20 Ocak 2013 Pazar

Birand: Müslümanların acılarını hissedemedik



Birand Garibce nazarında bir başarı öyküsü idi. Belli ki bizim dünyamıza uzak biri idi. Bizim değerlerimiz ile onun değerleri belki farklı idi.
İnançlı olduğunu söylüyordu. Ama namazım yok diyordu. Namazsız bu iş olmaz diye biliriz biz, ama demek ki başka bir nazarla bakılınca oluyormuş. Dedesi “Cennet-cehennem diye bir şey yok oğlum, ne varsa burada” dermiş. Öyle bir dedenin böyle bir torunu epey inançlı sayılabilir.
Doğrusu biz de “kişinin cennet ve cehennemi burada, kişi onları beraberinde kendi götürür” gibi laflar ediyoruz. Ama bu sözler, söyleniş saiki itibariyle çok farklı gibi gözüküyor.
Çevresinde Müslüman olmadığı için onların acılarını hissedemediğini itiraf ediyor.
Onun ve benzerlerinin geldiği yerde, bu ülkede Müslümanlığın kültürel de olsa artık kendini epeyce kabul ettirdiğini görmek mümkün sayılabilir.
Oldum olası Müslümanlar bu ülkede horlandılar, aşağılandılar, sindirildiler, takibe uğradılar, hatta olmadık bahanelerle idam edildiler… Bunun sonucunda devlet ve millet ayrışması yaşandı. O yüzden de birçokları açısından sistemden uzak durma birinci tercihleri oldu. Çoğu köylerimizde ilk okullar çok geç açıldı. Bundan bizim kendi köyümüz de nasiptardı. Dünyaya biraz erken gelecek olsaydım, ağabeylerim gibi ben de okuyamazdım. Oysa iktidar bu okullardan geçenlerin eline geçiyordu. Sonra onlar da geç de olsa bu sürece dahil oldular. Çocuklarını okuttular, bir yerlere gelmeye çalıştılar. Bir yerlere gelenler eşlerini yanlarında hiç taşımadılar, çünkü onlar kimliklerini ele veriyorlardı. Bu insanlar zaman içinde kız çocuklarını da okutmaya karar verdiler. Ve sıkıntılar işte belirgin bir şekilde o zaman görünür hale geldi. O zamana kadar çekilen sıkıntılar pek belli değildi, alttan alta yaşanıyor ve idare ediliyordu. Şimdi ise okumak isteyen ama mevcut değerlerine de sıkı sıkıya bağlı kalmak isteyen bu kızlar yeni bir değişimin öncüsü, yeni bir doğumun sancısı oluvermişlerdi: Bunlar hem değerleriyle özdeş gördükleri başörtülerini açmamak ama mutlaka da okumak çabası içinde olmak tercihi içindeydiler. Bu süreçte Müslüman aileler çok büyük sıkıntılar ve acılar çektiler.
İmam Hatip okulları sistem içinde  Müslüman kesim için adeta bir sığınaktı. Ama sürekli hedef yapıldı ve hep baskı altında oldu, hedef tahtasına döndürüldü, delik deşik edildi. Kâh kapatıldı, kâh sınırlandırıldı, kâh biçildi. Şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemlerle bu okullar -bir taşra İHL müdürümüzün anlattığı üzere- dört yüz öğrenciden sıfır öğrenciye düştü. Kapılarına kilit vurulmaması için köy köy dolaşıp, her şeyini karşılama vaatleriyle bu okullara öğrenci toplama çabası içine düşüldü. Büyük şehirlerde ancak çok başarılı öğrencilerin sınavları aşarak kaydettirilebildiği okullarımız, bir anda içi geçmiş arı kovanlarına döndü ve eşek arılarının istilasına açık hale geldi.
Bu karşı taraf için büyük bir zaferdi ama, bu okulları kendi haremleri, gelecekleri ve ümitlerinin kabesi gibi aziz gören bu millet için dayanılır gibi değildi. Dolayısıyla bu süreçte –Garibce ve onun çocukları da dahil olmak üzere- on binlerce aile çok acı çekti, pek çoğunun ve velinin psikolojisi bozuldu. Kimi tümden dağıttı. Ama Allah’tan ümit kesilmezdi.
İşte o zor zamanlarda Müslümanların yanında yer almak için değil belki ama sırf demokrat olduğu için bu insanların çektikleri acılara karşı çıkan, onların dertlerini dillendiren herkes kim olursa olsun bu insanların yüreklerine su serpmiştir.
Birand’ın Müslümanların acılarını anlayamadıklarını itirafı önemlidir.
Biz biliyoruz ki kimileri de anlamadılar, anlamak istemediler, dinlemediler, çünkü dinleseler anlarlardı, anlayınca da belki insafa gelirlerdi. Zira bu insanların talepleri, karşılanamayacak türden değildi. İstenilen sadece şehit dedelerinin kanlarıyla sahip olunan bu aziz vatan üzerinde kendilerinin de var olduklarının tanınmasıydı. Hepsi bu kadardı. İnsanlar yok sayılmakla yok olmuyor ki.
İşte Müslümanlar, işte Kürtler, işte gayrimüslim azınlıklar. İnsanlar ne zaman uygun bir ortam bulsa bu vatanda kendilerinin de var olduğunu, kendilerinin de görünürlüğünü talep etmektedirler. Bu vatan üzerinde kimse, ötekileştirerek başkaları üzerinde hegomanya kurmasın, bir tür kölelik tesis etmesin.
Böyle bir ortak paydada buluşamaz mıyız?
Benim huzurum, seninki kadardır ancak. Seninki de elbette ki benimki kadar. Eğer huzur istiyorsak, o zaman ben önce senin huzurunu gözetmeliyim ki bu bana da huzur olarak dönsün.
Birand, zor ortamlarda herkesin söylemeye cesaret edemediği şeyleri söyleyebilmiş ve başarılı çalışmalara imza atmıştır. Devrin Genelkurmayı tarafından andıçlanmış, işinden atılmış, imajı kirletilmek istenmiştir.
O bütün bunların üstesinden gelmiş ve sempatikliği ile de herkesimden insanın beğenisini kazanmış bir başarının adresidir. Bu açıdan ondan alacağımız çok ibret olmalıdır. Rahmet olsun.
Ölümü ardından Garibce onun hakkında yazma konusunda garip bir ruh haleti yaşadı. Sonra baktı ki benzer durumda olanlar da var. Bu ruh haletini yansıtmaya yardımcı olacağını düşündüğüm dünkü (19.01.2013) Zaman’daki Ahmet Alkan’ın yazısından bir bölüm ile sözü bitirelim:
“Ölüm haberi, yakın akraba ziyareti sebebiyle kalabalıklaşan evimizde odadan odaya yankılandı; herkeste teessür, “A, iki gün önce haberlerdeydi, nesi varmış ki?” şaşkınlığı.
“Yazarsın herhalde” dedi çok yakın bir aile arkadaşım; dışarıdan, “Ne yazayım, tanışmıyorduk ki, şahsî yakınlığım, müşterek hâtıram yok” diye bir şeyler geveledim. İçimden, “Aynı dünyanın insanı bile değiliz, aramızda kocamaan sınıf farkı var. O beyaz Türk’tü, ben Karabudun’danım; dünya görüşlerimiz farklı” diye homurdandım. İçimdeki ses, “Üzüldün ama, hadi itiraf et” dedi; kızdım, “Üzüldüm tabii, üzülmek insanî bir his. Paris’te tuzağa düşürülüp kalleşçe katledilen o üç kadına da üzüldüm.” Siyasî kimlik nerede biter, insanî sıcaklık nerede başlar, bunlar kolay cevap verilir sualler değil ama ölüm büyük bir şeydir; duvarın ötesine geçiş… Nasıl bir duvar: Torununa, “Cennet-cehennem diye bir şey yok oğlum, ne varsa burada” diyen dedelerin bile günü gelince ötesine geçecekleri ve orada ne olduğunu bilebilecekleri bir duvar. Hakikat ânı! Ölüm bunun için büyük bir şey olmalı. Efendimiz, Müslüman olmayan birinin cenazesine aldırış etmeyen ashâbını böyle ikaz etmişti: “Ölüm büyük bir şeydir!”
İnsânî sıcaklığı, sevimliliği önemsemeli. Mehmet Ali Birand’ı seyircilerinin nazarında sempatik kılan haslet herhalde buydu.”
Bu ruh haletini izlemek için sonra Feys’e baktım. Benim “Birand bir başarı öyküsü idi. Rahmet olsun!” şeklindeki kısa mesajıma “Öyle birine niye rahmet dileyecekmişiz ki” gibisinden tepkiler olduğunu gördüm.
Sonra İlahiyat camiasına bir bakayım dedim. Belli ki orada da insanlar iki kısma ayrılmış gibiydi. Kimi benim gibi “yine de rahmet olsun” demeyi yeğliyordu. Ama belli ki kimilerinin o süreçte canı çok yanmış. Öfkesini hala dindirememişti, çünkü hayatları kararmıştı, dolayısıyla dinecek gibi de değildi. Onlar, rahmet dileyenlere bile öfkeli görünüyorlardı.
Bu tepkileri ve tahlillerini bu yazının devamı kılalım, inşallah.
Biz, kendi zaviyemizden bakarız, kimine rahmet dileriz, kimine toprağı bol olsun deriz. Ama birinin ölümü karşısında sessiz kalamayız. Çünkü gerçekten “Ölüm büyük bir şeydir!”
Tabii ki dönüş O’nadır. Din gününün ve hesabın yegane sahibi O’dur.
Ötesini ancak O bilir!
Dua ile!
20.01.2013
GARİBCE


7 yorum:



  1. Pınar Özge İnsaf ve vicdanlı bir yazı olmuş. Hocam birde okumak,üniversite okumak ve gerçek ilime giden yol hakkında bize bir yazı yazabilir misiniz?


    Ahmet Karakaya yaratılanı severiz yaratandan ötürü iyiliğe iyilikle karşılık vermek her babayiğidin harcı kötülüğe iyilikle karşılık vermek er babayiğidin harcı o bana kötülük yaptı bende ona kötülük yapayım mantığı bizi onlardan farklı kılmaz ağzınıza elinize yüreğinize sağlık hocam peygamberimizin Mekkelilere yaptığı muameleyi hatırlayalım ve onun gibi davranalım yinede Allah rahmet eylesin

    YanıtlaSil
  2. Fatih Özçelik Allah rahmet eylesin... karakter sahibi ve öz eleştirisi bile yeter... kızan ilahiyatçı dindar camiamıza sormak gerek ihl ler sıfır öğrenciye nasıl indi.... o kadar müftü, vaiz, imam, ilahiyatçı, ve o döneme kadar ihl mezunu farklı meslek gurubu insan kendi çocuklarını neden göndermedi... kat sayı yüzünden öyle mi... eğer ihl bir değer se o değeri dünyalık menfaat ve gelecek adına satmak mı iki yüzlülük ve eliştirilmesi gereken yoksa kendiyle ve çizgisiyle dürüst içi dışı bir olmak mı değerli hocam?

    YanıtlaSil

  3. Osman Güman İkircikli bir durum. Sakal-bıyık meselesi. hakkaten garipce.


    Elif Kılıf çok yerinde çok güzel...


    Özlem Kahya Öncel Müslüman'ım dediğini kulaklarımla ben de işittim. neden dilemeyelim ki elbette "Allah rahmet eylesin"...

    YanıtlaSil
  4. Faruk Beşer
    Garibce arkadaşıma bir soru sormak istiyorum: "Benim Allah'a inancım kuvvetlidir. Dinlere gelince; Budizm, Hırıstiyanlık ya da İslam... hiç farketmez, hepsi benim nazarımda eşittir" diyen bir insanın iman açısından hükmü nedir? Cevap versin de garibcenin ümmeti de duysun.

    Mehmet Erdoğan Garibce tek başına bir ümmettir sözünü tutum. Ama garibcenin ümmeti sözün Garibceye uymadı.

    Garibce, insanların hangi inanç üzere öldüklerini bilemez. O yüzden kendisine merhamet edilmesini umarak herkese rahmet diler. Ehil olan nasiplenir, olmayan nasiplenemez. O, ancak O'nunla onun arasında bir şeydir.

    Elbette mizaclar farklıdır. Bunun sonunda bir iş bölümü oluşur: Kimi Molla Kasımlık yapar, kimi Garibce bir avaz yazar.


    Garibce hüsnüniyette yanılmayı, öfke ve kinimizde yanılmaya yeğler.

    YanıtlaSil
  5. herdogan38@.
    Yapılan değerlendirmeler geriden gelenler için ufuk açıcı olabilir mi..? Görülen odur ki, müslümanların sesinin duyulmadığı, ızdıraplarının hissedilmediği, varlıklarının farkına bile varılmadığı bir dünya varmış ve o dünyadan yankılanan bir ses Birand'a aitmiş..O halde o duvar arkasına nasıl ulaşılabilinir, -tebliğ mahiyeti saklı kalmak kaydıyla- bu vesile ile müslümanlara daha çok görev düşmüyor mu..? Ölünün başında diriye ulaşma hesba yapılmalı değil mi..?

    YanıtlaSil
  6. Merhaba Hocam; yazınız için teşekkür ederim. Yorumculardan bir arkadaşın dediği gibi, ben de onun 'müslüman'ım dediğini hatırlıyorum. Diğer dinlere bakışına gelince; aklıma Kur'an'daki bir ayet geliyor: 'Leyse bi emâniyyiküm ve lâ emâniyyi ehli'l-kitâb...' (Nisa, 123). Maaşallah, camilerimizin Allah'ın nurunun 5 vakit gözlerini kamaştıran müslümanlarla dolup taşdığını görmekten ne kadar mutlu olduğumuzu söylemeliyiz. Diğer yandan, Ehl-i Sünnet Kelam alimlerimizin 'bir kimsenin en azından Allah'ın varlığına iman etmekle yükümlü oldukları' görüşlerindeki inceliği düşünüyorum. Hz. Muhammed s.a.v.'in ahlakı ile o kadar ahlaklandık ki, bizim yaşantımızı görenler müslüman olmaktan başka çare bulamıyorlar. Mesela; Avrupa'da müslüman olmayan gayr-i müslim kalmadı desek yeridir. Büyük Mustasfâ yazarı Huccetü'l-İslâm İmâm Gazzâlî'yi yeniden mi okumalıyız ne?.. Teşekkür ederiz Hocam. Biz Garibce'yi seviyoruz. Selamlar. İsmail Taşpınar

    YanıtlaSil
  7. Ahmet Karakaya yaratılanı severiz yaratandan ötürü iyiliğe iyilikle karşılık vermek her babayiğidin harcı kötülüğe iyilikle karşılık vermek er babayiğidin harcı o bana kötülük yaptı bende ona kötülük yapayım mantığı bizi onlardan farklı kılmaz ağzınıza elinize yüreğinize sağlık hocam peygamberimizin Mekkelilere yaptığı muameleyi hatırlayalım ve onun gibi davranalım yinede Allah rahmet eylesin

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...