6 Ekim 2012 Cumartesi

Neye yarar benim cumam, selamlıkta sen yoksan!



Garibce dün (05.10.2012) Cuma namazı çıkışında  “Kadınların bazı tavırları sizce de garibce değil mi?!”  başlıklı bir yazı yazmıştı. 
Sosyal her alanda kendilerine canhıraş alan açmaya çalışan kadınların nedense Cuma namazına gelince birden geleneksel rollerle arzı endam ederek denize nazır kantinin konforlu koltuklarında çay ve kahvelerini  höpürdetmenin tadını çıkarmakta olduklarını Garibce bulduğumu yazmaya çalışmıştım.
İlgi, alaka ve tepkiler konu üzerinde biraz daha durma gerektiği kanaatini verdi.
Önce kısa bir tarihçe verelim:
Müslümanlar ilk Cuma’yı Yesrib’de henüz nüve halinde bir bir cemaat oluşturmaya başladıkları andan itibaren Müslümanlığın kısa bir süre içinde Medine’de yayılmasına çok büyük katkısı  olan Esad b. Zürare ve Hz. Peygamber tarafından öğretmen olarak gönderilen Mus’ab b. Umeyr’in öncülüğünde kılınmaya başlamışlardı. Hz. Peygamber de Medine’ye hicreti esnasında henüz daha Kuba’da iken ilk Cuma namazını kılmıştı (Şimdi orada Mescid-i Cuma adında bir cami var).
Ondan sonra da hadarî oldukları sürece her zaman Cuma namazı kılınmıştır.
Yüce Allah da şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِيَ لِلصَّلَاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (9) فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللَّهِ وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (10) وَإِذَا رَأَوْا تِجَارَةً أَوْ لَهْوًا انْفَضُّوا إِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَائِمًا قُلْ مَا عِنْدَ اللَّهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِ وَاللَّهُ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (11)

Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.
Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.(Cum’a 62/9-11)
Bu âyette cumanın şartı olarak “çağrı yapılması” zikredilmekte, muhatap olanlar da bütün iman edenler kılınmaktadır.
Bu türden genel hitaplar erkekler üzerinden kadınlara da aynı şekilde yönelik olur. Eğer öyle olmasaydı kadınların Cuma gibi, oruç ve benzeri pek çok ibadetle yükümlü olmamaları gibi bir sonuç çıkarılabilirdi. Ama hepimiz biliyoruz ki öyle değil. Kur’an’ın kadınlara “erkekler üzerinden ulaştığı” tespiti ise bir vakıa olarak doğrudur, çünkü kadınlar evvelemirde hitaba muhataplık konumunda değillerdi, muhtemelen evlerindeydiler… Eğer ortada olsalardı Kur’an’ın onları görmezden gelmesi mümkün olmazdı. Nitekim Hz. Peygamber’e gelip de ısrarla hakkını arayan, Hz. Peygamber’in mevcut durumun ipkası türünden vermiş olduğu hükme rıza göstermeyip sızlanan ve şikayetini Allah’a havale eden ve bu yüzden “Mücâdile”  adıyla özel bir surenin gelmesine sebep olan kadını yok saymamış, dilekçesini anında cevaplandırmış ve fiilî durumu değiştirecek yeni bir uygulamayı devreye sokmuştu.
Biz Kur’an’ın “arabî”liğini söylerken aslında onun bu özelliğini ortaya koymaya çalışıyoruz. Ama yeterince boyu uzun olmayanlar bunu göremiyorlar, ayaklarının ucuna biraz yükselme zahmetine de hiç girmiyorlar. Arapça’nın bir dil (çok gelişmiş de olsa nihayet bir dil) olma özelliğinden öteye onun cennet dili olduğu vb. gibi takıntılarla onu Arapça olmaktan Rabca olmaya çıkarmaya çalışıyorlar. Sonra da yaş kuru ne varsa olmasını istedikleri, hepsini ona söyletmeye çalışıyorlar.
Eğer nüve halinde bile olsa bir cemaatiniz varsa haftalık, kocaman bir ümmetiniz varsa o zaman da yıllık merasimlere (Bayramlar ve Hac) ihtiyacınız olacaktır. Bu merasimlerde, birbirinizle tanışmanın, kaynaşmanın, güven tazelemenin, ortak problemlere ortak akılla çözüm arayışlarının, ortak bir geçmişten hareketle ortak bir gelecek inşa etmenin, bunun için gerekli tedbirleri müzakere etmenin, daha büyük, daha kucaklayıcı ortak paydalar oluşturmanın, her bir ferdi ıskalamadan okşayan manevi esintilerin feyzinden yararlanmanın, maşerî  bir duygu atmosferi oluşturmanın ve huzur ikliminde yeniden can bulmanın, günlerin yorgunluğu, olayların verdiği sıkıntıların boğuculuğu sonucu bitmişliğin tükenmişliğin tam da kendisini göstereceği anda yeniden maşerî bir heyecan ve solukla adeta şarj olmanın imkanını devşireceksiniz demektir.
Cuma selamlığı biz Müslümanların işte böyle bir haftalık etkinliğidir.
Cuma bir ibadettir ama salt bir ibadet değildir. Sosyal yönü ağır basan bir etkinliktir.
Cuma toplanmak, bir araya gelmek, tek bir vücut olmak, birlikte sevinmek, birlikte üzülmek demektir.
Cuma geçen bir haftanın muhasebesi, geleceğe ise projeksiyon tutmak demektir.
Cuma, ortak bir heyecan, maşeri bir vicdan olmak demektir.
Cuma, “sosyal hayatta varım” diyen herkesin katılması gereken bir eylemdir.
İşte böylesi bir selamlıkta kölenin ne işi vardır? O tarlada, bağda, bahçede, işte olmalıdır. Onun ortaçağ toplumunda yeri ve vazifesi bellidir. Hizmet de onun boynundadır. O, cumaya gidecek olan efendisinin abdest suyunu hazırlasın, ayaklarını yusun, olmayan çoraplarını giydirsin. Döndüğünde de efendi yemek sofrasını hazır bulsun.
İşte böyle bir ortamda iktisadî alanda yük tümüyle kölenin boynundadır; boyunduruk altında olanın cuması mı olur? Ha, Rabb’e ulaşabilmek için camiye ve cemaate ihtiyaç mı vardır? Allah, her yerdedir, görür ve işitir.
Keza  böylesi bir selamlıkta kadının ne işi vardır? O evinin en karanlık köşesinde, oturmalıdır oturduğu yerde? Çünkü Rabler (efendiler, sahipler anlamında) öyle istiyor.
Hz. Peygamber ile bile mücadele edip, şikâyetini doğrudan Allah’a havale edecek yürek nerede?!
Ya da kahvesini höpürtedir ve “işime böyle geliyor!” der de!
Gerçekten garibce!
Yukarıdaki ayetlerin devamı şöyle bitiyor:
(Durum böyle iken) onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki: “Allah’ın yanında bulunan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Ümmet-i merhumenin sıhhat ve selameti için!
Allah rızası için!

06.010.2012
GARİBCE

1 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...