19 Ekim 2012 Cuma

Çıplak şeriat mı? İstemez, kalsın!

 
Daha önceki bir yazımızda İbn Teymiyye’nin  eş-Şer’u’l-münezzel, eş-Şer’u’l-müevvel eş-Şer’u’l-mübeddel şeklindeki üçlü tasnifinden  çok kısa olarak bahsetmiştik. Bu yazımızda mübeddel olan kısım üzerinde biraz daha durmak istedik. Çünkü birçokları neyin mübeddel olup olmayacağı konusunda yeterli bir bakış ve zihin berraklığına sahip gözükmüyorlar. O yüzdende çoğu zaman sap ile saman birbirine karışıyor. (Sahi bunlar ne ise!)
Şeriatı mübeddele, bünyede olmayan bir şeyi bünyeye dahil etmek, onu oraya zoraki sokmaya çalışmak kabilinden bir şeydir.  Allah ve peygamberi adına uydurulmuş Şeytan ayetleri, mevzu (uydurma hadisleri), bidatler ve zırva teviller gibi şeyler böyledir.
Bunlar, dışarıdan alınan ama  bedeni besleyen gıdalar, yahut bedene uygun düşen ve onu geliştirmeyi amaçlayan aşılar gibi değildir, keza onu sıcaktan soğuktan koruyan, çıplak vücudu örten,  göz estetiğine hitap eden elbise kabilinden de değildir. Aksine bedeni değiştirmeye matuf Nasrettin Hoca’nın leyleğe yaptığı gibi kol kanat kesmek veya eklemleme yapmak, onda olmayanı ona monte etmek şeklinde olur. Normal şartlarda bünye bunu kabul etmez, dayatmalar ise ancak belli bir zamana kadar hükmünü icra edebilir. Halku’l-Kur’an adıyla yaşanan mihne olayı, bir mezhebe ait bir görüşü siyasî erkle dayatmaya kalkmanın bir sonucu olarak yaşanmış ve sonunda da beklenebileceği gibi akametle nihayetlenmiştir. Ancak açtığı yaralar kalıcı izler bırakmıştır.
Dine bir şeyler sokma anlamındaki bidatler de böyledir. Ancak olur olmaz her şeyin, her bir yeniliğin bidat diye damgalanması da başka bir aşırılığın uç vermesidir. Söz gelimi elek’in bidat sayılması gibi. Ambara koyduğumuz unu elemeden un yapalım, sonra da onu yiyelim... Eee! Yiyelim de bir şekilde farelerin ve sair haşaratın bir şekilde ulaşabileceği, hatta yuvalanabileceği bu ambarlardan aldığımız ve doğrudan teşte koyup hamur ve ekmek yaptığımız  bu yiyeceklerin içindeki olabilecek nahoş şeyleri daha ağzımıza gelmeden elekle ayıklamak imkânı varken neden onu yapmayalım. Elek gibi araç ve gereçlerin dinin özü ile ne ilgisi olabilir ki? Bunlar hayatı kolaylaştıran birer araç ve gereç olmanın ötesinde dinî açıdan herhangi bir değer ya da değersizlik taşımazlar ki.
Keza bazı namazların gerek vakti ve gerekse edası ile ilgili yapılan bazı düzenlemeleri de aynı şekilde hemen bidat türünden sayıp onları atmaya, onlara karşı çıkmaya çalışmak da aynı şekilde bir aşırılıktır. Sözgelimi Cuma ve bayram namazları için, teravih namazı için yapılan ve yerleşik bir hal alarak günümüze kadar gelen uygulamalar bu kabilden olmaktadır.
Mevlit dahi müevvel şeriatımız içinde sayılması gereken bir değerimizdi. Bizim kuşak, o zamanki hocalarımızın hedef göstermesiyle mevlide karşı topyekun savaş açtık. Kucağımıza alıp bağrımıza bastığımız çocuğumuza (yani dinimize) kendi sanat ve estetik anlayışımıza, kendi tarzımıza, kendi kültürümüze uygun bir şekilde eşsiz bir muhabbetle dokuduğumuz peygamber aşkı şalını onun üzerine örtmüştük. Bir dolduruşla, o şalı üzerinden bütün gücümüzle çekip attık. Yahu kucaktaki çocuk çıplak kalacaktı bunun hesabını yapamadık. Üstelik çocuk çocukluktan da çıkmış kocaman olmuştu. Kocaman bir adamımız olacak ve de çırılçıplak olacak.  Ne tiyatro oynatıyoruz, ne de filim çeviriyoruz. Ben hâlâ o zamanki bu türden yaptığımız konuşmaların, tavırların sonucu ortaya çıkan bu çıplaklığın ayıbının kimin faturasına yazıldığını, bu hesabın kime ödettirildiğini ya da ödetileceğini bilebiliyor değilim.
Oysa bu gibi dine kisve, giysi, üzerine şal kabilinden olması gereken kültürel katkılara mukabil, dinin özüne ilişen Ekber Şah’ın Dîn-i İlâhîsi gibi, dine eklemleme yapma gibi, hiçbir mesnedi olmayan zırva teviller gibi dini kendi özgünlüğündençıkarıp onu başka bir şekle sokacak, tecdid ve ıslah değil reform kabilinden girişimler ancak mübeddel şeriat içinde mütalaa edilmeli ve onlara karşı mücadele edilmelidir.
Oruçtan maksat sır tutmak, Kalû belâ’da verilen ahdi tutmak, Eftırû li Rü’yetihî hadisinde geçen zamiri hilâle değil de Allah’a raci kılarak “Allah’ı görüp başlayın, görüp boşlayın!” şeklindeki bir teville nasları kendi bağlamından koparıp tamamen başka mecralara taşımaya çalışmak, vehle-i ûlâda her ne kadar çok çarpıcı yorumlar gibi görünse de gerçekten çarpıcıdır.  Ama hayreti mucip anlamında değil feleği şaşırtıcı darbe anlamında çarpıcı. Bu gibi tevillerin din adına hiçbir mesnedi yoktur. Namaz kılar mısın sorusuna “Biz zikr-i dâim üzereyiz” şeklinde verilen bir cevap çarpıcı gelebilir ama bu çarpmanın sonucunda ortaya çıkacak toz dumanda bizim din adına ne namazımız kalır ne de orucumuz…
Oysa insanlık doğasıyla özdeş olan dinin, bedenlenmeye ihtiyacı vardır. Aynen ruhun beden üzerinden görünür kılınması gibi, din de şeriat üzerinden ancak görünür, elle tutulur, gözle görülür bir hal alır. Beden yok, ruh da yoktur. Şeriat yok öyle ise din de yoktur.
Günümüzde organ nakli yapılabilir hale gelmiştir. Başarılı organ ve hatta yüz nakilleri yapılmıştır. Bu alanda meydana gelen gelişmelere rağmen bu türden operasyonların başarısı son derece sınırlıdır. Zira fıtrat yasası gereği vücut kendisine eklemlenmeye çalışılan herhangi bir organa karşı anında tepki gösterip, kendi varlığını koruma güdüsüyle onu dışarı atmaya ve ondan kurtulmaya çalışmaktadır. Organ naklinin başarısı için vücudun bu tepkisinin bastırılması gerekmektedir. Bunun için verilen ilaçlar bu kez vücudun bağışıklık sistemini ya tamamen yok etmekte ya da son derece zayıflatmaktadır. Bunun sonucunda da biz hastaya bir kol takmaya heveslenmiş iken ölümle sonuçlanan bir hüsranla karşılaşmamız çoğu kez  mukadder olabilmektedir. Çünkü dışarıdan empoze edilen yabancı unsurlarla vücut arasında doku uyuşmazlığı vardır. Bunu aşmanın yolu vücudun bağışıklık sistemini zayıflatmak ya da yok etmek olmamalıdır.  Çünkü bu durum daha büyük bir faciaya, yarardan çok zarara yol açmaktadır. Buna karşın dışarıdan organ nakli yerine kişiye ait her yönden aynı genetik özellikler taşıyan doku üretme   çabaları sürdürülmektedir. Eğer bu başarılırsa hiçbir yan etkisi olmayan -bozulan bir araca aynı standartlarda yedek parça takma gibi-  doku nakli ya da takviyesi mümkün olabilecek ve bunun sonucunda kişi, gene eski kişi olarak varlık çizgisini sürdürebilecektir.
Tecdit ve ıslah türünden çalışmaların dinin özü itibariyle değil ama müevvel şeriat ile ilgili olarak zaten sürdürülmesi gerekir, hayatiyet için bu vazgeçilmez bir gerekliliktir. Bu itibarla zamanın gereklerine uygun olarak yapılmış ictihadları, zaman ve zemin farklılaşmasından, şartların değişmesinden kaynaklanan yeni bir gereklilikle yeniden ele alıp, güncelleştirmeler yapmamak, aynen bir bilgisayar alıp da sistem ve donanımlarla ilgili  hiçbir güncelleştirme yapmadan, onu ilk günde aldığımız şekliyle muhafaza etmeye çalışmak muhafazakârlığı ile aynı olur. Oysa sürekli hem kapasite artırımının hem de yazılım itibariyle donanımlarının güncelleştirilmesi gerekliliği vardır. Aksi takdirde birlikte yola çıktığınız arkadaşlarınızla sizin aranızdaki mesafe giderek açılmaya başlar ve bir süre siz artık kervandan tümüyle kopar, ayrı bir dünyanın içinde yapayalnız yaşar bir hale gelirsiniz. Size uyanları da aynı kadere mahkûm etmek kaçınılmaz olur ve onların kayıplarının faturası da sizin hesap hanenize yazılır. Eğer birileri bütün bunların hesabını tutuyorsa! Bu işler böyledir.
Ne Nasrettin Hoca’nın kuşu, ne de çıplak şeriat. Aksine yedisinde ne ise yetmişinde de o olan, kendi öz kimliğini hiç değiştirmeden korumuş olan, ama giyimi kuşamı, beslenmesi, gelişmesi kısaca her şeyiyle bize ait olan bir şeriat.
Bizim istediğimiz de bu. Çok şey mi istiyoruz ki!
Ya da az mı geliyor, bu kadarı kesmiyor mu?
Ne ileri gidin, burnunuza vurmasınlar.
Ne geri kalın kıçınıza kıçınıza indirmesinler.
İtidali seçin, dünyada işleriniz yolunda olsun.
Dünyanızın izdüşümü ahretiniz de mamur olsun.
Amin!  Amin! Amin!
Bugün Cuma, mübarek olsun!
19.10.2012
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...