16 Ocak 2013 Çarşamba

Osmanlı hadlerle ilgili olarak “yahut” demesini bilebilmiş midir?



Bizim Osmanlı ile ilgili değerlendirmelerimiz genelde bulunduğumuz yerden baktığımızda ancak görebildiğimiz şekildedir. Cumhuriyeti bir evre, tabii bir süreç sonunda gelinen yer olarak görmeyen ve onu bir yönetim biçimi şeklinde değil de ideolojik ileri bir durum olarak algılayanlar nazarında Osmanlı ve Osmanlıya ait her türlü değer ve kurumlar tu kakadır, o dönem gericiliğin, tutuculuğun, istibdadın tarihidir. Meşruiyet bile kesmez, ille de bir erdem olarak cumhuriyet vardır. Başka türlüsü zaten olamazdı. Bunların büyük bir çoğunluğu için hala demokrasi bir ideal değildir. Demokrasi olmasa da olabilir. Yeter ki bizim ideolojilerimizle beslenen ve bizim dahi kendisinden beslendiğimiz bir cumhuriyetimiz olsun.
Öbür taraftan da bakınca altı asır boyu süren Osmanlı dönemi idealize edilmesi gereken bir dönemdir, şanlı tarihimizdir, huzur iklimidir, güllük gülistanlıktır.  Şeriat en ideal biçimde uygulanmıştır. Her ne ki iyidir, onu Osmanlı uygulamıştır, yapmıştır. Her ne ki onlar yapmıştır, öyle ise mutlaka bir kerameti, fevkalade bir değeri vardır.
Oysa ne şu ne de bu ideal olanı.  Her tarihi dönem gibi Osmanlı’nın da iyisi vardır, kötüsü vardır. Başka milletler için örnek olmuş güzel yönleri vardı, buna mukabil belki yanlışları, hataları da vardır. Şimdi mevcut olan kötülükler gibi, o dönemde de hayatta var olan kötülükler, o kötülükleri işleyen kötüler hep olmuştur. Buna mukabil elbette ki iyiler de vardır ve belirleyici olanlar da onlar olmuştur. Aksi takdirde bu kadar uzun bir süre hakimiyet sürmeleri mümkün olamazdı.
İdeal ile var olan arasında şöyle ya da böyle mutlaka bir aralık olmalı. Ufukta her zaman için bizi daha iyiye ve daha güzele sevk edecek idealler olmalı. Bir vakıa olarak gerçekler, idealin bizzat kendisi olmamalı.
Osmanlı gerçekten asırlar boyu bir barış ve huzur ortamı oluşturmuş, İslam açısından da önemli hizmetler görmüş, asırlar boyu İslam’ın bayraktarlığını yapmış, Malazgirt ile başlayan Batı’ya yönelme sürecinde İslam’ı hem bir din hem bir medeniyet olarak başarıyla Avrupa içlerine kadar taşımış, yerleştirdiği evlad-ı fatihan ile İslam varlığını bugün de Osmanlının el etek çekmesinin arkasından hala varlığını oralarda sürdürmektedir.  Balkanlarda Osmanlıyla birlikte Türklükle İslamlık özdeş olmuştur.
Bu yazının amacı elbette Osmanlı övgüsü ya da yergisi değildir. Bizi bu yazıda ilgilendiren konu Osmanlı’nın İslam ahkamını uygulamada nasıl bir tavır takındığıdır.
Malum hırsızlık, zina gibi suçlar İslam hukuku açısından had cezaları olarak kabul edilir. Bu cezalar, bizzat Şari tarafından belirlenmiş olur ve bunların uygulanmasında kararlılık istenir. Bu tür cezaların ıskatı ve affı da mümkün değildir. Sübut bulduktan sonra “Muhammed’in kızı Fatıma da olsa”, suçu işleyen kimsenin mutlaka cezasını bulması gerekir.
İmdi Osmanlı bunca uzun bir dönemde ve yaygın geniş bir coğrafyada böylesi bir sistemi nasıl uygulamıştır.
Recm cezası her ne kadar Kur’an’da yok ise de  hadislerde ve uygulamada vardır. Bizzat Hz. Peygamber tarafından ve onun bilgisi dahilinde en az üç recim uygulaması Yahudilerle ilgili vermiş olduğu hüküm de dahil edilirse daha da fazla uygulama bulunmakta ve fıkıh kitaplarımızda da bir had şekli olarak yer almaktadır. Muhsan (sahih bir evlilik deneyimi yaşamış)  olan erkek ya da kadının zina etmesi halinde recmedilmesi bir had cezası olarak fıkıh kitaplarında yer etmiştir ve hala da –kitaplar aynı kitaplar olduğu ve tahrif de söz konusu olmayacağı için- aynıdır.
Peki Osmanlı bu cezayı uygulamış mıdır?
Buna cevap evet ama sadece bir keredir. O da Beyazîzâde’nin şeyhulislamlığı döneminde uygulanmış, evine Yahudi birisini alan bir kadın Sultan Ahmed meydanında recmedilerek öldürülmüştür. Yahudi de siyaseten katledilmiştir.
Bu uygulamanın dışında başka bir örneğe rastlanılmamaktadır. Bu uygulamanın da oldukça rahatsız edici olduğu bilinmektedir.
Hırsızlık suçunun cezası da el kesmedir.
Peki, Osmanlı uygulamasında sözü edilen had cezalarının uygulaması nasıldır?
Kanunnamelerde şöyle düzenlemeler bulunmaktadır:
Osmanlı’nın en güçlü olduğu döneme ait Yavuz Sultan Selim Han Kanunnamesi’nde şöyle düzenlemeler vardır:
1. “Eğer bir kimesne zina eylese, şer’ ile sabit olsa, zina eden kişi evlü ve gani olsa, bin akçeye kadir olsa veya daha ziyadeye kadir olsa, siyaset olunmadığı takdirce, dört yüz akçe cürm alına. Vasatu’l-hal olsa, iki yüz akçe cürm alına. Andan aşağa ki gayet fakir ola, kırk akçe cürm alına…”
“Eğer zina eden kişi ergen ve gani olsa, yüz akçe cürm alına…”
25. “Eğer bir kişi hamr içse, kadı hakkından gelip iki ağaca bir akça cürm alına.” (Ağaç, celde karşılığında sopa anlamında kullanılıyor).
26. “…Eğer bir kişi at ya katır ya merkep uğurlarsa, elin keseler yahut iki yüz akçe cürm alına.” (bk. Ahmet Akgündüz, Osmanıl Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri,İstanbul 1991, III, 88 vd.)
Diğer kanunnamelerde de benzer düzenlemeler vardır.
Peki uygulama nasıldır?
Bir numune olması bakımından bir arşiv çalışmanın sonucunu özetle vermek istiyoruz:
Yaptığımız araştırma 16.-18. yüzyıl Bursa Şer’iyye Sicilleri’nin tümünü kapsayacak nitelikte olmayıp sondaj yardımıyla elde edilen belgeler dikkate alınmıştır… Buna göre Tablo 1’de 29 adet veri bulunmaktadır. Bunlardan 5’i yalnızca hırsızlık suçuna ilişkin olup 25’i hırsızlık yanında cinayet gibi çok ciddi suçları da kapsamaktadır. Verilen cezalara bakıldığında 29 veriden 9’unda verilen ceza belirtilmemiş olup sicile kayıttan ibarettir. …  Bunun dışında 1 hapis, 1 ömür boyu kalebent, 1 görevden alma, 1 kürek cezası, 1 sürgün, 2 berâet, geriye kalan 13 veride ise ölüm cezasının verildiği görülmektedir.”
 (bk. Ömer Düzbakar, İslâm-Osmanlı Ceza Hukukunda Hırsızlık Suçu: 16-18. Yüzyıllarda Bursa Şer’iyye Sicillerine Yansıyan Örnekler, (TSA/ Yıl: 12, S: 2, Ağustos 2008), s. 103)
İlginçtir bu sonuçta “el kesme” cezasına rastlanmamaktadır.
Bu sonuç, Osmanlı’nın uygulamada bizzat had cezası olarak belirlenmiş cezaların  yanına “yahut” diyerek farklı cezalar da koyabildiğinin bir tescilidir.
Osmanlının zaman ve mekan olarak bu kadar uzun ve geniş bir dönemi hakimiyeti altında bulundurması başarısında kanaatimce bu esnek anlayışın da olumlu bir payı vardır.
______oOo_______
Bu tezden Osmanlı’da da günümüz toplumlarında olduğu gibi suç olgusunun olduğunu ve insanların esas itibariyle değişmediğini, eskilerin hep iyi günümüzdekilerin hep kötü olmadığını, her zaman iyilerin de kötülerin de bulunduğunu gösteren birkaç örnek olay aktaralım:
______oOo_______
Gayrimüslimlerden olup adları hırsızlık olaylarına karışanlar da olmuştur. Bunlardan biri de Bünyamin oğlu David’tir. 1741’de Bursa Yahudilerinden İshak oğlu Yako mahkemeye gelerek David’in daima silâhla gezip vakitsiz hanesine gelip zevcesine taarruza kast ettiğini, İshak adında birisini de darp ettiğini bildirmiştir. Birçok Yahudi de David’in sürekli olarak silahlı olarak gezip hırsızlık yaptığını ve herkese ağza alınmayacak küfürler ettiğini, namussuzlar ve eşkıya ile ittifakı olduğunu ve sürekli olarak kanunsuz işlerle uğraştığını mahkemede yüzüne karşı söylemeleri üzerine tersaneye küreğe konulmak üzere gönderilmiştir (Kepecioğlu, I: 353).
______oOo_______
Hırsızlık gibi kimi suçlarda faillere yardım ve yataklık eden bazı kimseler de bulunmaktadır. Hatta bunlardan bir kısmı Hamzabey İmamı Ahmet Efendi gibi din görevlilerindendir. Evinin şehir kenarında olmasından istifade ederek yol kesen ve hırsızlık eden eşkıyayı evinde muhafaza etmektedir. Durumun öğrenilmesi için merkezden gönderilen bir fermanla Ahmet Efendi hakkında esaslı tahkikat yapılması  emredilmiştir. Bursa’daki ulema, sulehâ ve şeyhler mahkemeye davet edilip bu imamın fena halleri incelenmiş ve tümü ahlâksız, muzır, eşkıyaya yataklık ve elebaşlık yapmakta olduğunu söylemiştir. Yaptıkları   yalnızca bununla kalmamış 1180/1766 Rabiu’l-ahir ortalarında Seddülbahir Kalesi’nde kalebent edilmek üzere hapsedilen Atranoslu Yazıcı oğlu Zor Ağa ile arkadaşı Abdullah’ı hapisten kurtarmak için çevresine üçyüz-beşyüz kişilik bir grup toplayarak adı geçen kişilerin hapisten çıkarılmaması halinde büyük kargaşa çıkacağını iddia ederek tahliye ettirmiştir. Hükümete karşı bile zorlama hareketlerinde bulunduğundan Bursa’nın bu gibi rezil adamlardan temizlenmesi için Girit’teki Resmo Kalesi’ne kalebent edilmesi ve Bursa ahalisinin istemedikçe serbest bırakılmamasına karar verilerek Bursa nâibi Mevlânâ Ahmet Munip Efendi tarafından Divan-ı Hümâyuna arz edilmiştir. Divan-ı Hümâyun da verilen kararı haklı bularak Ahmet Efendi’nin Resmo Kalesi’ne gönderilerek kalebent edilmesini emretmiştir (Kepecioğlu, I: 87).
______oOo_______
Kalebent cezasına çarptırılan bir başka kişi ise “Badi Badi” lakaplı Mehmet’tir. 1768 tarihli kayda göre Bursa’daki başta ulema olmak üzere pek çok kişi tarafından mahkemeye şikâyet edilerek başta hırsızlık olmak üzere halka çok zarar verdiği belirtilerek “sâî bi’l-fesâd, vâcibü’l-izâle” yani ölüm cezası istenmişse de ömür boyu kalebent cezasına çarptırılmıştır (BŞS B 179 80b).
______oOo_______
Din görevlisi oldukları halde hırsızlık ve başka suçları işlediklerinden dolayı görevinden alınan kimseler de vardır. 1773’de İstanbul’da mahalle imamlarından Hacı Mehmet oğlu Osman ile oğlu Abdullah bunlardandır. Namuslu kimselerin ırzlarını lekelemektedirler. Ahlaksızlıkları herkesçe bilinmektedir. Zina ve hırsızlık suçlarından dolayı daha önce de suçlanmışlar ve bu suçlarından dolayı mütevellilik görevinden alınmışlardır. Buna rağmen bu tür suçları işlemekte ısrar etmektedirler. Abdullah, Neslihansultan Mahallesinde Ahmet kızı Ayşe’nin evine girerek kızı Rabia’nın kızlığını bozmak istemiştir. Buna direnen kızı yara ve bere içinde bırakmıştır. Kız, feryadına yetişenler tarafından kurtarılmıştır. Osman da zina suçlamasıyla birkaç defa basılmış ve imamlığı için bir vekil tayin edilerek oğlu ile birlikte Bursa’ya sürgüne gönderilmişlerdir (Kepecioğlu, III: 446).
______oOo_______
Kendilerini askeri sınıftanmış gibi göstererek hırsızlık yapanlar da vardı. Yusuf oğlu Musli bunlardan biridir. Kardeşi Ahmet ile birlikte yeniçeri olmadıkları halde yeniçeri elbisesiyle dolaşmaktadırlar. 1604 tarihli kayda göre Musli, Irgandı Köprüsü başında Ali kızı Ayşe’yi zorla sürükleyerek kardeşi Ahmet’in Çukurçeşme Mahallesi’ndeki evine götürmüştür. Yeniçeri zabiti Hamza ve Bursa subaşısı Sefer tarafından eve yapılan baskın sonucunda yakalanarak mahkemeye götürülmüşlerdir. Diğer suçlarda olduğu gibi hırsızlık olaylarında da çete diyebileceğimiz nitelikte gruplar bulunmaktadır. Bursalı eşkıyadan Burma Ahmet’in başını çektiği gruptan Kömürcüoğlu Kara Mehmet, Zincirci Şaşı Ali ve değirmenci Bâli oğlu Hasan, Bursa’nın Caferhoca Mahallesi’nden kendi halinde blunan Emine Hatun’un evine girmiştir. Kadını Bursa dışındaki bahçelere götürüp tecavüz ederek, üç gece sonra tekrar evine getirmişlerdir. Bununla da kalmayıp Muradiye Çarşısı’nda birkaç dükkâna girerek içindeki mal ve erzakı çalmışlardır. Bu gibi hırsızlıkları sürekli yaptıklarına, “sâî bi’lfesad fi’l-arz ve siyaseten izaleleri vacip olduğunu” mahallelerinde oturanlar şahitlik etmeleriyle ahz ve haps olunarak ölüm cezası verilmesi üzerine Bursa Kadısı Abdullah Efendi tarafından padişaha arz edilmiştir. Bunun üzerine gelen fermanda kaçmalarına meydan verilmeyerek İstanbul’a gönderilmeleri 1737’de emredilmiştir (Kepecioğlu, I: 84).
______oOo_______
Kuruçeşme’de vakıfları bulunan ve yaptığı hayır işleri ile tanınan Emir Aynî kızı Fatma Hatun’un Pınarbaşı’nda bulunan türbesinin üzerindeki kurşun kubbenin üçte birinden fazlası geceleyin soyulmuştur. 1561 tarihli bu kayda göre kubbenin soyulan kurşun kısmının yerine kiremit ile örtülmesine karar verilmiştir (BŞS A 79 108).
______oOo_______

Garibce bunda bir gariblik görmüyor. Çünkü biliyor ki insan ilkellikten tekamül ederek günümüze gelmedi. Bir insanın hayatında yedisinde ne ise yetmişinde de o olduğu gibi insanlık da bidayetinde ne idiyse nihayetinde de odur. Her ne kadar ibtidaî kemalden nihaî kemale doğru bir tarih yürüyüşü olmuşsa da özünde bir değişiklik yoktur.
Yatkın doğmuştur, kötülüğe de iyiliğe de.
Ama Allah onun yetkin olmasını murad etmiştir.
Dinler işte bunun için vardır. Peygamberler bu yetkinliğe örnek olmak için gönderilmişlerdir.

Allah bizi de yetkin olabilenlerden eylesin!

16.01.2013
GARİBCE

1 yorum:

  1. hocam sizin bu yazinizi okurken aklima osmanlida bir zamanlar yaygin olan ve hatta bunun icin paralarin bile vakfolundugu soylenen olen kisinin ardindan ucretle kuran okumalar geldi. bu durum su an bizim memlekette de baya yaygindir. nasil olur da boyle bir sey osmanlida bu kadar yaygin olur diye dusunmedim deyil. fakat soylediginiz gibi insanlik bidayetinde ne idiyse nihayetinde de odur. azer abbasov

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...