12 Ocak 2013 Cumartesi

Müslümanlık yolda olmaktır, yolunda ölmektir.



Herkes bir yol tutturmuş gidiyor.
İyi, güle güle, ne diyelim.
Ama İslam adına bir yol iddiası varsa o zaman elbette ki Garibce bir Müslüman olarak bizim de söyleyeceklerimiz vardır.
Hiç kimse İslam adına insanlarımızı iğfal etmemeli, onları sonu belli olmayan maceralara sürüklememeli, ateş çukurunun yanı başında şaklabanlığa, oyun ve eğlenceye dalacak aymazlıklara müncer olacak yönlendirmelere girişmemeli.
Hz. Peygamber –canlar feda- bağından kopmuş inançsızlık boşluğunda yuvarlanmakta olan  insanları kulluk bağı ile kopmaz bir kulpa sabitlemek uğrunda canını ortaya koyarak  ne gayretler içinde ömrünü tüketti. Ateşin göz alıcı cazibesine kendisini kaptıran kelebekleri  yanmaktan kurtarabilmek için ne fedakarane çabalar içinde oldu. Uçurumun kenarında helak çukuruna atlamak isteyen nice şehvet esaretince basireti körelmiş yol bilmez yordam bilmezi bel kemerlerinden yakalayıp, cehennem çukurlarına yuvarlanmadan kurtarıp, cennetin ebedi huzur ve sükun iklimine yollamaya çalıştı.
Sonunda bütün ölümlüler gibi o da ölümü tattı ve Hakk’a yürüdü.
Arkasından Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar ve Aliler bir koldan, İbn Mesûdlar, Abdullahlar, Zeyd b. Sabitler Übey b. Ka’blar ve tabii ki Hz. Aişeler diğer koldan Hz. Peygamber’in öğretisini sürdürme sorumluluğunu devraldılar.
Hz. Peygamber geriye bir iz bırakmıştı. Arkadan gelenler onun izinin üzerine basa basa onu takip ettiler. Derken izler birbirine karıştı da kocaman bir yol oldu. Arkadan gelen ve katma değer oluşturan her bir İslam alimi ve yöneticisi (ulema ve ümera) bu izlere bir iz daha katarak oluşan yolun daha geniş,  düz ve engebesiz hale gelmesine katkıda bulundular.
İmdi sırada sen ve ben varız. Bir de o tabii.
Yol onun yolu. Yolunda olmak ve yolunda ölmek sadece bu demek. Bu yoldan çıkarak onun yolunda olduğunu iddia etmek sadece sapıklıktır. Herkes kendisinden sorumludur. Sizin bizzat kendinizin yoldan çıkması sizi ilgilendirir. Fakat İslamlık adına arkanıza bir sürü masum ve körpe dimağları takıp da kendi sapkınlığınıza ortak etmek ve içine atlamaya hevesli olduğunuz ateş çukuruna bu masum ve körpe dimağları da çekmek isterseniz ve bu durumda bizler de suskun kalırsak onların helakine dair çıkarılacak olan ağır faturada elbette bizlere de bir pay düşecektir. Bu herkesçe böyle biline.
Herkesin günah işleme özgürlüğü vardır. Cehennem boşa yaratılmış değil, elbette ki onun da müşterileri olacaktır; hem de ne müşteriler!
Ama o türden kimselerin bizim kendi insanlarımızı yoldan çıkarmış olmalarına, o yoldan çıkmışların arkasına takılmaları halinde helak olacaklarına bile bile bizim onlara karşı sessiz kalmamıza makul bir izah getirmemiz ve bu vebalin altından kolayca kalkmamız zor hatta imkansız olur.
Müslümanlık yolda olmaktır, yolunda ölmektir.
Ama hangi yol!
Şeytanın da kendine göre bir yolu var.
Bize lazım olan Allah’a götürecek olan yoldur.
Bunun da tek garantisi oraya kılavuzluk eden aziz peygamberimizin yolunu yol edinmektir.
Bu yolu tutmak demek Hz. Peygamber’in giydiğini giymek, yediğini yemek, bindiğine binmek demek değildir. Bu yolu tutmak demek, onun davranışlarının saiklerini kendi davranışlarımıza saik kılmak demektir. Bir bütün olarak İslam’ı umdeleri, ilkeleri ve amaçları ile birlikte benimsemek ve onu hayatın içinde tutmak demektir.
Halk arasında hani bir söz vardır: “Tam aradığım hocayı buldum!” diye.
İnsanlar özellikle de kendi heva ve heveslerinin zebunu olan, İslam içinde kendine bir hükümranlık alanı oluşturmak isteyen hesaplı kitaplı insanlar gerek Kur’an’dan ve gerekse Hz. Peygamber’in buyruklarından “Tam da aradığım buydu!” tavrıyla işlerine yarayacak hususları cımbızlayıp kendi İslamlığını inşa etmek ve kendi inananlarını oluşturmak ve arkasından da  müptezel amaçlarına ulaşmak için kasıtlı olarak bazen de cahilliğin bir sonucu olarak bütünlüğü göz ardı edip, olmadık şaklabanlıklarla ipi göğüslemek isterler[1]. Maalesef insanlar da o kadar saf ki, hemen her meşrep kendisine yeterinden daha fazla mürit bulabiliyor. Haydi hep beraber Cehennem’e jumping yapacağız diye cerbezeli biri ortaya çıksa, bir anda arkasında kuyruk oluşabiliyor.
Bütün bu acı gerçekler, özünde saygın ve mükerrem olan  bu insanlığa, Yüce Yaratıcı’nın rahmet ve merhamet elini uzatmasının ne kadar da bir gereklilik olduğunu gösteriyor. O da mecburiyetten değil haşa ama mahza lütuf ve ihsanından dolayı hemen her dönemde hidayet rehberleri göndermiş, rahmetini insanlığın üzerinden eksik etmemiş. Ebu Cehillere rağmen Muhammedî çağrı, bir İsa Mesih soluğu gibi dertlere derman olmuş, insanlık hak ve hakikatin yoluna düşmüş, bir sevad-ı azam oluşmuş, bireyler yanılsa da maşerî vicdan yanılmamış ve bu günlere gelinmiş.
O maşerî vicdan yine aynı şekilde hüküm ferma. O sese dil olmak, o sesi yaymak ve herkese ulaşmasını sağlamak için “ülülemr” her zaman için kendisine düşeni yapmaya çalışmış.
Garibce de bu meyanda kendisine düşeni yapmaya çalışıyor. Biraz garibce de olsa sonunda yaptığı şey budur:
İnsanlara “yolda olmak ve yolunda ölünmek gerektiği”ni haykırmak. Başka ne bir derdi var ne de sevdası.
Allah bizi daim yolda ve yolunda eylesin!
12.01.2013
GARİBCE


[1]  Bu türden tavırlar ve her meşrebin kendisine sözde delil bulduğu gerçeğine bir örnek olmak üzere bk. İbn Kuteybe (ö. H. 376), Te’vîlü muhtelefi’l-hadîs, Beyrut1985, s. 11-15.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...