11 Ekim 2012 Perşembe

Sen olsan ağlaman mı?

 
  
Mustafa Şeker (Üsküdarda vaizlik ve avukatlık yapmış bir kimse) ile Ali Vehbi Cengiz (Din İşleri Yüksek Kurulu raportörlüğünden emekli)  öğrenci iken Ermenekli Saffet Efendi’ye gitmişler ve demişler ki:
“-Hocam, duyduk ki siz arabiyet okutuyormuşsunuz. Bize de okutabilir misiniz?”
“-Buyurun, buyurun içeri!”, demiş ve hanımına seslenmiş:
“-Hatun, iki tane pırlanta geldi, hele sen bir sofra hazırla hele!” Ve anlatmış:
1950 öncesi ben İstanbul’da tek tek imam ve müezzinleri dolaşır ve derdim ki: “Bende bir ilim var. Ölümümle benimle birlikte gitmesin. Gelin size o ilimleri okutayım ve bendeki bu ilmi size emanet etmiş olayım!”. Hocalar:
“-Aman hocam, kasap et derdinde koyun can derdinde. Şu ortamda vaziyeti görüyorsun. Nasıl olur da böyle bir ortamda biz senin bildiğin ilimlerin tahsiline cesaret ederiz.” demişler. Hoca devamla:
“-Şimdi ise kuzularım, siz gelmişsiniz benim ayağıma ve benden böyle bir talepte bulunuyorsunuz. Ben size nasıl hayır diyebilirim!” demiş ve sevincinden hüngün hüngür ağlamış efendim!
(Ravi: KB 6’da oda arkadaşımız Ramazan Ayvallı Hoca, 09.10.2012 15.20. Haber, haber-i vâhid de olsa büyük resmin geneline uygun düşüyorsa Garibce’nin mezhebince de makbuldür. Bu hatıra “Hızır Elimi Öptü” başlıklı yazımızla birlikte okunursa maksat daha da güzel hasıl olur)
O dönem ile ilgili anlatılanlar hep birbirini teyit eden türden. Belli ki o günün Saffet hocaları koru avuçlarında tutmuşlar, söndürmeden bir emanetçi bulabilmek için canhıraş çalışmışlar, sönmesine ramak kala Allah imdad etmiş ve yeni talipler halk buyurmuş. Emaneti onlar üstlenmişler.
Şimdi ise sayılarına bereket.
Bizim artık sayı derdimiz yok; bundan böyle vasıflı taliplere ihtiyacımız var. Sabırlı, azimli, vakarlı, saygılı, talep ettiği ilmin asıl itibariyle değerini müdrik, bu uğurda çekilen rıhletlerin, mihnelerin, maruz kalınan zorlukların, hatta işkence ve ölümlerin farkında, tarihinin bilincinde, kendisine bağlanan umutları boya çıkarmanın mesuliyeti boynunda… evet işte böyle bir nitelikli talip. İşi götürenler geçmişte öyleydiler. Şimdi de öyleleri olacak ve tabiidir ki gelecekte de.
“Hem keyfimi yaparım, hem bu işi yaparım…” Bu güzel, yapabiliyorsan yap. Ama şimdiye kadar böyle birileri çıkmadı. Çıkanlar bu yolun çilesini çekenler oldu.
Biz kadir kıymet nedir bilmiyoruz. Daha düne kadar öğrencilerimizin fakülte kapılarından içeri alınmadığını çabuk unuttuk. Sonra örtü üstü şapka garabetini yaşadık. Şimdi ise sükuna erdik, artık durulduk diyecektik ki bir bakmışız anlamsız takıntılarla uğraşıyoruz.
Kimimiz takıyoruz, kimimiz takmamayı takıyoruz. Amma illâ ki bir şeyleri takıyoruz.
Kimimiz oturduğu yere takıyor, kimimiz durduğu yere.
Kimimiz kafasına bir şey takıyor, kimimiz onun taktığına takıyor.
Kimisi bakıyor, kimisi akıyor.
Hocası sınıftaki huzura takıyor, talebesi ne istiyor diye ona bakıyor.
Kimse aradığını bulamıyor. Çünkü çoğu aradığını bilmiyor.
Bilenler yanlış yerde arıyor.
Ve olmuyor, olmuyor.
Şemsi hocam diyor ki takma, zaten eskiden de böyleydi.
Ve bu bizim tesellimiz oluyor.
Bizim oğlan bina okuyordu.
Bizim oğlan gene bina okuyor.
Şimdi bizim kız da başladı. O da okuyor.
Ve bunun adı istikrar oluyor.
……
Âmiiin!
 
11.10.2012
GARİBCE

1 yorum:

  1. herdogan38@.
    Anlatırlardı hani,ilim yüklü hocamız ders anlatacak birilerini bulamamış da -korku veya tazyikten-girmiş ahırdaki keçilere başmamış içini boşaltmaya:'Ey keçiler!Allah'tan korkun..Korkun da birbirilerinizi toslamayın..Yarın huzuru ilahîde hesaba çekileceğinizi unutmayın..'..Ohh be..demiş..rahatlamış...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...