Önce bir haber okuyalım:
İzmir'de
belediye işçisi Sinan Işık, nüfus cüzdanında, 'İslam' yerine 'Alevi' yazılması
isteğiyle mahkemeye başvurdu
11'inci Asliye Hukuk
Mahkemesi'nde görülen dava sonucunda, Diyanet'ten de alınan görüş doğrultusunda
Aleviliğin bir din olmadığı kanaatiyle dava reddedildi.
Yargıtay'dan da aynı sonuç
çıkınca Işık, 2005 yılında AİHM'de dava açtı.
Talebi değerlendiren AİHM,
2010 yılı Şubat ayında, kimlik kartlarında din hanesinin bulunmasının insan
hakları ihlali olduğuna ve devletin tarafsız olması gerektiğine hükmetti.
Aradan geçen üç yılda bu
konuda bir adım atılmamasına kızan Işık, AİHM kararını uygulamadığı
gerekçesiyle Başbakan Erdoğan ile muhalefet görevini yerine getirmediğini ileri
sürdüğü CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun yargılanmasını istedi. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı Parlamenterler Bürosu kovuşturmaya yer olmadığı gerekçesiyle
takipsizlik kararı verdi.
(Haber7/Giriş: 20 Ocak
2013)
_____ oOo_____
Alevîlik hakkında halk
arasında çok yanlış telakkiler vardı. Onlar kendi içlerine kapanıktı, üzerlerinde
bir baskı vardı, doğru dürüst bilgilenme imkanları yoktu. Yazılı bir
ilmihalleri ve kitabi gelenekleri mevcutdeğildi. Bu yüzden hem kendileri hem de
bizim gibi bilgilenmek isteyenler onlar hakkında sağlıklı bilgi alma
imkanlarından yoksundu.
Diyanet on kadar Alevî
kitaplarını orijinal metinleri ile birlikte neşretti ve büyük bir hizmet yapmış
oldu.
Onlar da hemen herkes gibi İslam
hakkında fazla bir bilgi sahibi değillerdi. 12 Eylül devriminin en önemli
olumlu katkılarından biri Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin mecburi
olmasıydı. Böylece inanan da inanmayan da bu ülkenin kahir ekseriyetinin
inandığı din hakkında az ya da çok bir bilgi sahibi olma imkanını buldu.
Sonra göç olgusu bu ülkenin
insanlarını yeniden zoraki de olsa bir araya getirdi ve birbirlerine komşu, okul
arkadaşı, iş ortağı vb. yaptı. Daha önce biraz da inanma heveslisi olduğu nice
şayiaların asılsız olduğu anlaşıldı. Önceleri asla birbirleriyle evlenmeyen bu
iki kesimden insanların ender de olsa birbirleriyle evlenmelerinin örnekleri
görüldü.
Şahsen bana birkaç defa
sorulmuştur. Ben de cevap olarak “Evlenecek olduğunuz kimse Müslüman mı?” diye
sormuşumdur. Onlar da “Evet!” deyince “Bak siz söylediniz, bundan öteye daha ne
istersiniz” gibi cevaplar vermişimdir.
Elbette biz evlilik isteyen
kimselerin bırakın din farkını, kültür ve iklim farkını, hatta hamsi, kara
lahana ve çiğ köfte özlemlerini bile ciddiye almalarını, çünkü bunların ayrılık
için bir sebep olamasa bile her birinin bardağı taşırabilecek son damla
olabileceğini söylüyoruz.
Bu, uyum ve ilelebet
huzurun sağlanabilmesi için “böyle olsa daha iyi olur” türden tavsiyelerdir.
Yoksa hiçbiri dini açıdan “asla olmaz” denilebilecek bir durum değildir.
Cehalet çok kötü bir
şeydir. “Müslüman dedik bağrımıza bastık, adam kıpkızıl Şâfiî çıktı!” sözünü
duyanımız çoktur.
İnsanlar cehalet sebebiyle
aynı dinin aynı anakolunun içindeki bazı detaylarla ilgili farklılıkları bile
–onları hayatında duymamış, görmemiş ve durumlarını bilmemiş ise- hayalinde
büyütür ve onu ötekileştirerek karşı karşıya gelinmesi halinde gardın alınması
gereken bir mahiyete büründürür. Bunlar hep olmuştur ve olabilecek şeylerdir.
İnsanlık ne çekmişse bu
sakim anlayışın sonucunda çekmiştir. Avrupa’da otuz sene süren din savaşları,
esas itibariyle aynı dinin mezhepleri arasında cereyan etmiştir.
Bizim ayrılığa değil,
birliğe ihtiyacımız vardır.
Bir Âyetullah (şiî din
adamı) vaktiyle İSAV tarafından yapılan Ehl-i Sünnet Sempozyumunda “Siz şiî
olmayan birini Müslüman saymıyorsunuz? Çünkü sizde usul beştir. Bu beş şeye
inanmayan Müslüman olmaz, demektesiniz” şeklindeki itiraza şöyle cevap
vermişti:
“Hayır, bizim asla böyle
bir değerlendirmemiz yoktur. Bizim usulümüz beştir derken biz bunlardan ilk
üçünü usûlü’d-dîn olarak görür son ikisini sadece usûlü’l-mezheb biliriz.
Dolayısıyla ilk üç esas olan tevhîd, nübüvvet ve meâdı (ahret inancı) bir inanç
olarak kabul eden herkesi Müslüman biliriz, bunlar yanında imamet ve adalet esaslarına
da inanıyorsa onu ayrıca şiî biliriz” diye soruyu soran sünnînin havsalasının
alamayacağı genişlikte bir cevap vermişti. Yani şunu demek istiyordu: İslam çok
geniş bir dairedir. Sayılan ilk üç inancı paylaşan herkes bizim nazarımızda
müslümandır. Bu geniş dairenin içinde ayrıca daha dar bir daire vardır ki kişi
onların da içinde ise biz onu ayrıca şiî de kabul ederiz.
Bu anlayışa sünnî, şiî,
alevî hepimizin ihtiyacı vardır.
İslam çoklarının havsalasının
alamayacağı kadar geniş bir dairedir. Buna rağmen her mezhep ve hatta meşrep
İslam’ı kendi dar dairelerinden ibaret sanır. İstanbul’da Üsküdar’da oturup da
İstanbul’u oturduğu semtten ibaret sanan bir kişi, Üsküdar sınırları dışına çıkan
bir kişiyi İstanbul’un dışına çıktı zanneder. Oysa o gene İstanbul’un
içindedir. Bilmez ki İstanbul sadece kendi oturduğu semtten ibaret değildir.
Bizim İslamlığımız o kadar
geniştir ki, onun aziz Peygamberi kendisine badiyeden gelip de “Ya Rasulallah!
İslam’ın ahkamı (namaz, oruç vb. gibi emirleri) bana ağır geliyor, bana
yapabileceğim bir şey söyle, hem de aklımda tutabileceğim türden olsun!” dediği
zaman, talepleri İslam’ın en temel şartlarını dışarıda tutma kabilinden olduğu
halde, “Tamam, öyle ise sen de Allah’ı dilinden düşürme!” demiş ve onu dairenin
dışına atma gibi bir çaba içine asla girmemiş, “Lâ ilâhe illallah” diyen
herkesi cennetle müjdeleyebilmiştir.
Ama gel gör ki onun
postunda oturduğunu zanneden pek çok kimse bugün bırakın namazı niyazı, sırf
kendisi gibi düşünmüyor diye, sırf kendi yoluna gelmiyor diye insanları bir
kalemde çizebiliyor ve İslam’ın dışına itmeye çalışıyor. Bu irfansız ve izansız
kimseler, kendilerini zaman zaman dinin sahibi zannediyorlar. Cennet ve
cehennem onlardan soruluyor gibi bilet kesmeye yelteniyorlar.
Hiç kimse kendisine
durumdan vazife çıkarıp da İslam’ı kendi tekeline almaya kalkışmasın ve onun
bütün evreni kucaklayan dairesi içinden onu bunu atmaya çalışmasın.
Alevî kardeşlerimiz de
bilsinler ki meşrepler farklı da olsa kendileri de bu dairenin içindedirler.
Elbette herkesin kendini daha yakın hissettiği yahut kendisini içinde bulduğu,
içine doğduğu bir kültür havzası ve ona bağlı olarak bir mezhebi ya da meşrebi
/tarikatı olabilir. Bunlar bize özgü şeyler olabilir ve bunun birer zenginlik
olmasının ötesinde bir zararı da yoktur. Ama bunlar, hiçbir zaman kendileri de bütün
Müslümanları kucaklayan dairenin içinde olmaları hasebiyle asla bir alternatif
olmazlar. Bunların varlığı tearuf için ve bir zenginlik olarak hoş görülür,
hatta teşvik bile edilebilir. Ama bunların ortak paydadan koparılması ya da bir
alternatif gibi sunulması bir arada yaşama kültürümüzü törpüler, barış ve
huzurumuzu ve birbirimize güvenimizi yok eder.
Sen ki Hak Muhammed Ali
dersin!
Sonra bize arkanı dönüp
gitmek istersin.
Ali bizim Alimiz.
Muhammed, Muhammed’imiz.
Hak Yüce Rabbimiz.
O zaman bu ayrılık niye!
El-âlem böyle istiyor diye!
Dua ile!
21.01.2013
GARİBCE
BENZER ÖN YARGILARI ÇALIŞTIĞIM OKULDA KARŞILIKLI OLARAK YAŞADIM. AMA ELHAMDULİLLAH BÜTÜN ÖN YARGILARI YIKTIK.
YanıtlaSils.a hocam alevilik islamdandır demişsiniz ancak alevi dedeleri içinde kendilerinin islam olmadıklarını söyleyenler de var
YanıtlaSil