön tarafına taze ve
güzel olan sebze ve meyveleri koyuyorlar, siz onları görünce dayanamıyor ve
bana şundan bir kilo ver diyorsunuz. Adamın eli bu iş için özel dizayn edilmiş
gibi ortadaki üç parmakla sizin gösterdiğiniz yerden bir tane alırken baş
parmak ve serçe permekle de geriden arka tarafa istiflenmiş kısımdan iki tane
birden alıveriyor ve eve vardığınızda aldığınız sebze ya da meyvenin sadece
üçte biri istediğiniz kıvamda, diğer kısmı hiç de öyle değil. Çürümüş falan da
değilse artık ona şükredeceksiniz.
Genelde
hadis ilminde kullanılan tedlis, zayıf olan hadisleri sahihmiş gibi kakalama
çabasını ifade eder ve ancak bunu bu işte usta olanlar anlar.
Şimdi
bunu en iyi yapanlar sözde bilimsel çalışma yapanlar. Adam bir makale yazacak,
oradan buradan aşırdığı fikirleri kendisine mal ediyor, o fikirleri desteklemek
üzere bolca kaynak gösteriyor. Bu iyi derecede bir araştırmacı sayılıyor.
Bunun
bir de çok müptezelce olanı var: Adam güya makale ya da kitap neyse yazacak,
oradan buradan çarpıp çırptığı yazıları internet ortamında kopyala kes yapıştır
usulü ile bir araya getiriyor. Aldığı yazının kaynakları da kaynakları oluyor.
Eğer lütuf buyurmuş araya bağlantı cümleleri de kurmuş ise ne alâ ne güzel. Ha
bir de harf karakterleri ve punto büyüklükleri
aldığı sitelere göre farklılık arzedebiliyor. Bir de onları tümünü seç
komutuyla aynı karakter ve puntoya döktü mü tamam, bilimselliğinden yenmez olur
artık. Bir de okuyucu tabi varsa “Vay be, adam ne kaynaklara ulaşmış!” gibisinden
üstün takdirlerini belirttiyse demeyin artık o mahir düzerin keyfine.
Ama
okuyucu biraz “Biz bu köprüleri çook geçtik!” kabilinden bir tecrübeye sahip
biriyse ve işkillenip Her Bilen’e (Google) soruverirse eyvah takke düştü kel
göründü hesabı her şey anlaşılıveriyor.
Birinde
Hakem olarak bana bir makale göndermişlerdi. İsim gizli olduğu için tabi kime
ait olduğunu bilmiyoruz. Muhtemelen bir profesöre aitti. Değişik sitelerden
aparmış olduğu birer ikişer sayfalık dört beş yazıyı alt alta getirmiş ve kendi
makalesi gibi hem de Fakülte dergisinde yayınlanmak üzere neşretmeyi göze
almıştı.
Ama
adamın hakkını vermek lazım, en azından aynı sayfa düzeni içinde font ve punto
birliğini sağlamış, bir iki de ara cümle kurmuştu. Kimbilir onun hocası
profesörlük dosyasında –o zaman henüz daha bilgi sayar olmadığı için- değişik
dergilerden çektirdiği fotokopileri yazı tipleri ve fontları da farklı olduğu
halde fotokopide çoğaltıp dosyasını öyle oluşturmuş.
Eee,
bütün bunlar ilimde ne denli gelişme olduğunu göstermiyor mu?
Eskiden
yeterlilik sınavında adaya “Ve’l-asr”ın başındaki vav ne vavı diye sormuşlar,
adam da “Atıf vavı” demiş. “Tamam, çıkabilirsin!” demiş heyetin başındaki hoca.
Yanındakiler aday çıkınca “Hocam ne yaptın? O vav hiç atıf vavı olur mu?”
dediklerinde Hoca: “Ben bu adamın babasını da imtihan etmiştim. Aynı soruyu ona
da sormuştum. O, orada vav yok diye tuturmuştu. Bu en azından vavın varlığını
kabul etti, büyük gelişme!” demiş.
Hakikaten
büyük gelişme.
En
azından görüntüde birlik sağlıyor, font ve punto birliği sağlıyor, Ne emek ne
emek! Olur nankörlük görmezlikten gelmek. Lazım şükür etmek.
Keza
şimdilerde elimde bir kitap var. Adam internetten dört tane makale almış. Ama
malı biliyor, öyle rastgele toplamıyor. Sonra onu kendinden bir şey katmadan
eski ayı kırpıp kırpıp yıldız yaparlar misali alt alta, üst üste, yan yana, baş
aşağı hangi pozisyon münasipse o hale getiriyor ve ondan sonra da “Ben bu ilmin
kitabını yazdım!” diyor. Emin olun az söylüyor.
Eskiden
böylesine mahir olmayanlar da bu işlerden az çok anlarlardı ve şimdikelirin
alıntı dedikleri şeyi “iktibas” adıyla yaparlardı. Ama becerikli değillerdi o
yüzdende o kısmı behemehal tırnak içine koyarlar ve nereden iktibas ettilerse
onu da söyleyiverirlerdi.
Ama
işi bilselerdi bizim gibi hiç olmazsa tırnak içine almazlardı, neresi alıntı
neresi kazıntı belli olmazdı. Adam almış koskoca iki sayfa ama işaret yok,
gideceksin, o metni bulacaksın, neresi kendisine neresi gerisine ayıracaksın…
uf ki uf!
Vesselam
insanlar değişmiyor.
Dün
gerçek mütefekkirler ve ilim adamları vardı.
Bugün
de var.
Dün
müdellisler, muharrifler vardı, bugün de var.
Boşuna dememişler “Velâ cedîde tahte’ş-şems” Yani “Gök kubbe altında yeni bir şey yoktur” diye.
Boşuna dememişler “Velâ cedîde tahte’ş-şems” Yani “Gök kubbe altında yeni bir şey yoktur” diye.
Bre
Garibce! Bu kadar laf etmeye değer mi şunun şurasında çalıntı ile alıntı
arasında tek bir harf var.
Ha
rahmet, ha zahmet.
Büyütmeğe
değer miydi? Hem kendini yordun. Hem de şimdi bunca insanı zahmete sokacaksın.
Hem
yazdın da ne oldu?
Yüreğin
mi soğudu.
Dua
ile!
15.04.2013
GARİBCE
yüreğinize sağlık. zahmet edip yazın. yazın ki böylelerin sayısı artmasın. geçenlerde nurullah ataç'la ilgili birkaç makalenin düzeltisini yaparken bir şey dikkatimi çekmişti. yazarlar nurullah ataç yazılarımızı eleştirir korkusuyla türkçelerine dikkat ederlermiş. bunu söyleyen yazar onun ölümünden sonra bunu sürdürenlerin çıkmadığından dolayı edebiyat dünyasında daha bir bozulma olduğunu söylüyordu.
YanıtlaSileleştirinize katılıyorum hocam. gök kubbenin altında yeni bir şey yoktur, ama kime ait olduğunu söylememe durumu günümüzde daha çoktur gibime geliyor. her bilen (google) olmasına rağmen böyle yapabiliyorlarsa pişkinlik hat safhada demek. bu da iyiye alamet değil. bu konuya değindiğiniz için teşekkür ederim.
Not: Eskiden böylesine mahir olmayanlar da bu işlerden az çok anlarlardı ve şimdikelirin alıntı dedikleri şeyi “iktibas” adıyla yaparlardı.
cümlenizde şimdikelirin => şimdikilerin şeklinde olacak. i ile e harflerinin yer değiştirmesi lazım.