Birand
Garibce nazarında bir başarı öyküsü idi. Belli ki bizim dünyamıza uzak biri
idi. Bizim değerlerimiz ile onun değerleri belki farklı idi.
İnançlı
olduğunu söylüyordu. Ama namazım yok diyordu. Namazsız bu iş olmaz diye biliriz
biz, ama demek ki başka bir nazarla bakılınca oluyormuş. Dedesi
“Cennet-cehennem diye bir şey yok oğlum, ne varsa burada” dermiş. Öyle bir
dedenin böyle bir torunu epey inançlı sayılabilir.
Doğrusu
biz de “kişinin cennet ve cehennemi burada, kişi onları beraberinde kendi
götürür” gibi laflar ediyoruz. Ama bu sözler, söyleniş saiki itibariyle çok
farklı gibi gözüküyor.
Çevresinde
Müslüman olmadığı için onların acılarını hissedemediğini itiraf ediyor.
Onun
ve benzerlerinin geldiği yerde, bu ülkede Müslümanlığın kültürel de olsa artık kendini
epeyce kabul ettirdiğini görmek mümkün sayılabilir.
Oldum
olası Müslümanlar bu ülkede horlandılar, aşağılandılar, sindirildiler, takibe
uğradılar, hatta olmadık bahanelerle idam edildiler… Bunun sonucunda devlet ve
millet ayrışması yaşandı. O yüzden de birçokları açısından sistemden uzak durma
birinci tercihleri oldu. Çoğu köylerimizde ilk okullar çok geç açıldı. Bundan
bizim kendi köyümüz de nasiptardı. Dünyaya biraz erken gelecek olsaydım,
ağabeylerim gibi ben de okuyamazdım. Oysa iktidar bu okullardan geçenlerin
eline geçiyordu. Sonra onlar da geç de olsa bu sürece dahil oldular. Çocuklarını
okuttular, bir yerlere gelmeye çalıştılar. Bir yerlere gelenler eşlerini
yanlarında hiç taşımadılar, çünkü onlar kimliklerini ele veriyorlardı. Bu
insanlar zaman içinde kız çocuklarını da okutmaya karar verdiler. Ve sıkıntılar
işte belirgin bir şekilde o zaman görünür hale geldi. O zamana kadar çekilen
sıkıntılar pek belli değildi, alttan alta yaşanıyor ve idare ediliyordu. Şimdi ise
okumak isteyen ama mevcut değerlerine de sıkı sıkıya bağlı kalmak isteyen bu
kızlar yeni bir değişimin öncüsü, yeni bir doğumun sancısı oluvermişlerdi:
Bunlar hem değerleriyle özdeş gördükleri başörtülerini açmamak ama mutlaka da
okumak çabası içinde olmak tercihi içindeydiler. Bu süreçte Müslüman aileler çok
büyük sıkıntılar ve acılar çektiler.
İmam
Hatip okulları sistem içinde Müslüman
kesim için adeta bir sığınaktı. Ama sürekli hedef yapıldı ve hep baskı altında
oldu, hedef tahtasına döndürüldü, delik deşik edildi. Kâh kapatıldı, kâh
sınırlandırıldı, kâh biçildi. Şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemlerle bu
okullar -bir taşra İHL müdürümüzün anlattığı üzere- dört yüz öğrenciden sıfır
öğrenciye düştü. Kapılarına kilit vurulmaması için köy köy dolaşıp, her şeyini
karşılama vaatleriyle bu okullara öğrenci toplama çabası içine düşüldü. Büyük
şehirlerde ancak çok başarılı öğrencilerin sınavları aşarak kaydettirilebildiği
okullarımız, bir anda içi geçmiş arı kovanlarına döndü ve eşek arılarının
istilasına açık hale geldi.
Bu
karşı taraf için büyük bir zaferdi ama, bu okulları kendi haremleri, gelecekleri
ve ümitlerinin kabesi gibi aziz gören bu millet için dayanılır gibi değildi.
Dolayısıyla bu süreçte –Garibce ve onun çocukları da dahil olmak üzere- on binlerce
aile çok acı çekti, pek çoğunun ve velinin psikolojisi bozuldu. Kimi tümden
dağıttı. Ama Allah’tan ümit kesilmezdi.
İşte
o zor zamanlarda Müslümanların yanında yer almak için değil belki ama sırf
demokrat olduğu için bu insanların çektikleri acılara karşı çıkan, onların
dertlerini dillendiren herkes kim olursa olsun bu insanların yüreklerine su
serpmiştir.
Birand’ın
Müslümanların acılarını anlayamadıklarını itirafı önemlidir.
Biz
biliyoruz ki kimileri de anlamadılar, anlamak istemediler, dinlemediler, çünkü
dinleseler anlarlardı, anlayınca da belki insafa gelirlerdi. Zira bu insanların
talepleri, karşılanamayacak türden değildi. İstenilen sadece şehit dedelerinin
kanlarıyla sahip olunan bu aziz vatan üzerinde kendilerinin de var olduklarının
tanınmasıydı. Hepsi bu kadardı. İnsanlar yok sayılmakla yok olmuyor ki.
İşte
Müslümanlar, işte Kürtler, işte gayrimüslim azınlıklar. İnsanlar ne zaman uygun
bir ortam bulsa bu vatanda kendilerinin de var olduğunu, kendilerinin de
görünürlüğünü talep etmektedirler. Bu vatan üzerinde kimse, ötekileştirerek
başkaları üzerinde hegomanya kurmasın, bir tür kölelik tesis etmesin.
Böyle
bir ortak paydada buluşamaz mıyız?
Benim
huzurum, seninki kadardır ancak. Seninki de elbette ki benimki kadar. Eğer
huzur istiyorsak, o zaman ben önce senin huzurunu gözetmeliyim ki bu bana da huzur
olarak dönsün.
Birand,
zor ortamlarda herkesin söylemeye cesaret edemediği şeyleri söyleyebilmiş ve
başarılı çalışmalara imza atmıştır. Devrin Genelkurmayı tarafından andıçlanmış,
işinden atılmış, imajı kirletilmek istenmiştir.
O
bütün bunların üstesinden gelmiş ve sempatikliği ile de herkesimden insanın
beğenisini kazanmış bir başarının adresidir. Bu açıdan ondan alacağımız çok
ibret olmalıdır. Rahmet olsun.
Ölümü ardından Garibce onun hakkında
yazma konusunda garip bir ruh haleti yaşadı. Sonra baktı ki benzer durumda
olanlar da var. Bu ruh haletini yansıtmaya yardımcı olacağını düşündüğüm dünkü
(19.01.2013) Zaman’daki Ahmet Alkan’ın yazısından bir bölüm ile sözü bitirelim:
“Ölüm haberi, yakın akraba ziyareti
sebebiyle kalabalıklaşan evimizde odadan odaya yankılandı; herkeste teessür,
“A, iki gün önce haberlerdeydi, nesi varmış ki?” şaşkınlığı.
“Yazarsın herhalde” dedi çok yakın
bir aile arkadaşım; dışarıdan, “Ne yazayım, tanışmıyorduk ki, şahsî yakınlığım,
müşterek hâtıram yok” diye bir şeyler geveledim. İçimden, “Aynı dünyanın insanı
bile değiliz, aramızda kocamaan sınıf farkı var. O beyaz Türk’tü, ben
Karabudun’danım; dünya görüşlerimiz farklı” diye homurdandım. İçimdeki ses,
“Üzüldün ama, hadi itiraf et” dedi; kızdım, “Üzüldüm tabii, üzülmek insanî bir
his. Paris’te tuzağa düşürülüp kalleşçe katledilen o üç kadına da üzüldüm.”
Siyasî kimlik nerede biter, insanî sıcaklık nerede başlar, bunlar kolay cevap
verilir sualler değil ama ölüm büyük bir şeydir; duvarın ötesine geçiş… Nasıl
bir duvar: Torununa, “Cennet-cehennem diye bir şey yok oğlum, ne varsa burada”
diyen dedelerin bile günü gelince ötesine geçecekleri ve orada ne olduğunu
bilebilecekleri bir duvar. Hakikat ânı! Ölüm bunun için büyük bir şey olmalı.
Efendimiz, Müslüman olmayan birinin cenazesine aldırış etmeyen ashâbını böyle
ikaz etmişti: “Ölüm büyük bir şeydir!”
İnsânî sıcaklığı, sevimliliği
önemsemeli. Mehmet Ali Birand’ı seyircilerinin nazarında sempatik kılan haslet
herhalde buydu.”
Bu ruh haletini izlemek için sonra
Feys’e baktım. Benim “Birand bir başarı öyküsü idi. Rahmet olsun!” şeklindeki kısa
mesajıma “Öyle birine niye rahmet dileyecekmişiz ki” gibisinden tepkiler
olduğunu gördüm.
Sonra İlahiyat camiasına bir bakayım
dedim. Belli ki orada da insanlar iki kısma ayrılmış gibiydi. Kimi benim gibi “yine
de rahmet olsun” demeyi yeğliyordu. Ama belli ki kimilerinin o süreçte canı çok
yanmış. Öfkesini hala dindirememişti, çünkü hayatları kararmıştı, dolayısıyla dinecek
gibi de değildi. Onlar, rahmet dileyenlere bile öfkeli görünüyorlardı.
Bu tepkileri ve tahlillerini bu
yazının devamı kılalım, inşallah.
Biz, kendi zaviyemizden bakarız,
kimine rahmet dileriz, kimine toprağı bol olsun deriz. Ama birinin ölümü
karşısında sessiz kalamayız. Çünkü gerçekten “Ölüm büyük bir şeydir!”
Tabii ki dönüş O’nadır. Din gününün
ve hesabın yegane sahibi O’dur.
Ötesini ancak O bilir!
Dua ile!
20.01.2013
GARİBCE
YanıtlaSilPınar Özge İnsaf ve vicdanlı bir yazı olmuş. Hocam birde okumak,üniversite okumak ve gerçek ilime giden yol hakkında bize bir yazı yazabilir misiniz?
Ahmet Karakaya yaratılanı severiz yaratandan ötürü iyiliğe iyilikle karşılık vermek her babayiğidin harcı kötülüğe iyilikle karşılık vermek er babayiğidin harcı o bana kötülük yaptı bende ona kötülük yapayım mantığı bizi onlardan farklı kılmaz ağzınıza elinize yüreğinize sağlık hocam peygamberimizin Mekkelilere yaptığı muameleyi hatırlayalım ve onun gibi davranalım yinede Allah rahmet eylesin
Fatih Özçelik Allah rahmet eylesin... karakter sahibi ve öz eleştirisi bile yeter... kızan ilahiyatçı dindar camiamıza sormak gerek ihl ler sıfır öğrenciye nasıl indi.... o kadar müftü, vaiz, imam, ilahiyatçı, ve o döneme kadar ihl mezunu farklı meslek gurubu insan kendi çocuklarını neden göndermedi... kat sayı yüzünden öyle mi... eğer ihl bir değer se o değeri dünyalık menfaat ve gelecek adına satmak mı iki yüzlülük ve eliştirilmesi gereken yoksa kendiyle ve çizgisiyle dürüst içi dışı bir olmak mı değerli hocam?
YanıtlaSil
YanıtlaSilOsman Güman İkircikli bir durum. Sakal-bıyık meselesi. hakkaten garipce.
Elif Kılıf çok yerinde çok güzel...
Özlem Kahya Öncel Müslüman'ım dediğini kulaklarımla ben de işittim. neden dilemeyelim ki elbette "Allah rahmet eylesin"...
Faruk Beşer
YanıtlaSilGaribce arkadaşıma bir soru sormak istiyorum: "Benim Allah'a inancım kuvvetlidir. Dinlere gelince; Budizm, Hırıstiyanlık ya da İslam... hiç farketmez, hepsi benim nazarımda eşittir" diyen bir insanın iman açısından hükmü nedir? Cevap versin de garibcenin ümmeti de duysun.
Mehmet Erdoğan Garibce tek başına bir ümmettir sözünü tutum. Ama garibcenin ümmeti sözün Garibceye uymadı.
Garibce, insanların hangi inanç üzere öldüklerini bilemez. O yüzden kendisine merhamet edilmesini umarak herkese rahmet diler. Ehil olan nasiplenir, olmayan nasiplenemez. O, ancak O'nunla onun arasında bir şeydir.
Elbette mizaclar farklıdır. Bunun sonunda bir iş bölümü oluşur: Kimi Molla Kasımlık yapar, kimi Garibce bir avaz yazar.
Garibce hüsnüniyette yanılmayı, öfke ve kinimizde yanılmaya yeğler.
herdogan38@.
YanıtlaSilYapılan değerlendirmeler geriden gelenler için ufuk açıcı olabilir mi..? Görülen odur ki, müslümanların sesinin duyulmadığı, ızdıraplarının hissedilmediği, varlıklarının farkına bile varılmadığı bir dünya varmış ve o dünyadan yankılanan bir ses Birand'a aitmiş..O halde o duvar arkasına nasıl ulaşılabilinir, -tebliğ mahiyeti saklı kalmak kaydıyla- bu vesile ile müslümanlara daha çok görev düşmüyor mu..? Ölünün başında diriye ulaşma hesba yapılmalı değil mi..?
Merhaba Hocam; yazınız için teşekkür ederim. Yorumculardan bir arkadaşın dediği gibi, ben de onun 'müslüman'ım dediğini hatırlıyorum. Diğer dinlere bakışına gelince; aklıma Kur'an'daki bir ayet geliyor: 'Leyse bi emâniyyiküm ve lâ emâniyyi ehli'l-kitâb...' (Nisa, 123). Maaşallah, camilerimizin Allah'ın nurunun 5 vakit gözlerini kamaştıran müslümanlarla dolup taşdığını görmekten ne kadar mutlu olduğumuzu söylemeliyiz. Diğer yandan, Ehl-i Sünnet Kelam alimlerimizin 'bir kimsenin en azından Allah'ın varlığına iman etmekle yükümlü oldukları' görüşlerindeki inceliği düşünüyorum. Hz. Muhammed s.a.v.'in ahlakı ile o kadar ahlaklandık ki, bizim yaşantımızı görenler müslüman olmaktan başka çare bulamıyorlar. Mesela; Avrupa'da müslüman olmayan gayr-i müslim kalmadı desek yeridir. Büyük Mustasfâ yazarı Huccetü'l-İslâm İmâm Gazzâlî'yi yeniden mi okumalıyız ne?.. Teşekkür ederiz Hocam. Biz Garibce'yi seviyoruz. Selamlar. İsmail Taşpınar
YanıtlaSilAhmet Karakaya yaratılanı severiz yaratandan ötürü iyiliğe iyilikle karşılık vermek her babayiğidin harcı kötülüğe iyilikle karşılık vermek er babayiğidin harcı o bana kötülük yaptı bende ona kötülük yapayım mantığı bizi onlardan farklı kılmaz ağzınıza elinize yüreğinize sağlık hocam peygamberimizin Mekkelilere yaptığı muameleyi hatırlayalım ve onun gibi davranalım yinede Allah rahmet eylesin
YanıtlaSil