8 Ekim 2012 Pazartesi

“Sevgili, en sevgili, ey sevgili…” şairine selam olsun!


 

 
Tarık Tufan, 7 Ekim 2012  tarihinde Hürriyet'te  “Sadece kongrelerden tanıyanlar ve hiç bilmeyenler için Sezai Karakoç” başlıklı bir yazı yazdı.

Malum başbakanımız AK Parti IV. Olağan Kongresinde konuşmasına Sezai Karakoç’un “Sevgili, en sevgili, ey sevgili…” şiiriyle başlamış, Hz. Peygamber’in aziz hatırasına saldırıların yaşandığı ve İslam ülkelerinde ölçüsü kaçan protestoların nice masum canları aldığı bir iklimde bu şiir müthiş bir etki yapmış ve nice gözler buğulanmış, nicelerinden yaşlar boşanmış, niceleri de hıçkırıklara boğulmuştu.

Sevgiyse sevgiydi ve de protestoların en derini, en sessizi ve en etkilisiydi. Bu sevgi seli karşısında ona uzanan hiçbir leke kalıcı olamazdı. “Velev künte fazzan galiza’l-kalbi lenfaddû min havlik…” diyordu ya hani Yüce Allah Aziz Peygamberine, işte bu da öyle idi. “Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın kimse etrafında kalmazdı…”  

Katılıkla değil, yumuşaklıkla, nefret ettiren değil, sevdiren bir söylemle, ürküten değil, bağlayan bir bakışla, göğünse de yüreğin, etrafa konursu salsan da bir şey yokmuş gibi bir davranışla… yola çıkılmalı, yol tutulmalıydı.

Sezai Karakoç’un bu şiiri bu maksada çok uygun düşmüş, onu dillendiren de ta dilden dile ulaşacak şekilde emaneti yerine, taşı gediğine koyar gibi  koymuştu. Bilen de ağlamıştı, yüreğinde duyan da ağlamıştı.

İşte o şiirin Şairi hakkında Tarık Tufan özetle şöyle diyor:

İsminin hemen yanıbaşına, büyük bir özenle, iki özelliğini eklemeliyiz; şair ve düşünce adamı.

Hiçbir kuşku cümlesine yer vermeksizin, şu yargıyı da apaçık ve anlaşılır bir dille ortaya koyabiliriz; Sezai Karakoç, Türk şiirinin yirminci yüzyılda yetiştirdiği en büyük şairlerden biridir.”

Ve arkasından soruyor:

Böylesi önemli bir sanat ve fikir adamının “ortada” görünmemesinin, yeteri kadar bilinmemesinin sebebi nedir?

Onun bu soruya cevabı ise yerinde bir tespitle şöyle:

Bu soruya pek çok yanıt verebiliriz ve fakat en önemlisi, Sezai Karakoç gündelik siyasete, çıkarlar üzerinden kurulu sisteme, pay ve statü kapmak üzerinden geliştirilen müsamereye dâhil olmamıştır.

Bu soru bana el-Muvâfakât adlı muhalled eseri tahkik ve neşreden Abdullah Dıraz’ın tespitini aklıma getirdi.

Bizim Şark dünyasında insanların kaderiyle kitapların kaderi aynıdır. Nice müptezel, adi adam vardır; herkes tanır. Nice de değerli, erdemli insan vardır; kimse bilmez. Kitaplar da öyledir. On para etmeyecek nice kitap vardır meşhur olmuş, herkesin kütüphanesinde yer almış, elden ele, dilden dile dolaşmıştır. Nice de kitap vardır ki –el-Muvâfakât onlardan biridir- o kadar değerli, fikrî düzeyi yüksek olmasına rağmen kimse tanımamış, asırlar boyu tozlu raflarda kalmış ve gün yüzüne çıkarılacakları zamanı beklemişlerdir.

Sezai Beyimiz de işte öyle biridir. Onun tanınmasına kendisinin ihtiyacı yoktur, ama galiba bizim onu tanımaya ihtiyacımız çoktur.

Onun bir kitabı yüzünden vaktiyle rahmetli babamdan bir de zılgıt yemiştim. Ama haklı olan babamdı. Rahmet olsun. Ona ne okuyacağını baştan ben kendim belirlemeliydim. Aydın sorumluluğu bunu gerektirirdi. Ama biz insanlarımızı kendi hallerine bırakmayı alışkanlık etmişiz. O da gitmiş raftan Sezai Beyin “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” kitabını eline almış ve tabii anlamamış. Demek ki o onu Garib Ali okusun diye yazmamış, geleceğe ışık taşıyacak olan ilim ve fikir adamı namzetleri okusun diye yazmış. Biz bunu bile bilemedik.

Sonra Tarık Tufan, Mülkiye Mektebi’nden sınıf arkadaşı olan Cemal Süreya’nın onun hakkında  “Bulgucu adam” nitelemesine atıfta bulunmuş ve daha iyi anlayabilmemiz için yine onun  “Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif’in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz.” tespitine yer vermiş.

Bir ömür boyu “Diriliş”in amentüsünü ortaya koymaya çalışmış  olan Sezai Bey, mülkiyet sahibi olmayan bir Mülkiyeli imiş. Bu demek ki Türkiye’de yadırganacak bir durum.

Tarık Tufan ayrıca şu tespitlerde bulunmuş:

Kurucusu olduğu Yüce Diriliş Partisi’nin çıkış programı Türkiye’de benzeri olmayan bir siyasi parti manifestosu olarak kabul edilebilir. Bir partiyi sadece bu metin için kurmuş olmak da kafidir diyebiliriz.

2007 yılında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Sezai Karakoç’a verilmiştir. Ancak yapılacak töreni kabul etmeyen şair, para ödülünü de nazik bir dille reddetmiştir. Aynı nezaketle ödül plaketinin postayla gönderilebileceğini iletmiştir.

Sezai Karakoç, derin iç dünyasıyla ve sarsılmaz inanç yapısıyla, tek başına bir varoluşu temsil eder. Kalabalıkların, törenlerin, alkışların, ödüllerin adamı olmayı en başından elinin tersiyle itmiştir.

Yalnız bir direniş adamıdır. Aşk ehlidir, aşkın olanın peşindedir.

Bir medeniyetin kapısında, bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla durup, gelen geçene Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun ve İslam milletinin ve tüm dünyanın yaşadığı bunalımlara karşı, diriliş çarelerini anlatmıştır.

Tarık Tufana teşekkür, Üstada da hayırlı uzun ömürler diliyoruz.

08.10.2012

GARİBCE
 
 

2 yorum:

  1. herdogan@.
    Dedim ya Garibce,her yazın bir gediği kapatıyor.Berhudar ol..Sezai KARAKOÇ'un,kitaplarını set olarak almıştık,okuduğumuz zaman anlamadığımız yaşlarda..Şimdi de okuyacak yaşta değiliz..Bahsettiğiniz şiirdeki güzeller güzeline ait o güzel ifadeleri 'Kutlu Doğum'lar da duymuş,okumuştuk da Sezai'nin olduğunu bahsettiğiniz münasebetle öğrendik..Herkese selam olsun..Ölünce anlarız onun da kıymetini..Muammer olasın...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...