Had (ç. Hudûd) “Bizzat Şârî
tarafından Allah hakkı olmak üzere adı konulmuş, miktarı belirlenmiş bir
cezadır”.
Miktarı belirli olmadığı için
tazir gerektiren suçlar had kapsamının dışında kalır. Keza kısas ve diyeti
gerektiren suçlar da –modern hukukun aksine- kul hakkı kapsamında mütalaa
edildiği için tanım dışında kalmaktadır.
Buna göre haddi gerektiren suçlar
şunlardır:
1. Zina.
2. Kazf (iffete iftira),
3. Hırsızlık,
4. Hırâbe (eşkiyalık, terör),
5. Bağy (kurulu meşru düzene
başkaldırı, isyan)
6. İrtidad (dinden dönme),
7. İçki içme cezası.
İçki içmenin günah ve aynı zamanda
İslam hukukuna göre bir suç olduğunda kuşku yoktur. Ancak bunun bir had cezası
gerektiren bir suç mu yoksa taziri gerekli kılan bir suç mu olduğu tartışmaya
açık gibi duruyor.
Tazir, azarlama anlamındadır.
Haram olan bir şeyin yapılması ya da emredilen bir şeyin terk edilmesi durumunda
Şâri’in ceza olarak bizzat belirlediği bir durum yoksa, takdiri devlet
başkanına (ülülemr) bırakılan ve mahkemeye celp, mahkemede sert bir bakış, bir
söz yahut şehir içinde dolaştırarak teşhir gibi ya da üç celde ile otuz dokuz
celde arasında değişen bir cezayla tecziye yoluna gidilmesi demektir.
İçki içme cezası tazir olsa ne
olur, had olsa ne olur? denilebilir. Tazir cezaları esnektir; zaman ve mekana,
konjonktüre göre bizzat devlet başkanı (ülülemr) tarafından uygun görülebilecek
bir ceza olabilir. Oysa had cezaları asla değiştirilemez ve üstelik affı da
mümkün değildir.
İmam Ebu Hanife’ye göre yasak olan
içkiler arasında da bir ayrım vardır. Bizzat Kur’an’da adı konularak haram
kılınmış olan Hamr yani şarap içene sarhoş olmasa bile bu ceza uygulanırken,
diğer içkilerde ceza uygulanabilmesi için sarhoş olması şartı vardır[2]. Sarhoş
olmanın ölçüsü de yeri göğü ayırt edemeyecek kadar ya da kadını erkeği
seçemeyecek kadar aklı başında olmamak şeklinde açıklamalar yapılır.
İçkinin (hamr) haram ve
dolayısıyla içiminin aynı zamanda bir suç olduğunda şüphe yoktur. Fakat
cezasının ne olduğu konusu çok açık değildir.
Genelde bu konuda “tebkît”ten bahseden hadisler delil
olarak kullanılmaktadır. Hz. Peygamber’e bir içki içen kişi getirilmiş, o da
sahabeye “Onu uslandırın (tebkît)” buyurmuş. Sahabe de kimi pabucu ile, kimi
eliyle, kimi elbisesinin ucuyla olmak üzere, kimi de yüzüne toprak saçma
şeklinde o kişiyi tartaklamışlar. Kırk kadar vurdukları tespiti yapılmış ve bu
uygulama cezaya esas kılınmış.
Ama daha sonraları Hz. Ömer
zamanında içki içenlerin önü alınamayınca Hz. Ali’nin de önerisiyle[3] ceza olarak
seksen celde vurulması benimsenmiş ve ondan sonra da bir had olarak seksen
celde bir esas olarak uygulamada ve ardından da kitaplarımızda yer etmiştir[4].
Hal böyle iken cezanın seksen
celde şeklinde uygulanması konusunda yine de bir tedirginliğin olduğu
görülmektedir. Nitekim Hz. Ali’nin şöyle söylendiği rivayet edilir:
“Had uyguladığım ve bu yüzden ölen
hiç bir kimse hakkında içimde bir rahatsızlık
duymam. Yalnız içki cezası bundan
hariçtir. Eğer o kişi had sebebiyle ölecek olsa elbette diyetini öderdim. Çünkü
bu konuda Hz. Peygamber’in bir sünneti (uygulaması) olmamıştır”[5]
Beyhakî rivayetinde bu söze yer
verdikten sonra şöyle bir talikte (yorum) bulunur:
“Hz. Ali bu konuda Hz. Peygamber’in
bir sünneti (uygulaması) olmamıştır” derken tazir yoluyla kırk üzerine ziyade
edilen kısım için bunu söylemiştir. Yoksa ilk kırk celde, hurma dalı, pabuç,
elbise ucu gibi yollarla bizzat Hz. Peygamber’in uygulamasıyla sabittir” [6]
Görülüyor ki bu haddin bir kere
seksen olarak sübutu tazir yolu iledir. Yani ülülemrin inisiyatifi ile
belirlenmiş ve öylece de karar kılmıştır.
İlk kırkı ise diğer hadlerde
olduğu gibi bizzat Şâri tarafından hâs bir lafızla belirlenmiş de değildir.
Belli ki sahabenin bir takdiri söz konusudur ve ne ile vurulduğu konusunda da diğer
hadlerde olduğunun aksine tam bir farklılık vardır.
Bütün bunlardan sonra bu cezanın
ilk kırk da dahil olmak üzere bir tür tazir cezası şeklinde uygulanmış olduğu
kanaati bizde hakim olmuştur.
Günümüze gelince içki ve benzeri
toplumlarda yaygın olan ve yayılma istidadı gösteren kötülüklerle mücadele etmek
elbette gereklidir. Ancak bunlara karşı cezai müeyyideler getirilmesi ve içki
içenlerin sıkı takibe alınıp ağır cezalarla cezalandırma girişimleri tarihte
hep başarısız olmuştur. Ankara Büyük Millet Meclisi’nin ilk çıkardığı kanun,
Meclis-i Mebusân’ın gündeminde olan ve dolayısıyla da sıra numarası eski meclisin
bıraktığı yerden başlayan 14 Eylül 1920 tarih ve 22 sayılı Men-i Müskirat Kanunu’dur[7].
Bu Kanun 26 Mart l926 günlü
ve 790 sayılı yasanın 30. maddesi ile tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır.
Ansiklopedik
bilgilere göre 20. yüzyılın ilk yarısında alkollü içkilerin bazı ülkelerde
yasaklandığı dönemler vardır:
·
1914 - 1925 Rusya ve Sovyetler Birliği
·
1916 - 1927 Norveç (1917
- 1923 yılları arasında bira ve şarap yasağı ile desteklendi)
·
1919'da Macaristan (Macaristan
Sovyet Cumhuriyeti, 21 Mart ile 1 Ağustos arası szesztilalom olarak adlandırılır)
·
1919 - 1932 Finlandiya (kieltolaki yani "banlama yasası" olarak
adlandırılır)
·
1920 - 1933 Amerika Birleşik Devletleri
Bu yasaklamaların tümü istenilen
sonucu vermemiş, dünyada içki ve daha sonra bunun yanında sigara ve uyuşturucu
kullanımı hızla yayılmıştır.
Buradan da anlaşılıyor ki ceza
önerisi yeterli bir tedbir olamamaktadır. Bunun için iman ve ahlak düzleminde
tedbirlere başvurmak ve asıl vazi (engelleyici motif) olarak cezayı değil,
eğitimi görmek, cezaya gerekmesi halinde sadece ikincil ve destek mahiyetinde başvurmak
esas olmalıdır.
Medine sokaklarında küplerin
kırılıp da sel gibi şarabın akıtıldığı eylemin henüz cezâî hiç bir müeyyidesi
yoktu. Ama insanlar artık öyle bir davranışı ortaya koyabilecek bir kıvama
gelebilmişlerdi. Hikmetli teşrî, elbette ki bu gibi konularda tedrîciliği (aşamalılık
ilkesi) de hesaba katmak zorundadır. Yaygın tüketimi olan bir nesnenin,
bugünden yarına yasaklanmasıyla önünün alınması çok zordur. Uygulamalar da
bunun neredeyse imkansız olduğunu ispat için yeterlidir.
İşin diyanî ve ahlakî yönü öne
çıkarılmalı ve insanlar bu gibi alışkanlıkların zararlı ve uzun vadede öldürücü,
toplumu ve nesli ifsad edici olduğu gerçeğine inandırılmalı, yayılmaması için
önlemler alınmalı, özendirici davranışlara imkan verilmemelidir. İçki reklamı
radyo ve televizyonlarda yasak olabilir. Fakat bütün diziler ve filimler baştan
sonra uygulamalı olarak bunu özendirmektedir. İnsanlar her eve girişlerinde
ille de içki içmek gerekiyormuş görüntüsü o kadar hakimdir ki, keza yanlarına
birinin her gelişinde ille de içki ikram etmek sanki bir zorunlulukmuş gibi
lanse edilmekte ve bilinç altına adeta bu figürler kazınmaktadır.
Ondan sonra da hep birlikte içki,
sigara, kumar gibi kötü alışkanlıkların zararlarını anlatmaya çalışmak, hiç
inandırıcı olmamaktadır.
Hele içki içmeyi modern olmakla
ilişkilendirmek ve çağdaşlığın bir gereği olduğunu resmî kabullerde bile
zihinlere empoze etmek, körpe dimağlar tarafından asla ıskalanmamakta, bütün
bunlar çok güçlü bir özenti oluşturmakta ve bu gibi nesnelerin kullanılma yaşı
ilk okullara kadar düşmektedir[8].
Bu hayra alamet bir durum
değildir.
Bize lazım olan sağduyudur,
insanlıktır ve bütün bunların üzerine artı bir değer olan İslamlıktır.
Biz ağzımıza koymadık ve bunun hiç
eksikliğini ve ezikliğini de hissetmedik.
İçenlere zoraki bir şey
dayatacağımız da yoktur. Ama onlar açısından da içimine gönlümüz razı
olmamaktadır. Bir şeyin zararı müsellemse, aklı olan insanların ondan uzak
durması akıllılık olmalıdır. Bunun bir tür gericilik olarak lanse edilmesi ve
üzerimizde bu yolla baskı kurulmaya çalışılması bizce asla kabul edilebilir bir
durum değildir.
Neslimizin sağlıklı olarak
bekasını istemek hepimizin hakkıdır.
Sigara konusunda önemli tedbirler
alınmıştır. Bu tedbirler birçok kimseyi rahatsız etse de toplumun kahir
ekseriyeti bundan memnuniyet duymuştur.
Yanlış, her zaman ve her yerde
yanlıştır.
Çağdaş zamanların imajı ile
alakalı da olsa içki zararlıdır. Azı çoğunun davetçisidir. Sonuçlar ise
ortadadır.
Ya Rabbi! Sen bu zıkkımı günah ve
bir suç saymasaydın bile bize bahşettiğini akılla ve fıtratla, toplumun
sağduyusu ile beslenen irfanımızla zaten içmezdik. Bizim kendimizden bu anlamda
korkumuz yok. Fakat soframızdaki hemdem arkadaşlarımızın sarhoş olup da deve
çene kemiğini kafamızda paralamasından -şimdilerde
arabayı üstümüze sürmesinden- emin olamazdık.
Sen lütuf buyurdun, “artık tümden bırakın!”
dedin. Biz de tümden bıraktık.
Duyduk ve uyduk Ya Ya Rabbi!
Duyduk ve uyduk!
Dua ile!
06.01.2013
GARİBCE
[3] الموطأ - رواية يحيى الليثي
- (2 / 842) ان عمر بن الخطاب استشار في
الخمر يشربها الرجل فقال له علي بن أبي طالب نرى أن تجلده ثمانين فإنه إذا شرب سكر
وإذا سكر هذى وإذا هذى افترى أو كما قال فجلد عمر في الخمر ثمانين.
[4] السنن الكبرى للبيهقي وفي ذيله
الجوهر النقي - (8 / 319) وَأُتِىَ النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- بِشَارِبٍ
فَقَالَ :« اضْرِبُوهُ ». فَضَرَبُوهُ بِالأَيْدِى وَالنِّعَالِ وَأَطْرَافِ الثِّيَابِ
وَحَثَوْا عَلَيْهِ التُّرَابَ ثُمَّ قَالَ النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- بَكِّتُوهُ
فَبَكَّتُوهُ ثُمَّ أَرْسَلَهُ قَالَ فَلَمَّا كَانَ أَبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ
سَأَلَ مَنْ حَضَرَ ذَلِكَ الْمَضْرُوبَ فَقَوَّمَهُ أَرْبَعِينَ فَضَرَبَ أَبُو بَكْرٍ
رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ فِى الْخَمْرِ أَرْبَعِينَ حَيَاتَهُ ثُمَّ عُمَرُ رَضِىَ اللَّهِ
عَنْهُ حَتَّى تَتَايَعَ النَّاسُ فِى الْخَمْرِ فَاسْتَشَارَ فَضَرَبَهُ ثَمَانِينَ
[5] مسند أحمد بن حنبل - (1 /
125) عن على رضي الله عنه قال : ما من رجل أقمت عليه حدا
فمات فأجد في نفسي إلا الخمر فإنه لو مات لوديته لأن رسول الله صلى الله عليه و سلم
لم يسنه
[6] السنن الكبرى للبيهقي وفي ذيله
الجوهر النقي - (6 / 123)12009- عَنْ عَلِىٍّ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : مَا مِنْ
صَاحِبِ حَدٍّ أُقِيمَ عَلَيْهِ أَجِدُ فِى نَفْسِى عَلَيْهِ شَيئًا إِلاَّ صَاحِبَ
الْخَمْرِ لَوْ مَاتَ لَوَدَيْتُهُ لأَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- لَمْ
يَسُنَّهُ. أَخْرَجَهُ الْبُخَارِىُّ وَمُسْلِمٌ فِى الصَّحِيحِ مِنْ حَدِيثِ سُفْيَانَ
الثَّوْرِىِّ. {ق} وَإِنَّمَا أَرَادَ لَمْ يَسُنَّ مَا وَرَاءَ الأَرْبَعِينَ إِلَى
الثَّمَانِينِ وَهُو مَا زَادُوا عَلَى حَدِّهِ عَلَى وَجْهِ التَّعْزِيرِ فَأَمَّا
الأَرْبَعُونَ بِالْجَرِيدِ وَالنِّعَالِ وَأَطْرَافِ الثِّيَابِ فَهُوَ حَدٌّ ثَابِتٌ
عَنِ النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم-.
[7] MEN'-İ MÜSKİRAT KANUNU
(Ceride-i Resmiye İle neşir ve
ilân: 28 şubat 1337 - No. 4)
No. 22
BÎRÎNCÎ MADDE — Memaliki
Osmaniye'de her nevi müskirat imal, ithal, füruht ve istimali memnudur.
İKİNCİ MADDE — Müskirat imal,
ithal ve nakil ve füruht edenlerden müskiratın beher kıyesi için elli lira
cezayi nakdî alınır ve elde edilen müskirat imha olunur.
ÜÇÜNCÜ MADDE — Alenen müskirat
istimal edenler veya hafiyen istimal edipte sarhoşluğu görülenler ya haddi şerî
veya elli liradan iki yüz liraya kadar cezayi nakdî veyahut üç aydan bir seneye
kadar hapis cezasıyla tecziye olunurlar. Sıfatı resmiye erbabından olanlar dahi
memuriyetten tard edilir ve bu husustaki hükümler kabili itiraz ve istinaf ve
temyiz değildir.
DÖRDÜNCÜ MADDE — Bu kanunun
tasdiki ve neşriyle beraber içki imaline mahsus bilcümle alât ve edevat
müsadere edilir. Mevcut içkiler derhal temhir edilir ve iki ay zarfında memalik-i
ecnebiyeye ihracına müsaade olunur. İki ay hitamın da mevcut müskirat imha
olunur.
BEŞİNCİ MADDE — Tababette
kullanılacak her nevi ispirtolu mevat ihtiyaç nispetinde Sıhhiye vekâletince
eczanelere tevzi ve sarfiyatı kontrole tabi tutulur.
ALTINCI MADDE — Tababette istimal
olunacak ispirtolu mevaddın sureti istimal ve sarfı hakkında Sıhhiye
vekâletince bir talimatname kaleme alınacaktır.
YEDİNCİ MADDE — Bu kanun tarihi
neşrinden itibaren mer'idir.
SEKİZİNCİ MADDE — Bu kanunun
icrayi ahkâmına Dahiliye, Adliye ve Sıhhiye vekilleri memurdur,
14 eylül 1336 ve 1 muharrem 1339
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder