22 Ekim 2012 Pazartesi

Kurbana Dair

Kurban bayramı arifesinde ortama ve beklentilere uygun düşeceği inancıyla kaleme almış olduğumuz "Kurbana Dair" başlıklı yazımızı sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Bu vesile ile bayramımız şimdiden mübarek olsun!
Biraz uzuncadır, ama azminiz önünde engel değildir.
Kolay gelsin!

22.10.2012
GARİBCE



Kurbana Dair

Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN

 

Giriş: Kurban ve tarihçe

Kurban (Udiye), Allah Teâlâ’ya yaklaşmak amacıyla Kurban bayramı günlerinde (eyyâmu’n-nahr) davar (koyun keçi), sığır (manda dahil) ve deve cinsinden kesilen hayvana verilen ad olmaktadır.

Hz. Peygamber “Her ev halkına her yıl bir kurban ve bir atîre gerekir!” buyurmuştur. Atîre, vaktiyle Receb ayında kesilirdi. Daha sonra o uygulama kaldırıldı.

Gerek hac olsun gerek kurban, büyük ölçüde Hz. İbrahim geleneğinde önemli bir yer tutar ve onların yaşamış oldukları anıları bu vesile ile tazelemek ve o duyguları yeniden yaşamak amaçlanır.

Kurbanın tarihi muhtemelen insanlık tarihi kadar eski olmalıdır. Kur’an’da bilindiği gibi Hz. Adem’in çocuklarının kıssası anlatılır ve onların takdim ettikleri kurbanlardan birinin (Hâbil) kabul edildiği, diğerinin (Kâbil) kurbanının ise kabul edilmediği anlatılır[1].

 

Kurbanın hikmet ve yararları

Bir ayette de ifade edildiği üzere “güzel söz Allah’a ulaşmak üzere ağar, ancak onu yerine amel-i sâlih ulaştırır”[2] . Dolayısıyla bütün ibadetler gibi Kurban’ın kabulü de ancak bir amel-i sâlih olması halinde gerçekleşir. Yapılan işlerin, sıradan davranışlardan ayrılıp bir ibadet halini alabilmesi için onların “takvâ” üzere yapılmış olması, onlarla sırf Allah’ın rızasının amaçlanmış olması gerekir.

Bu özellik, ibadetlerde insanların dünyevî çıkar ve yararlarına yönelik unsurların olmadığı anlamına da gelmez. Esasen ibadetler dahi, kulun Allah’a yaklaşmak amacıyla yapacağı her fiil, sonuç itibariyle ya acilen (peşin olarak) ya da zaman içinde (dünyada ve elbette ki ahrette) kulun ve daha genel düzlemde tüm insanlığın (kamu) yararına olan şeylerdir. Bu manada anlamsız hiçbir ibadet de yoktur.

Hele bu kurban söz konusu olduğu zaman çok daha açıktır. Çünkü kurban sayesinde hem kesen açısından hem de toplum açısından pek çok menfaat bulunmaktadır. Her şeyden evvel genel ekonomi açısından bakıldığı zaman, bu vesile ile iktisadî alanda büyük bir canlılık yaşanmaktadır. Hemen her köyde sırf kurbanlık tedariki ve onları besleyip satma yoluyla geçimini temin eden bir kaç aile vardır. Büyük şehirlere kadar uzanan geniş bir yelpazede iktisadî anlamda ülke çapında büyük bir canlanmaya sebep olduğu herkes tarafından gözlemlenebilecek kadar açıktır. Hemen her türlü dernek ve vakfın bu işe soyunmuş olması, onlar için de kurbanın ne denli önemli bir gelir kaynağı olduğunu göstermektedir.

 

Kurbanın hükmü

Dinî hükmüne gelince, Hanefî mezhebine göre vâcib’dir. Vâcib onlara göre amelî farz demektir. Yani işlenmesinin gerekliliği açısından farzdan farkı yoktur. Ancak bu hükmü gerektiren deliller, bilgi değeri açısından amel yanında aynı zamanda itikadî bir hüküm de ispat edecek ölçüde katî (hem sübut hem de delâlet bakımından) bulunmadığı için ikinci derecede gereklilik bildiren bir hüküm olarak vacibi belirleme yoluna gitmişlerdir. Zira bir şeyin farz olması, o şeye aynı zamanda itikadı da gerektirir.

Kurbanın hükmü hakkında genelde Kevser suresinin son âyeti[3] delil olarak kullanılır. “Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” şeklinde çevrilen “Ve’nhar” ifadesi, kurban kesme anlamında çok açık değildir. Çünkü kelimenin tam karşılığı “döşle” demektir. Zira “nahr” döş demektir. Buradan bıçağı hayvanın döşüne (develer döşünden kesilir ve buna nahr denir) vur şeklinde bir mana anlaşılır. Ancak pekâlâ zaten namazdan bahseden âyetin “namaz kıl ve döşle yani ellerini yana salma, döşüne koy!” anlamına gelmesi de mümkündür. O itibarla buradan delâlet açısından yüzde yüz kesin bir bilgiyi gerektiren farz hükmü çıkarılması mümkün değildir.

Kullanılan hadis delillerinden biri de “ Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza gelmesin!” şeklindeki nebevî beyandır. Buradaki vaîd (azarlama üslubu) kurbanın hükmünün asgarî gereklilik düzeyi olan vacib olmasını gerektirir.

Buna mukabil mezhep içinde kurbanın hükmünün sünnet olduğuna kail olan imamlar da vardır. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in böyle düşündüğü rivayet edilir. Onlar bu görüşlerine “Üç şey vardır ki bana yazıldı, size yazılmadı (başka bir rivayette) size ise sünnet oldu: Vitir namazı, kurban kesme ve kuşluk namazı” şeklinde rivayet ettikleri hadisi delil olarak kullanmaktadırlar. Ayrıca uygulamadan da Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi bazı sahabîlerin, farz sanılır endişesiyle (zaman zaman) kurban kesmemiş olmalarını örnek olarak ifade ederler.

Diğer mezheplerde ise kurban güçlü sünnet kabul edilmekte, ayrıca kurban’ın şeâir-i islâmiyyeden olduğuna da vurgu yapılmaktadır. Bu yüzden de terkinin, sıradan bir sünnetin terki gibi algılanmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir.  Kaldı ki Hanefî dışında kalan cumhura göre hükümler yedili değil beşli taksime tabidir. Onlar mutlak gerekliliği ifade için vacip tabirini kullanırlar. Öyle değilse mendûb derler. Sünnet de bu kavram içinde yer alır. Sonuç itibariyle kurban terki hoş karşılanamayacak derecede güçlü bir sünnettir. Bununla birlikte uygulamada Şafiî bölgelerde kurban kesiminin Hanefî mıntıkalara göre daha az ölçekte olduğu söylenebilir. Şahsen benim kanaatim Hanefî kesimlerde de hükmün biraz gereğinden fazla vurgulandığı ve bunun sonucunda oluşan örften naşi, aslında kesemeyecek durumda olanların bile kendilerini kesmek mecburiyetinde hissettikleri ve buna sebep gerekmediği halde borç altına girdikleri doğrultusundadır.

Bunun yanında bir de nisaba malik olan ailenin her biri için ayrı ayrı kurban kesilmesinin gerektiği görüşü de vurgulanmaktadır. Kurbana her kesimden talebin çokluğu da bu anlayışı tervic etmektedir. Oysa bizim Türk aile yapısında özelikle de çekirdek ailelerde esas itibariyle mal ayrılığı yoktur. Yani karı koca arasında mal ayrılığı gayrılığı yoktur, birinin malı ailenin malıdır. Bu itibarla aile adına kesilen bir tane kurbanın yeterli olması yolu tercih ve tavsiye edilmelidir. Hz. Peygamber kurbanını keserken “Bu benim, ailemin ve ümmetimin kurbanı diye” niyet ederek keserdi. Nitekim birinde iki koç kurban etmişti ve birini “Kendi ve ailesi adına” diye diğerini de ”Kendisi ve ümmeti adına” diye kesmişti[4].  Bu anlamda aile açısından niyetin bölünmesi gibi yersiz bir kaygıya mahal olmamalıdır.

 

Kurbanın rüknü:

Kurbanın rüknünün irakatu’d-dem olduğu ittifak konusudur. Yani, kurbanın kurban olabilmesi için mutlaka kurban bayramı günlerinde Hanefîlere göre ilk üç gün içinde (Şâfiîlere göre dördüncü günde de olabilir) kesilmesi gerekir. Kurban bayramının ilk günü fecrin doğuşu ile birlikte kurban da kesilebilir. Ancak meskun bölgelerde yaşayanlar kurbanlarını bayram namazından sonra keserler.

Kurbanın kurban olabilmesi için kesilmiş olmasının şart olması bu bağlamda sık sık sorulan, “Kurbanın canlı olarak tasadduku caiz midir?” sorusunu da cevaplamış olur. Böyle bir durumda yapılan şey sadaka olur, kurban olmaz.

Kurban, ancak kurban (kurbet) niyetiyle kesilir. Deve ve sığırın yedi kişiye kadar kimseye kurban olması mümkündür. Bu gibi durumlarda ortaklardan her birinin kurban niyetiyle iştirak etmesi gereklidir. İçlerinden birinin, gayrimüslim olması veya et niyetiyle kesime iştirak etmesi halinde (Hanefî mezhebine göre) hiçbirinin kurbanı sahih olmaz.

Müşterek kurbanlıklarda kurbet cihetinin de aynı olması şartı ise aranmaz. Yani biri adak, bir diğeri akika ve diğerleri de normal kurban niyetiyle bir araya gelseler ve müşterek bir kurban kesseler, bu caiz olur.

 

Kurbanın kesimi ve bazı psikolojik mülahazalar

Kurban bizzat kişinin kendisi tarafından kesilmesi daha uygundur. Hz. Peygamber’in veda haccında yüz kurban kestiği, bunlardan yaşları adedince bizzat kendisinin kestiği ve kalan kısmını da Hz. Ali’ye havale ettiği rivayet edilir. Eskiden bir müslümanın usulünce kurban kesmeyi becerememesi ayıp sayılırdı.

Kurbanın kurban olabilmesi için ille de kesilmesinin şart koşulması psikolojik tahlillere de tabi tutulmuş, bu konuda bazı çalışmalar da yapılmıştır (bk. Ali Murat Daryal, Kurban Kesmenin Psikolojik ve Metafizik Temelleri, MÜİFV. Yayınları, İstanbul) İnsanların içlerinde kan akıtmaya karşı bir meyil olduğu iddiaları vardır. Melekler de Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını buyurduğu zaman hemen “Yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi yaratıyorsun!” diye tepki göstermişlerdi. Arenalarda aç aslanlara parçalatılan insanların büyük bir tehacümle seyredilmesi, İspanyol boğa güreşlerinde madatorun her hamlesinde kana bulanmış boğaların yalpalamalarında oleylerin çekilmesi ve sonunda kalbe indirilen kılıç darbesiyle arenanın yıkılırcasına insanların coşması, şiddet içeren filmlerin büyük bir seyirci kitlesinin olması vb. insanın böyle bir yönünün olduğunu gösteriyor. İşte içinde sinsi bir halde yer tutan bu türden güdülerin meşru yollarla dışa vurumunun sağlanması, daha kötü neticeler doğurabilecek saldırgan davranışlardan onu alacağı gibi psikolojik yaklaşımlar ve tahliller yapılmaktadır. Hal böyle olunca, kurbanı bizzat kişinin kendisinin kesmesinin psikolojik açıdan daha da bir öneminin artacağı söylenebilir.

Günümüzde tabii şartlar değişti. Artık değil kendimizin kesmesi, kurbanın kesilmesini bile göremiyoruz. Ya evimize paket halinde ev geliyor, bazen tümüyle bağışlıyoruz onu d a göremiyoruz. Kurban bayramının sıradan bir tatilden farkı kalmıyor. İkram olarak da et yerine, tatlı ikramında bulunuyoruz.

 

Kurban ve israf

Kurban da hayvanlar kurban olarak kesilse de sonunda bunlar iktisadî açıdan birer değerdirler. O yüzden kesme işini ehil olan kimselere kestirmek ve gerek kesim sırasında gerek yüzüm ve gerekse içinin temizlenmesi ve etinin alınması sırasında israfa yer vermemek gerekir. Nasıl olsa kurbandır, bir hayır kurumuna verilecektir denilerek kurban derileri ehliyetsiz kişiler tarafından usulüne uygun olarak yüzülmemekte ve deriler kesilerek ekonomik açıdan genel toplamda çok büyük bir zarara sebep olunmaktadır. Ayrıca kurumlar tarafından kesilmiyor, kişiler kendileri kesiyorlarsa hayır kurumlarına verecekleri derileri mutlaka tuzlamalılar ve öyle katlamalılar. Zira tuzlanmadan uzun süre depolarda ve toplama mahallerinde bekleyen deriler kokmaya yüz tutmakta ve kalite itibarıyla değer kaybına uğramaktadır.

Kurban derileri post, kırba vb. gibi kullanım amaçlı değerlendirilebilir. Ancak kasap ücreti olarak kesen kimseye verilmesi ve satılması caiz değildir. Satılmış ise parasının tasadduk edilmesi gerekmektedir.

 

Kurban etlerinin değerlendirilmesi

Kurban etlerinin değerlendirilmesinde sünnet olanı, üç parçaya bölüp üçte birinin ev halkına yedirilmesi, üçte birinin eş dosta ikram edilmesi ve üçte birinin de fakir fukaraya tasadduk edilmesidir. Maddî durumu yerinde olmayan, çoluk çocuğu kalabalık olan aileler kurban etlerinin tamamını kendi ailelerine yedirebilirler.[5]

Deprem ve yaygın açlık gibi muhtaçların çok olduğu dönemsel zamanlarda kesilen kurban etlerinin üç gün içinde tüketilmesi, biriktirilip saklanmaması Hz. Peygamber’in bir arzusu olmaktadır. Ama öyle bir durum yoksa ihtiyaca göre üç günden sonrası için de saklanması caiz görülmüştür. Aslında kesmesi gerekmeyen ama buna rağmen bir şekilde kesen dar gelirli ailelere azını tasadduk edip çoğunu kendi aile efradı için saklamaları tavsiye edilebilir.

 

Kurban ile ilgili değişik sorunlar ve cevapları:

Kesimsiz kurban sadaka olur, kurban olmaz.

Kurbanın, gününde kesilememesi halinde daha sonraki günlerde kesilmesi gerekmez, tasadduk edilir. Fakir olanlar hakkında ise bir tür onlar için adak gibi sayılması sebebiyle mutlaka kurban niyetiyle alınmış olan hayvanın -bedelinin değil- kendisinin canlı olarak tasadduk edilmesi gerektiği söylenir.

Kurban etlerinden gayrimüslimlere de yedirilebilir.

Borç parayla yahut vadeli olarak yani henüz parası ödenmemiş, ileride ödenecek olması şartıyla alınmış hayvanların kurban edilmesi de caizdir.

Kredi kartıyla alınmış hayvanların kurban edilmesi caizdir.

Kesim sonrası tartılması ve karkas ağırlığı kaç kilo gelirse onun, önceden belli olan birim fiyatla çarpılarak bedelinin belirlenmesi yoluyla kurban kesimi de caizdir.  Hatta bu yöntemin, canlı canlı tartılarak alımı usulünden daha uygun olacağı söylenebilir. Çünkü bu usulde aldatılma riski en aza indirilmiş olmaktadır. Ayrıca bu durum örf halini de aldığı için, bu tür örfleri de artık hesaba katmak gerekir.

Yedi ortak birleşip, her birimize 30 kilo et düşecek şekilde bize bir kurban kes, etlerin fazlası senin olsun diye bir firma ile anlaştılar. Firma da iri bir hayvanı yedi kişi adına kurban olarak kesti ve eti tarttıktan sonra karkas ağırlığının 300 kilo olduğunu gördü. Sözleşme gereği ortaklardan her birine 30’ar kilo verdi, arta kalan 90 kiloyu da kendisi aldı. Acaba bu firma, bu örnekte sekizinci ortak olarak mı görülmelidir?

Bu konu tartışmalıdır ve iki farklı bakış açısına da açıktır. Birinci bakış açısına göre bu hayvan yedi kişi adına kurban niyetiyle kesilmiştir. Dolayısıyla caiz olmalıdır.

İkinci bakış açısında her ortak hayvanın yedide birinden azını almakta ve firma sekizinci ortak gibi gözükmektedir. Bu durumda da otaklardan hiç birinin kurbanı olmaz denilmektedir. Rivayete göre kurban organizasyonu yapan kurum ve kuruluşların birçoğu bu yöntemle çalışmaktaymış.  Zira gerek hayvan tedarikinde kolaylık ve gerekse kurban pay fiyatlarının standart bir rakam olarak belirlenmesi ve rekabete sebep bunun da asgari düzeyde tutulmaya çalışılması bunu gerektiriyormuş.

Günümüz ilahiyatçılarının büyük çoğunluğu böylesi bir uygulamayı caiz görmemektedirler.

Daha ucuz olduğu için yurt dışında kestirmek üzere vekalet verilmesi halinde, yükümlülük yerine getirilmiş olur ancak yurt içi ile yurt dışı kurbanı arasındaki ücret farkının tasadduk edilmesi uygun görülür. Hz. Peygamber Hakîm b. Hızâm adlı sahabîye bir kurbanlık alması için bir dinar (altın para) vermişti. O da bu parayla bir tane kurbanlık almış, sonra onu iki dinara satmış, tekrar pazara gidip bir dinarıyla başka bir kurbanlık almış ve Hz. Peygamber’e yanında bir kurbanlık ile bir dinar olduğu halde dönmüştü. Hz. Peygamber, o sahabiye bereket duası yapmış, kurbanını kesmesi yanında (kurbana sebep kazanılmış olan) o dinarı da tasadduk etmişti.[6]

 ÜSküdar/ Ferah
21.10.2012
 

 



[1] وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللَّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ [المائدة : 27]
[2] إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ [فاطر : 10]
[3] فصل لربك وانحر ( [ الكوثر : 2 ]
[4] قَالَ صَالِحٌ : قُلْت لِأَبِي : يُضَحَّى بِالشَّاةِ عَنْ أَهْلِ الْبَيْتِ ؟ قَالَ : نَعَمْ ، لَا بَأْسَ ، قَدْ ذَبَحَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَبْشَيْنِ ، فَقَرَّبَ أَحَدَهُمَا ، فَقَالَ : { بِسْمِ اللَّهِ ، اللَّهُمَّ هَذَا عَنْ مُحَمَّدٍ وَأَهْلِ بَيْتِهِ } . وَقَرَّبَ الْآخَرَ ، فَقَالَ { : بِسْمِ اللَّهِ ، اللَّهُمَّ هَذَا مِنْك وَلَك ، عَمَّنْ وَحَّدَك مِنْ أُمَّتِي } .
[5] فكلوا منها وأطعموا البائس الفقير ( [ الحج : 28 ]
وقال عليه الصلاة والسلام : وكنت نهيتكم عن ادخار لحوم الأضاحي فكلوا وادخروا
[6] سنن أبي داود ـ محقق وبتعليق الألباني - (3 / 265)  3388  عَنْ حَكِيمِ بْنِ حِزَامٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- بَعَثَ مَعَهُ بِدِينَارٍ يَشْتَرِى لَهُ أُضْحِيَةً فَاشْتَرَاهَا بِدِينَارٍ وَبَاعَهَا بِدِينَارَيْنِ فَرَجَعَ فَاشْتَرَى لَهُ أُضْحِيَةً بِدِينَارٍ وَجَاءَ بِدِينَارٍ إِلَى النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- فَتَصَدَّقَ بِهِ النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- وَدَعَا لَهُ أَنْ يُبَارَكَ لَهُ فِى تِجَارَتِهِ.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...