Bizim
Osmanlı ile ilgili değerlendirmelerimiz genelde bulunduğumuz yerden
baktığımızda ancak görebildiğimiz şekildedir. Cumhuriyeti bir evre, tabii bir
süreç sonunda gelinen yer olarak görmeyen ve onu bir yönetim biçimi şeklinde
değil de ideolojik ileri bir durum olarak algılayanlar nazarında Osmanlı ve
Osmanlıya ait her türlü değer ve kurumlar tu kakadır, o dönem gericiliğin,
tutuculuğun, istibdadın tarihidir. Meşruiyet bile kesmez, ille de bir erdem
olarak cumhuriyet vardır. Başka türlüsü zaten olamazdı. Bunların büyük bir
çoğunluğu için hala demokrasi bir ideal değildir. Demokrasi olmasa da olabilir.
Yeter ki bizim ideolojilerimizle beslenen ve bizim dahi kendisinden
beslendiğimiz bir cumhuriyetimiz olsun.
Öbür
taraftan da bakınca altı asır boyu süren Osmanlı dönemi idealize edilmesi
gereken bir dönemdir, şanlı tarihimizdir, huzur iklimidir, güllük gülistanlıktır. Şeriat en ideal biçimde uygulanmıştır. Her ne
ki iyidir, onu Osmanlı uygulamıştır, yapmıştır. Her ne ki onlar yapmıştır, öyle
ise mutlaka bir kerameti, fevkalade bir değeri vardır.
Oysa ne şu
ne de bu ideal olanı. Her tarihi dönem
gibi Osmanlı’nın da iyisi vardır, kötüsü vardır. Başka milletler için örnek
olmuş güzel yönleri vardı, buna mukabil belki yanlışları, hataları da vardır.
Şimdi mevcut olan kötülükler gibi, o dönemde de hayatta var olan kötülükler, o
kötülükleri işleyen kötüler hep olmuştur. Buna mukabil elbette ki iyiler de
vardır ve belirleyici olanlar da onlar olmuştur. Aksi takdirde bu kadar uzun
bir süre hakimiyet sürmeleri mümkün olamazdı.
İdeal ile
var olan arasında şöyle ya da böyle mutlaka bir aralık olmalı. Ufukta her zaman
için bizi daha iyiye ve daha güzele sevk edecek idealler olmalı. Bir vakıa
olarak gerçekler, idealin bizzat kendisi olmamalı.
Osmanlı
gerçekten asırlar boyu bir barış ve huzur ortamı oluşturmuş, İslam açısından da
önemli hizmetler görmüş, asırlar boyu İslam’ın bayraktarlığını yapmış,
Malazgirt ile başlayan Batı’ya yönelme sürecinde İslam’ı hem bir din hem bir
medeniyet olarak başarıyla Avrupa içlerine kadar taşımış, yerleştirdiği evlad-ı
fatihan ile İslam varlığını bugün de Osmanlının el etek çekmesinin arkasından
hala varlığını oralarda sürdürmektedir. Balkanlarda
Osmanlıyla birlikte Türklükle İslamlık özdeş olmuştur.
Bu yazının
amacı elbette Osmanlı övgüsü ya da yergisi değildir. Bizi bu yazıda
ilgilendiren konu Osmanlı’nın İslam ahkamını uygulamada nasıl bir tavır
takındığıdır.
Malum
hırsızlık, zina gibi suçlar İslam hukuku açısından had cezaları olarak kabul
edilir. Bu cezalar, bizzat Şari tarafından belirlenmiş olur ve bunların
uygulanmasında kararlılık istenir. Bu tür cezaların ıskatı ve affı da mümkün
değildir. Sübut bulduktan sonra “Muhammed’in kızı Fatıma da olsa”, suçu işleyen
kimsenin mutlaka cezasını bulması gerekir.
İmdi
Osmanlı bunca uzun bir dönemde ve yaygın geniş bir coğrafyada böylesi bir
sistemi nasıl uygulamıştır.
Recm
cezası her ne kadar Kur’an’da yok ise de
hadislerde ve uygulamada vardır. Bizzat Hz. Peygamber tarafından ve onun
bilgisi dahilinde en az üç recim uygulaması Yahudilerle ilgili vermiş olduğu
hüküm de dahil edilirse daha da fazla uygulama bulunmakta ve fıkıh
kitaplarımızda da bir had şekli olarak yer almaktadır. Muhsan (sahih bir evlilik
deneyimi yaşamış) olan erkek ya da kadının
zina etmesi halinde recmedilmesi bir had cezası olarak fıkıh kitaplarında yer
etmiştir ve hala da –kitaplar aynı kitaplar olduğu ve tahrif de söz konusu
olmayacağı için- aynıdır.
Peki
Osmanlı bu cezayı uygulamış mıdır?
Buna cevap
evet ama sadece bir keredir. O da Beyazîzâde’nin şeyhulislamlığı döneminde uygulanmış,
evine Yahudi birisini alan bir kadın Sultan Ahmed meydanında recmedilerek
öldürülmüştür. Yahudi de siyaseten katledilmiştir.
Bu
uygulamanın dışında başka bir örneğe rastlanılmamaktadır. Bu uygulamanın da
oldukça rahatsız edici olduğu bilinmektedir.
Hırsızlık
suçunun cezası da el kesmedir.
Peki,
Osmanlı uygulamasında sözü edilen had cezalarının uygulaması nasıldır?
Kanunnamelerde
şöyle düzenlemeler bulunmaktadır:
Osmanlı’nın
en güçlü olduğu döneme ait Yavuz Sultan Selim Han Kanunnamesi’nde şöyle
düzenlemeler vardır:
1. “Eğer
bir kimesne zina eylese, şer’ ile sabit olsa, zina eden kişi evlü ve gani olsa,
bin akçeye kadir olsa veya daha ziyadeye kadir olsa, siyaset olunmadığı
takdirce, dört yüz akçe cürm alına. Vasatu’l-hal olsa, iki yüz akçe cürm alına.
Andan aşağa ki gayet fakir ola, kırk akçe cürm alına…”
“Eğer zina
eden kişi ergen ve gani olsa, yüz akçe cürm alına…”
25. “Eğer
bir kişi hamr içse, kadı hakkından gelip iki ağaca bir akça cürm alına.” (Ağaç,
celde karşılığında sopa anlamında kullanılıyor).
26. “…Eğer
bir kişi at ya katır ya merkep uğurlarsa, elin keseler yahut iki yüz akçe cürm
alına.” (bk. Ahmet Akgündüz, Osmanıl Kanunnameleri ve Hukukî
Tahlilleri,İstanbul 1991, III, 88 vd.)
Diğer
kanunnamelerde de benzer düzenlemeler vardır.
Peki
uygulama nasıldır?
Bir numune
olması bakımından bir arşiv çalışmanın sonucunu özetle vermek istiyoruz:
“Yaptığımız
araştırma 16.-18. yüzyıl Bursa Şer’iyye Sicilleri’nin tümünü kapsayacak
nitelikte olmayıp sondaj yardımıyla elde edilen belgeler dikkate alınmıştır… Buna
göre Tablo 1’de 29 adet veri bulunmaktadır. Bunlardan 5’i yalnızca hırsızlık
suçuna ilişkin olup 25’i hırsızlık yanında cinayet gibi çok ciddi suçları da
kapsamaktadır. Verilen cezalara bakıldığında 29 veriden 9’unda verilen ceza
belirtilmemiş olup sicile kayıttan ibarettir. … Bunun dışında 1 hapis, 1 ömür boyu kalebent, 1
görevden alma, 1 kürek cezası, 1 sürgün, 2 berâet, geriye kalan 13 veride ise
ölüm cezasının verildiği görülmektedir.”
(bk. Ömer Düzbakar, İslâm-Osmanlı
Ceza Hukukunda Hırsızlık Suçu: 16-18. Yüzyıllarda Bursa Şer’iyye Sicillerine Yansıyan
Örnekler, (TSA/ Yıl: 12, S: 2, Ağustos 2008), s. 103)
İlginçtir bu sonuçta “el
kesme” cezasına rastlanmamaktadır.
Bu sonuç,
Osmanlı’nın uygulamada bizzat had cezası olarak belirlenmiş cezaların yanına “yahut” diyerek farklı cezalar da koyabildiğinin
bir tescilidir.
Osmanlının
zaman ve mekan olarak bu kadar uzun ve geniş bir dönemi hakimiyeti altında
bulundurması başarısında kanaatimce bu esnek anlayışın da olumlu bir payı
vardır.
______oOo_______
Bu tezden
Osmanlı’da da günümüz toplumlarında olduğu gibi suç olgusunun olduğunu ve
insanların esas itibariyle değişmediğini, eskilerin hep iyi günümüzdekilerin
hep kötü olmadığını, her zaman iyilerin de kötülerin de bulunduğunu gösteren birkaç
örnek olay aktaralım:
______oOo_______
Gayrimüslimlerden
olup adları hırsızlık olaylarına karışanlar da olmuştur. Bunlardan biri de Bünyamin
oğlu David’tir. 1741’de Bursa Yahudilerinden İshak oğlu Yako mahkemeye gelerek
David’in daima silâhla gezip vakitsiz hanesine gelip zevcesine taarruza kast
ettiğini, İshak adında birisini de darp ettiğini bildirmiştir. Birçok Yahudi de
David’in sürekli olarak silahlı olarak gezip hırsızlık yaptığını ve herkese ağza
alınmayacak küfürler ettiğini, namussuzlar ve eşkıya ile ittifakı olduğunu ve sürekli
olarak kanunsuz işlerle uğraştığını mahkemede yüzüne karşı söylemeleri üzerine
tersaneye küreğe konulmak üzere gönderilmiştir (Kepecioğlu, I: 353).
______oOo_______
Hırsızlık
gibi kimi suçlarda faillere yardım ve yataklık eden bazı kimseler de
bulunmaktadır. Hatta bunlardan bir kısmı Hamzabey İmamı Ahmet Efendi gibi din görevlilerindendir.
Evinin şehir kenarında olmasından istifade ederek yol kesen ve hırsızlık eden eşkıyayı
evinde muhafaza etmektedir. Durumun öğrenilmesi için merkezden gönderilen bir
fermanla Ahmet Efendi hakkında esaslı tahkikat yapılması emredilmiştir. Bursa’daki ulema, sulehâ ve şeyhler
mahkemeye davet edilip bu imamın fena halleri incelenmiş ve tümü ahlâksız, muzır,
eşkıyaya yataklık ve elebaşlık yapmakta olduğunu söylemiştir. Yaptıkları yalnızca bununla kalmamış 1180/1766 Rabiu’l-ahir
ortalarında Seddülbahir Kalesi’nde kalebent edilmek üzere hapsedilen Atranoslu
Yazıcı oğlu Zor Ağa ile arkadaşı Abdullah’ı hapisten kurtarmak için çevresine üçyüz-beşyüz
kişilik bir grup toplayarak adı geçen kişilerin hapisten çıkarılmaması halinde
büyük kargaşa çıkacağını iddia ederek tahliye ettirmiştir. Hükümete karşı bile
zorlama hareketlerinde bulunduğundan Bursa’nın bu gibi rezil adamlardan
temizlenmesi için Girit’teki Resmo Kalesi’ne kalebent edilmesi ve Bursa
ahalisinin istemedikçe serbest bırakılmamasına karar verilerek Bursa nâibi Mevlânâ
Ahmet Munip Efendi tarafından Divan-ı Hümâyuna arz edilmiştir. Divan-ı Hümâyun da
verilen kararı haklı bularak Ahmet Efendi’nin Resmo Kalesi’ne gönderilerek kalebent
edilmesini emretmiştir (Kepecioğlu, I: 87).
______oOo_______
Kalebent
cezasına çarptırılan bir başka kişi ise “Badi Badi” lakaplı Mehmet’tir. 1768
tarihli kayda göre Bursa’daki başta ulema olmak üzere pek çok kişi tarafından
mahkemeye şikâyet edilerek başta hırsızlık olmak üzere halka çok zarar verdiği
belirtilerek “sâî bi’l-fesâd, vâcibü’l-izâle” yani ölüm cezası istenmişse de ömür
boyu kalebent cezasına çarptırılmıştır (BŞS B 179 80b).
______oOo_______
Din
görevlisi oldukları halde hırsızlık ve başka suçları işlediklerinden dolayı görevinden
alınan kimseler de vardır. 1773’de İstanbul’da mahalle imamlarından Hacı Mehmet
oğlu Osman ile oğlu Abdullah bunlardandır. Namuslu kimselerin ırzlarını
lekelemektedirler. Ahlaksızlıkları herkesçe bilinmektedir. Zina ve hırsızlık suçlarından
dolayı daha önce de suçlanmışlar ve bu suçlarından dolayı mütevellilik görevinden
alınmışlardır. Buna rağmen bu tür suçları işlemekte ısrar etmektedirler. Abdullah,
Neslihansultan Mahallesinde Ahmet kızı Ayşe’nin evine girerek kızı Rabia’nın kızlığını
bozmak istemiştir. Buna direnen kızı yara ve bere içinde bırakmıştır. Kız,
feryadına yetişenler tarafından kurtarılmıştır. Osman da zina suçlamasıyla
birkaç defa basılmış ve imamlığı için bir vekil tayin edilerek oğlu ile
birlikte Bursa’ya sürgüne gönderilmişlerdir (Kepecioğlu, III: 446).
______oOo_______
Kendilerini
askeri sınıftanmış gibi göstererek hırsızlık yapanlar da vardı. Yusuf oğlu
Musli bunlardan biridir. Kardeşi Ahmet ile birlikte yeniçeri olmadıkları halde
yeniçeri elbisesiyle dolaşmaktadırlar. 1604 tarihli kayda göre Musli, Irgandı Köprüsü
başında Ali kızı Ayşe’yi zorla sürükleyerek kardeşi Ahmet’in Çukurçeşme
Mahallesi’ndeki evine götürmüştür. Yeniçeri zabiti Hamza ve Bursa subaşısı
Sefer tarafından eve yapılan baskın sonucunda yakalanarak mahkemeye götürülmüşlerdir.
Diğer suçlarda olduğu gibi hırsızlık olaylarında da çete diyebileceğimiz nitelikte
gruplar bulunmaktadır. Bursalı eşkıyadan Burma Ahmet’in başını çektiği gruptan
Kömürcüoğlu Kara Mehmet, Zincirci Şaşı Ali ve değirmenci Bâli oğlu Hasan, Bursa’nın
Caferhoca Mahallesi’nden kendi halinde blunan Emine Hatun’un evine girmiştir.
Kadını Bursa dışındaki bahçelere götürüp tecavüz ederek, üç gece sonra tekrar
evine getirmişlerdir. Bununla da kalmayıp Muradiye Çarşısı’nda birkaç dükkâna girerek
içindeki mal ve erzakı çalmışlardır. Bu gibi hırsızlıkları sürekli yaptıklarına,
“sâî bi’lfesad fi’l-arz ve siyaseten izaleleri vacip olduğunu” mahallelerinde
oturanlar şahitlik etmeleriyle ahz ve haps olunarak ölüm cezası verilmesi üzerine
Bursa Kadısı Abdullah Efendi tarafından padişaha arz edilmiştir. Bunun üzerine
gelen fermanda kaçmalarına meydan verilmeyerek İstanbul’a gönderilmeleri 1737’de
emredilmiştir (Kepecioğlu, I: 84).
______oOo_______
Kuruçeşme’de
vakıfları bulunan ve yaptığı hayır işleri ile tanınan Emir Aynî kızı Fatma Hatun’un
Pınarbaşı’nda bulunan türbesinin üzerindeki kurşun kubbenin üçte birinden
fazlası geceleyin soyulmuştur. 1561 tarihli bu kayda göre kubbenin soyulan kurşun
kısmının yerine kiremit ile örtülmesine karar verilmiştir (BŞS A 79 108).
______oOo_______
Garibce
bunda bir gariblik görmüyor. Çünkü biliyor ki insan ilkellikten tekamül ederek
günümüze gelmedi. Bir insanın hayatında yedisinde ne ise yetmişinde de o olduğu
gibi insanlık da bidayetinde ne idiyse nihayetinde de odur. Her ne kadar
ibtidaî kemalden nihaî kemale doğru bir tarih yürüyüşü olmuşsa da özünde bir
değişiklik yoktur.
Yatkın
doğmuştur, kötülüğe de iyiliğe de.
Ama
Allah onun yetkin olmasını murad etmiştir.
Dinler
işte bunun için vardır. Peygamberler bu yetkinliğe örnek olmak için
gönderilmişlerdir.
Allah
bizi de yetkin olabilenlerden eylesin!
16.01.2013
GARİBCE
hocam sizin bu yazinizi okurken aklima osmanlida bir zamanlar yaygin olan ve hatta bunun icin paralarin bile vakfolundugu soylenen olen kisinin ardindan ucretle kuran okumalar geldi. bu durum su an bizim memlekette de baya yaygindir. nasil olur da boyle bir sey osmanlida bu kadar yaygin olur diye dusunmedim deyil. fakat soylediginiz gibi insanlik bidayetinde ne idiyse nihayetinde de odur. azer abbasov
YanıtlaSil