13 Nisan 2013 Cumartesi

Vasfiye teyze Garibce’nin konuğu oldu



Garibce de az şey görmedi hani. Daha yaşını yeni doldurmuştu ki nerden çıktıysa bir de Vasfiye teyzesi çıktı.
Kaçamadı, çaresi yok dinlemek zorundaydı. “Hı! Hı!” derim nasıl olsa başımdan savarım diye düşündü.
Ama Vasfiye teyzeyi belli ki tanımıyordu.
Vasfiye teyze başlamıştı artık bir kere. Gerisini Hak getire.
Neler gördün neler? Diye başladı.
Az çekmedin hani! Hem çektin de ne oldu? diye ekledi. Arkası çorap söküğü gibiydi, sardıkça sarıyordu. Garibce teslim olmuştu. Söz Vasfiye teyzenindi:
Daha kendi çişini kendin etmeyi yeni öğrenmiştin ki seni aldılar ve okul denen yere verdiler be yavrum. Hani vermesinler demiyorum. Verdiler de ne oldu onu demek istiyorum.
Sanki bıkmış gibi halleri vardı ebeveyninin. Sen ağlarken onlar bizim çocuk adam olacak deyi sevinirlerdi. Oysa seni iğdiş edecek, dalını, budağını yontacak olanlara vermişlerdi seni be kuzum.
“Eti senin kemiği benim!” demişti ya baban, o öğretmenin olacak adam seni hizaya sokmak, sindirmek için neler yapmamıştı ki.
Az mı tek ayağının üzerinde karatahta önünde dikildin be kuzum. Ayak değiştirmene bile izin yoktu. Daha tek rakamlı yaşlardaydın, önünde bu çile için uzun yılların olacak ve belki de bu gün ilk defa gördüğün nice işkenceyi andıran muameleler sıradanlaşacaktı.
Parmaklarını toplayıp da uçlarına nice cetvel yedin be yavrum. Ama ser verir sır vermezdin. Kan kussan kızılcık şerbeti içtim diye bir de caka satardın be cancağızım.
Hani sizin müdürün bir yeğeni vardı adı Taceddin miydi neydi? Her gün o çocuğun kulağını çekmekten kulak bedenden ayrılmanın işaretini vermiş, yirilen yerinden damlayan kanlar yere izler yapardı da ibreti alem olsun diye bunu “kendi öz yeğenimden başladım, ona göre hizaya gelin, aksi takdirde  yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” deyu öyle bir vakur duruşla serdederdi ki yüreğinizde ne yağ varsa hepsi birden erirdi be yavrum.
Müdürü böyle yaparsa kime şikayete gideydi öbürlerinin yaptıklarından ah benim yavrucaklarım, neler çektiniz neler çektiniz.
He bir de gene o müdür yüzünden kara tahtalar koç vuruşuna hedef olurmuş da koridorda bilumum sınıflar bu gürültüden ders yapamaz, bir çoğu henüz çocuk yaşta olduğundan öğrenciler sıraların altına altına sokulur, tırsırlarmış.  Hatta rivayet odur ki korkudan kiminin ödü düşermiş de temizlikçiler toplarlarmış.
He duymadı deme Vasfiye Teyzen! Birinde gene sizin müdür İngilizce sınavında one yerine van yazmışsın diye nasıl döveceğini şaşırmış, onca hırpaladıktan sonra boynunun köküne bütün gücüyle elini yumruk yapıp balyoz gibi indirince altına etmişsin.  Etmişsin derken hani küçüğünü kaçırmışsın be yavrum. Aslında  ona inat büyüğünü yapacaktın.
Ayıp değil ya kuzum, senin suçun yok, sen neden utanasın ki. O kadar basınç sonucu tutargaların tutmaz olmuş, torbanın büzgü bağı çözülmüş çok mu be yavrum.
Hele arkanda duran köylünüz Abdullah’ın döşüne indirilen yumruğun adı mı olur be kuzum senin yediğinin yanında. Gerçi o da az değilmiş, belki senin tutamadığın şeyi görünce aklınca o da kendini tutamamış. Sen misin gözünü önünden kaldırıp da olup bitenlere bakan. Adamı benzetirler de demediniz be yavrum.
Yıllar yılları kovaladı. Yiğitliğin nam saldı. Başına düşen bitlerini haydi sakladın ama, bir yoz gibi boynundan çıkıp da sırtında dolaşan çifte koçları ne yapacaktın be yavrum.
Hem niye utanasın ki, el ile gelen düğün bayram demişler. Sen öyle idin de ötekiler senden yiğitlikte aşağı mı kalırlardı sanırsın. Atalarımız ne güzel buyurmuşlar: Pire itte bit yiğitte diye. Yiğitlik başka bir şey be yavrum.
Açlığın pençesinde baygın düştüğün ve hastanede sedye üzerinde ayıldığın günleri hatırlar mısın? Hani boncuk boncuk buz gibi bir ter ile kendine gelmiştin de  oradakilerin “Ne yedin?” sorusuna hık mık demiş “şöyle doyası bir bazlama yedim” bile diyememiştin be kuzum.  
Yokluk vardı ama sizin yokluk iyiden iyiye başınıza kâbus olmuş çökmüştü hani be yavrum.
Kış günü ıslak zeminde ayağındaki kara lastikler iyi ki vardı be kuzum. Yoksa ayağın su çeker, ömrü billah romatizmadan kurtulamazdın. Ayakta ayakkabının zamanı mı idi. Hele bir yatılıyı kazan o zaman en iyisinden Sümer Ayakkabısını giyerdin ve  pütürlü parlak yüzünü çaktırmadan pantolonun arka paçalarına sürer parlatmaya çalışırdın. Gerçi pek parlak sayılmazdı ama lastiğe göre kıyas mı kabul ederdi be yavrum.
Çekmedik deseniz yalan olur.
Ama çektiklerinizin başkalarının çektikleri yanında sözü mü olur be kuzum. Hani Kayseri yatılıya başlamıştın ve ilk kez yün kumaştan devlet sana bir elbise vermişti. Terzi de nasıl bir sanat eseri gibi dikmişse, nerdeyse dizkapağının üzerine dökülüyordu ve kızlar “Ceketi güzel oğlan!” diye sana laf atmışlardı. Utanmak ne ki gururla göğsünü şişirmiştin; çünkü giydiğin ilk yün kumaş ceketti hem altında  Beykoz mamulü ayakkabı da vardı. Talebe evlerinden kurtulmuştun ve karnın ilk kez doyuyordu çünkü önce gözün doymuştu.  Bununla birlikte çatal kaşıkla tabak dövmenin anlamını bir türlü idrak edemiyordun. Bunlar nankördü nankör. Bunlar ıspanağın, pırasanın, makarnanın, mercimeğin kıymetini ne bilsinlerdi ki, ah be yavrum herkesi terbiye etmek için aslında senin geçtiğin köprüden biraz da olsa geçirmek lazımmış.
Gerçi sen geçtin de ne oldu?
Günler günleri kovaladı, “eti senin kemiği benim” diye teslim ettikleri senin okulu bitirdiğinde yapabildiğin ve yapabileceğin tek şey okumaktı. Başka hiçbir özeliğin kalmamıştı be yavrum. Ha bir de var mıydı ki? O da belli değil. Ama ne varsa belli ki hepsi törpülenmiş ve tek tip haline getirilmiştiniz. Artık biriniz diğerinizden seçilmez olmuştunuz be yavrum.
Yolunu şaşırıp da İstanbul’a amelelik yapmaya geldiğinde Kör Bahaaddin sana boşuna mı “Oklava mı yuttun lan eşşoleşşek!” demişti. Çünkü adam bakmış bakmış çalışmanda hiç mi hiç meymenet yok. Elindeki süpürge kalem değildi ki be yavrum okşayasın, sağa sola çiziktiresin. Süpürgeydi ve süpürmek içindi. Dolayısıyla bütün gücünle sağa sola savuracaktın be yavrucuğum. Sen hiç mi süpürge süpüren, çalgı tutan adam görmemiştin? Al bakalım şimdi bu sözü nasıl yutacak nasıl hazmedeceksin. Oklava yutmak ne demekti. Senin gibi delikanlı birine böyle bir söz nasıl söylenebilirdi.
Delikanlılık bu ya fütüvvetten kalma gelenekle onu da yuttun be kuzum. Yutkundun, yutkundun ama diyecek bir söz bulamadın. Gözlerinden gizlice dökülen gözyaşlarını Bahaddin’in göreceği mi vardı ki. Zaten adam kördü. Her şeyi sadece iş olarak görüyordu. Karşısında gördüğü ise bir işçiye, işin adamına benzemeyen ne yaptığı belli olmayan bir karartı gibiydi. Kızmasın da ne yapsındı?
Yahu bu okul sizi iyice benzetmiş be kuzum.
Aradan yıllar geçti, yükseğini de okudun. Niye okudun demiyorum. Okudun da ne oldu, onu diyorum. Söyle hele okudun da daha iyi adam mı oldun? Daha yaratıcı ve müteşebbis bir ruha mı erdin. Süklüm püklüm, öz güven yok, yaratıcılık yok, rızkını taştan çıkarma azmi ve kararlılığı ve becerisi yok.
Bu ne iş? Oğlum sen, okul okul diye kendini ezdirdin. Söyle evladım nedir senin derdin?
Öyle olunca da mahkum oldun be kuzum. Kendi etrafına bir koza ördün ve kendini hapsettiğin bu dünyaya da benim kaderim dedin avundun be yavrum.
Şimdi de tutmuş ellere verirsin talkını.
Arkana düşürmüşsün bir sürü körpe civanı, onları da kendi kaderine sürüklersin be yavrum.
Bari onları bırakaydın be yavrum.
Sen yandın onlar yanmayaydı!
Çok çektin, çok çektin!
Neydi be yavrum senin böyle derdin.
Şimdi bu yavrucaklar da arkanızdan bakıp bakıp size uyacaklar. Ala kargaların birbirine benzemesinden daha çok birbirinize benzeyeceksiniz.
Halka halkaya bağlanacak, bu hep böyle deveran edecek gidecek.
Hani ilkokuldu liseydi üniversiteydi derken şimdi bir de yüksek çıktı. Hani okuma demiyorum, okuyacağınız da ne olacak onu diyorum. Aha bakın Garibce’ye ağaracak saç da kalmamış ağarmış, hâlâ bir şey olduğu yok. Bari siz öyle olmayın. Ben onu diyorum.
Çok çektiniz çok! Niye çektiniz demiyorum. Çektiniz de ne oldu onu söylüyorum.
Garibce demini almıştı. Vasfiye teyzenin her sözü bir mermi gibi hedefi buluyordu.
Vasfiye teyze haklıydı.
Ama dinlemeye yürek lazımdı.
13.04.2013
GARİBCE

2 yorum:

  1. şimdi talebelerin yarısında son model telefonlar, zaten de ders dinlemiyor cepten face 'e takılıyorlar bide üstüne burs alıyorlar.cebinde çay parası oladan okuyan arkadaşlarından haberleri yok. veya okumak hakkı vaktiyle elinden alınıp da yıllar sonra tekrar bu şansı bulunca susuzluğunu açlığını giderircesine okumaya çalışan ablalarından abilerinden... Allah herkese içindeyken ilmin kıymetini bilmeyi nasip etsin.. etiket değil içerik nasip etsin :)

    YanıtlaSil
  2. Sümeyra Nalbant: Hocam, kendinizi güncellemenize ve her duruma Müslümanca bakmanıza hayranım 🤓😌

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...