Vaktiyle Almanya
başbakanı Helmut Kohl’un oğlu çok dindar bir ailenin Elif adında bir kızı
evlenmişti. Almanya Başbakanı’na gelin verdik diye bizim medya çok sevinmişti.
Duasını da rahmetli Osman Şekerci hocamız yapmıştı. O da medyada haber konusu
edilmişti.
Bir
haberin başlığı şöyle idi:
Eski Almanya Başbakanı Helmut Kohl’un oğlu Peter ve ünlü işadamı Kemal
Sözen’in kızı Elif, bugün Çırağan Sarayı’nda dillere destan bir düğünle dünya
evine girdi (26 Mayıs 2001).
Şimdi
başka bir haber: 17 Ocak 2013
İngiltere'nin eski başbakanı Tony Blair'ın büyük oğlu
Euan (28), Türkiye'nin eski devlet bakanlarından olan Mehmet Altınsoy'un torunu
Suzanne Ashman (24) ile nişanlandı.
Ashman
İngiltere'de yayımlanan Daily Mail gazetesi tarafından nişan yüzüğü ile
görüntülendi. Daily Mail gazetesinin açıkladığı habere göre Blair, yedi yıldan
fazla süredir birlikte olduğu Ashman ile sessizce nişan yaptı.
Bu
haberler ne ilk ne de son olacağa benziyor.
Garibce’nin
daha geçenlerde “Elizabeth’in
halinden Dursun Fakı ne anlar?” başlıklı bir yazısı yayınlandı ve gerçekten üzücü olan bir duruma
parmak basmıştı. Üzücü olan, Batı’da Müslüman kadınların Müslüman erkeklerle
evlenmek istememeleri idi. Çünkü erkekler kadın haklarına riayet etmiyorlardı.
Evlilik
çok kutsal bir kurum. Evlilik akdi
Kur’an’da “mîsâk-ı galîz” diye ifade ediliyor. Allah adıyla yapılmış “Çok ağır bir sözleşme”.
O yüzden
de kız istenilirken (ya da oğlan verilirken!) “Allah’ın emriyle Peygamber’in
kavliyle…” diye söze başlanıyor.
Tarafların
verecekleri hayatı birleştirme kararının Allah ve Peygamberi adına verilmiş çok
güçlü bir sözle birbirine bağlanması amaçlanıyor, taraflara bu şuur verilmeye
çalışılıyor.
Müslümanlık,
insanlığa ilave artı bir değer olarak da görüldüğü için, evlilik akdinin tamamı
ya da kemali için mücerred iki insanın bir araya gelmesi yeterli görülmüyor,
tarafların Müslüman olması, en azından erkeğin Müslüman kadının da kitabî
olması asgari yeterlilik şartı sayılıyor.
Müşrik
bir kadınla bir müslümanın evlenmesi hatta cariye olması halinde onunla
teserride bulunması (onu odalık olarak kullanması) caiz görülmüyor. Cinsel
ilişki ve bu yolla iki hayatın birleştirilmesi karşı tarafı onurlandırma, yüceltme
gibi değerlendiriliyor ve müşrikin böyle bir saygıyı hak edemeyeceği
vurgulanmış oluyor.
Dinin
temel kaynakları tarafından belirlenen bu asgarî düzey bu kez fıkıh imamları (İslam
hukukçuları) tarafından yeterli görülmüyor, her ne kadar dine dayalı olsa da
sonuçta fıkhın da bir hukuk boyutu olduğu dikkate alınarak hukukun sosyal
telakkileri dikkate alması gereği noktasından hareketle evlilikte özellikle
kıza talip olan erkekte aranan ilave bazı denklik şartları da aranıyor.
Nesepte,
dinde, takvada, zanaatta, hürriyette ve malda aranan bu denklik şartları esasen
dinin özüne uymaz. Çünkü din insanları aynı tarağın dişleri gibi eşit görür ve
üstünlüğü takvada (erdemde) arar. Ama hukuk, evliliğin sorunsuz yürüyebilmesi
için insanlarca itibara alınan unsurları da hesaba katar ve bu sayılan
konularda erkeğin kıza denk olması şartını arar.
Dinen anlamsız
gibi gözüken bu kabil denklik şartları bizim toplumumuzda da önem arz eden,
insanlar tarafından dikkate alınan hususlar olmaktadır. Öyle ya “Davul bile
dengi dengine çalar!” “Kızı kendi gönlüne bıraksan ya davulcuya ya zurnacıya gider!”
Bütün
bunlar doğru da fakat bazı şeyler oldu, köprünün altından çok sular aktı ve biz
bütün bu olup bitenlerden gaflet içerisinde kaldık. Söz gelimi davulcular ve
zurnacılar sanatçı oldular her biri insanlık semasında parlayan birer yıldız!
oldular. Ama biz hala eski tekerlemeleri tekerlemeye devam ettik. Diğer hususlarla ilgili olarak da benzer
biçimde telakkiler değişti.
Sıkıntı
bu değişikliklerin farkında olmak ve bunların hayata yön ve düzen veren
kurallar üzerinde ne kadar etkin ve belirleyici olduğunu bilmek.
Söz
gelimi Müslüman bir kadının gayri Müslim bir erkekle evlenmesinin imkansızlığı
izah edilirken kullanılan argüman şöyle idi: Belirleyici olan erkektir, kadın
tabi konumdadır. Kocanın kitabi bir hanımla evli olması halinde o, kadının
kutsalına da saygı gösterir. Çünkü ehli kitabın peygamberleri aynı zamanda
Müslümanların da peygamberleridir. Fakat aksi durumda bu böyle değildir. Kadın
tabidir. O yüzden gerek kadın ve gerekse çocuklar gayrimüslim aile içinde
kaybolur gider. Böyle bir sonuca müncer olacağı baştan beli olan bir evliliğe
imkan vermemek gerekir.
Aile
yapılarının değişmesi ve çekirdek aile yapısının esas olması halinde acaba bu
anlatılanlar doğru mudur? Yani çekirdek aile yapısı içinde çocuk üzerinde etkin
ve belirleyici olan anne midir, yoksa baba mıdır?
Bu soruyu
her kime sorsanız bugün verilecek cevap üç aşağı beş yukarı aynıdır ve “Anne!”
şeklindedir.
Büyük ailelerde
çocuğu doğuran kadınlar çocukları üzerinde söz sahibi olmazlar, genelde ailenin
büyükleri onlar üzerinde söz sahibi olurlar, her umurdan onlar sorumlu olurlar
hatta çocuğun adını bile onlar koyarlar. Üstelik kimi geleneksel aile yapıları
içinde annenin aile büyüklerinin yanında çocuğuna sahip çıkması, onu kucağına
alıp sevmesi vb. gibi davranışlar bile ayıp sayılır. Kısaca ifade etmek
gerekirse çocukları anneler değil bütünüyle aile eğitir ve büyütür. Böyle bir ortamda
annenin gayri Müslim (kitabî) olmasının çocuğun etiğimi ve büyütülmesi üzerinde
belirleyici bir etkisi olmaz. Ama mesela kocanın Müslüman, kadının kitabî
olduğu bir çekirdek aile yapısı içinde doğacak çocuk üzerinde babanın hakim ve
belirleyici olması son derece zayıf bir ihtimaldir. Buna mukabil kadının
Müslüman kocanın gayrimüslim olması halinde çocuk üzerinde anne olarak kadının
etkisi kesinlikle çok daha belirleyici bir durumda olacaktır.
İşte Garibce
olan biz bu değişimlerin farkında mıyız?
Vereceğimiz
fetvaları bu değişimleri göz önünde bulundurarak veriyor muyuz?
Asıl
sorun bu gözüküyor.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun bu konuda bir kararı
bulunmamaktadır. Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı I’de aslında bu konu
da gündeme alınmış idi. Ancak sonuç bildirgesinde konunun yeterince
tartışılmasının ileriki toplantılara ötelendiği ifade edilmektedir[1].
Doğrusu bu konuda bir kapı aralanmasına sanki bir ihtiyaç hissedildiği, ancak
cevaz vermenin netameli olduğu o yüzden de şimdilik ötelenmesi gerektiği gibi
bir tavır hissedilmektedir.
Kaldı ki bu oturuma katılanlar arasında İsmail
Yakıt, Mehmet Aydın gibi isimler bunun caiz olabileceği doğrultusunda görüş
beyan etmişler, buna mukabil evlilik esnasında eşlerden birinin Müslüman olması
halinde bu evliliğin sürdürülebileceği konusunda önemli bir sayıda katılımcı
olumlu görüş bildirmişlerdir. (Hamza Aktan,
İsmail Hakkı Ünal, İbrahim Paçacı gibi…)
İmdi
işimiz zor.
Bir
tarafta bize rağmen kendi öz kızlarımız Eliflerimiz kendilerine eş olarak
Helmut’ların oğullarını seçerler. Diğer taraftan Müslüman olmuş Elizabet’ler
Müslüman erkeklerle –haklı gerekçelerle- evlenmek istemezler. Öbür yandan sırf
Müslüman bir kızla evlilik için falanca Yunanlı sözde Müslüman olduğunu söyler,
iddiasını ispat için bilmem neresini kestirir kestirmez bilinmez…
Velhasıl
eskilerin pek aşina olmadıkları bir sürü sorunla karşı karşıya bulunmaktayız.
Biz daha
düne kadar farklı mezheplerdeki erkek ve kadının evliliğini bir sorunsal olarak
görürken, bu küreselleşme belası “Öyle mi, alın size daha beteri!” dercesine
üzerimize yığınla ve eskilerin duysa inanamayacağı türden sorunları boca etti.
Bunların
cevapları kitaplarda yoktur. Var olduğunu sananlar sadece kendilerini
aldatırlar. Çünkü eskiye dair her bir hüküm, kendi döneminin bağlamının bir
ürünüdür. O bağlam aynısıyla bugün olmadığı sürece bizim o hükümleri sözde ya
da isimde benzer olan sorunlara vermemiz halinde, uymayacaktır. Erbabınca bunun
uymayacağı da haddizatında baştan bellidir.
Ama “Uysa
da uymasa da!” şeklinde bir tavır dayatılıyorsa o zaman denilecek bir şey yoktur.
Siz o cevabı dayatırsınız, hayat da size kendi cevabını dikte eder. Sonunda
bakmışsınız ki hayat, içinde olan ile birlikte akıp gitmiş ve sizi de haliyle
kenara itmiş. Sesiniz belki geliyor, ama hangi çağdan geldiği ve ne anlam ifade
ettiği artık anlaşılamıyor.
Müslümanlık
zor zanaat, belli.
Hoca
(fakih) olmak ise zor ki hem de ne zor!
Zoru
başaranlara selam olsun!
31.01.2013
GARİBCE
[1] Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı I,
15-18 Mayıs 2002 İstanbul, Ankara 2004. s. 784.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder