31 Ocak 2013 Perşembe

Ne Elifimiz ilk idi ne de Suzanne Ashman son olacak!





Vaktiyle Almanya başbakanı Helmut Kohl’un oğlu çok dindar bir ailenin Elif adında bir kızı evlenmişti. Almanya Başbakanı’na gelin verdik diye bizim medya çok sevinmişti. Duasını da rahmetli Osman Şekerci hocamız yapmıştı. O da medyada haber konusu edilmişti.

Bir haberin başlığı şöyle idi:
Eski Almanya Başbakanı Helmut Kohl’un oğlu Peter ve ünlü işadamı Kemal Sözen’in kızı Elif, bugün Çırağan Sarayı’nda dillere destan bir düğünle dünya evine girdi (26 Mayıs 2001).

Şimdi başka bir haber: 17 Ocak 2013
İngiltere'nin eski başbakanı Tony Blair'ın büyük oğlu Euan (28), Türkiye'nin eski devlet bakanlarından olan Mehmet Altınsoy'un torunu Suzanne Ashman (24) ile nişanlandı.

Ashman İngiltere'de yayımlanan Daily Mail gazetesi tarafından nişan yüzüğü ile görüntülendi. Daily Mail gazetesinin açıkladığı habere göre Blair, yedi yıldan fazla süredir birlikte olduğu Ashman ile sessizce nişan yaptı.

Bu haberler ne ilk ne de son olacağa benziyor.

Garibce’nin daha geçenlerde “Elizabeth’in halinden Dursun Fakı ne anlar?” başlıklı bir yazısı yayınlandı ve gerçekten üzücü olan bir duruma parmak basmıştı. Üzücü olan, Batı’da Müslüman kadınların Müslüman erkeklerle evlenmek istememeleri idi. Çünkü erkekler kadın haklarına riayet etmiyorlardı.

Evlilik çok kutsal bir kurum.  Evlilik akdi Kur’an’da “mîsâk-ı galîz” diye ifade ediliyor. Allah adıyla yapılmış  “Çok ağır bir sözleşme”.

O yüzden de kız istenilirken (ya da oğlan verilirken!) “Allah’ın emriyle Peygamber’in kavliyle…” diye söze başlanıyor.

Tarafların verecekleri hayatı birleştirme kararının Allah ve Peygamberi adına verilmiş çok güçlü bir sözle birbirine bağlanması amaçlanıyor, taraflara bu şuur verilmeye çalışılıyor.

Müslümanlık, insanlığa ilave artı bir değer olarak da görüldüğü için, evlilik akdinin tamamı ya da kemali için mücerred iki insanın bir araya gelmesi yeterli görülmüyor, tarafların Müslüman olması, en azından erkeğin Müslüman kadının da kitabî olması asgari yeterlilik şartı sayılıyor.

Müşrik bir kadınla bir müslümanın evlenmesi hatta cariye olması halinde onunla teserride bulunması (onu odalık olarak kullanması) caiz görülmüyor. Cinsel ilişki ve bu yolla iki hayatın birleştirilmesi karşı tarafı onurlandırma, yüceltme gibi değerlendiriliyor ve müşrikin böyle bir saygıyı hak edemeyeceği vurgulanmış oluyor.

Dinin temel kaynakları tarafından belirlenen bu asgarî düzey bu kez fıkıh imamları (İslam hukukçuları) tarafından yeterli görülmüyor, her ne kadar dine dayalı olsa da sonuçta fıkhın da bir hukuk boyutu olduğu dikkate alınarak hukukun sosyal telakkileri dikkate alması gereği noktasından hareketle evlilikte özellikle kıza talip olan erkekte aranan ilave bazı denklik şartları da aranıyor.

Nesepte, dinde, takvada, zanaatta, hürriyette ve malda aranan bu denklik şartları esasen dinin özüne uymaz. Çünkü din insanları aynı tarağın dişleri gibi eşit görür ve üstünlüğü takvada (erdemde) arar. Ama hukuk, evliliğin sorunsuz yürüyebilmesi için insanlarca itibara alınan unsurları da hesaba katar ve bu sayılan konularda erkeğin kıza denk olması şartını arar.

Dinen anlamsız gibi gözüken bu kabil denklik şartları bizim toplumumuzda da önem arz eden, insanlar tarafından dikkate alınan hususlar olmaktadır. Öyle ya “Davul bile dengi dengine çalar!” “Kızı kendi gönlüne bıraksan ya davulcuya ya zurnacıya gider!”

Bütün bunlar doğru da fakat bazı şeyler oldu, köprünün altından çok sular aktı ve biz bütün bu olup bitenlerden gaflet içerisinde kaldık. Söz gelimi davulcular ve zurnacılar sanatçı oldular her biri insanlık semasında parlayan birer yıldız! oldular. Ama biz hala eski tekerlemeleri tekerlemeye devam ettik.  Diğer hususlarla ilgili olarak da benzer biçimde telakkiler değişti.

Sıkıntı bu değişikliklerin farkında olmak ve bunların hayata yön ve düzen veren kurallar üzerinde ne kadar etkin ve belirleyici olduğunu bilmek.

Söz gelimi Müslüman bir kadının gayri Müslim bir erkekle evlenmesinin imkansızlığı izah edilirken kullanılan argüman şöyle idi: Belirleyici olan erkektir, kadın tabi konumdadır. Kocanın kitabi bir hanımla evli olması halinde o, kadının kutsalına da saygı gösterir. Çünkü ehli kitabın peygamberleri aynı zamanda Müslümanların da peygamberleridir. Fakat aksi durumda bu böyle değildir. Kadın tabidir. O yüzden gerek kadın ve gerekse çocuklar gayrimüslim aile içinde kaybolur gider. Böyle bir sonuca müncer olacağı baştan beli olan bir evliliğe imkan vermemek gerekir.

Aile yapılarının değişmesi ve çekirdek aile yapısının esas olması halinde acaba bu anlatılanlar doğru mudur? Yani çekirdek aile yapısı içinde çocuk üzerinde etkin ve belirleyici olan anne midir, yoksa baba mıdır?

Bu soruyu her kime sorsanız bugün verilecek cevap üç aşağı beş yukarı aynıdır ve “Anne!” şeklindedir.

Büyük ailelerde çocuğu doğuran kadınlar çocukları üzerinde söz sahibi olmazlar, genelde ailenin büyükleri onlar üzerinde söz sahibi olurlar, her umurdan onlar sorumlu olurlar hatta çocuğun adını bile onlar koyarlar. Üstelik kimi geleneksel aile yapıları içinde annenin aile büyüklerinin yanında çocuğuna sahip çıkması, onu kucağına alıp sevmesi vb. gibi davranışlar bile ayıp sayılır. Kısaca ifade etmek gerekirse çocukları anneler değil bütünüyle aile eğitir ve büyütür. Böyle bir ortamda annenin gayri Müslim (kitabî) olmasının çocuğun etiğimi ve büyütülmesi üzerinde belirleyici bir etkisi olmaz. Ama mesela kocanın Müslüman, kadının kitabî olduğu bir çekirdek aile yapısı içinde doğacak çocuk üzerinde babanın hakim ve belirleyici olması son derece zayıf bir ihtimaldir. Buna mukabil kadının Müslüman kocanın gayrimüslim olması halinde çocuk üzerinde anne olarak kadının etkisi kesinlikle çok daha belirleyici bir durumda olacaktır.

İşte Garibce olan biz bu değişimlerin farkında mıyız?

Vereceğimiz fetvaları bu değişimleri göz önünde bulundurarak veriyor muyuz?
Asıl sorun bu gözüküyor.

Din İşleri Yüksek Kurulu’nun bu konuda bir kararı bulunmamaktadır. Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı I’de aslında bu konu da gündeme alınmış idi. Ancak sonuç bildirgesinde konunun yeterince tartışılmasının ileriki toplantılara ötelendiği ifade edilmektedir[1]. Doğrusu bu konuda bir kapı aralanmasına sanki bir ihtiyaç hissedildiği, ancak cevaz vermenin netameli olduğu o yüzden de şimdilik ötelenmesi gerektiği gibi bir tavır hissedilmektedir.

Kaldı ki bu oturuma katılanlar arasında İsmail Yakıt, Mehmet Aydın gibi isimler bunun caiz olabileceği doğrultusunda görüş beyan etmişler, buna mukabil evlilik esnasında eşlerden birinin Müslüman olması halinde bu evliliğin sürdürülebileceği konusunda önemli bir sayıda katılımcı olumlu görüş bildirmişlerdir. (Hamza Aktan,  İsmail Hakkı Ünal, İbrahim Paçacı gibi…)
İmdi işimiz zor.

Bir tarafta bize rağmen kendi öz kızlarımız Eliflerimiz kendilerine eş olarak Helmut’ların oğullarını seçerler. Diğer taraftan Müslüman olmuş Elizabet’ler Müslüman erkeklerle –haklı gerekçelerle- evlenmek istemezler. Öbür yandan sırf Müslüman bir kızla evlilik için falanca Yunanlı sözde Müslüman olduğunu söyler, iddiasını ispat için bilmem neresini kestirir kestirmez bilinmez…
Velhasıl eskilerin pek aşina olmadıkları bir sürü sorunla karşı karşıya bulunmaktayız.

Biz daha düne kadar farklı mezheplerdeki erkek ve kadının evliliğini bir sorunsal olarak görürken, bu küreselleşme belası “Öyle mi, alın size daha beteri!” dercesine üzerimize yığınla ve eskilerin duysa inanamayacağı türden sorunları boca etti.

Bunların cevapları kitaplarda yoktur. Var olduğunu sananlar sadece kendilerini aldatırlar. Çünkü eskiye dair her bir hüküm, kendi döneminin bağlamının bir ürünüdür. O bağlam aynısıyla bugün olmadığı sürece bizim o hükümleri sözde ya da isimde benzer olan sorunlara vermemiz halinde, uymayacaktır. Erbabınca bunun uymayacağı da haddizatında baştan bellidir.

Ama “Uysa da uymasa da!” şeklinde bir tavır dayatılıyorsa o zaman denilecek bir şey yoktur. Siz o cevabı dayatırsınız, hayat da size kendi cevabını dikte eder. Sonunda bakmışsınız ki hayat, içinde olan ile birlikte akıp gitmiş ve sizi de haliyle kenara itmiş. Sesiniz belki geliyor, ama hangi çağdan geldiği ve ne anlam ifade ettiği artık anlaşılamıyor.

Müslümanlık zor zanaat, belli.

Hoca (fakih) olmak ise zor ki hem de ne zor!

Zoru başaranlara selam olsun!

31.01.2013
GARİBCE


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı I, 15-18 Mayıs 2002 İstanbul, Ankara 2004. s. 784.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...