17 Temmuz 2012 Salı

Derdimizi kim dinleyecek!




Lâ talâka fî iğlâk

Öğleye yakın bir saatte kapım çalındı ve içeri yaşlı bir adam girdi. “Mehmet Erdoğan hoca siz misiniz?” dedi. Ben de “-Evet, buyurun!” dedim. Oturdu.

Hava çok sıcaktı. Odamız nispeten serin. Adamcağızın bütün gömleği suya batmış gibi ter içindeydi. Tanıştıktan sonra “Hayırdır, buyurun” dedim. Anlatmaya başladı:

Yetmiş üç yaşında bir adam. Bilmem ne emeklisi. Karısının başının etini yemesine dayanamamış, üstüne gelmemesi için epey bir uğraşmış, sonunda şalter atmış ve küplere binmiş, “Senden boşanıyorum” demiş. Sonra da aklı başına gelince pişman olmuş ve “Bir yanlış yaptım mı, günaha girdim mi acaba!” diye kendisine bir cevap bulmak için yollara düşmüş ve İlahiyat Fakültesine oradan da yönlendirilerek bizim odamıza gelmiş.

Öyle ya Garibce’de “Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı”.

Adamcağızla epey bir dertleştik. Dedim bak bize bu yaştan sonra hatun daha çok lâzım. Ünsiyet için hani. Kimse bizim artık arkamıza düşüp de gelmez. Hal böyle olunca elde ne varsa ona sahip çıkmak lâzım.

Senin durumuna gelince bir kere sen kesin olarak boşama ifadelerini kullanmamışsın. Hem söyle bakalım söylediklerini derken kastın neydi?

“-Kastım ona gözdağı vermekti, korkutmaktı. Boşamak değildi.”

“-İyi demek ki sen boşama niyetinde değilmişsin. Üstelik “Seni boşadım!”, ya da “Boş ol!”  şeklinde niyetin dikkate alınmayacağı türden sarih boşama sözcüğü de kullanmamışsın.

Kaldı ki bunları öfke halinde söylemişsin. Böyle birinin tasarruflarının geçerli olmadığını ifade eden hadisler de var.

“Lâ talâka fî iğlâk”

“İğlâk halinde iken talâk olmaz.”

Hadiste geçen “iğlâk”ı tehdit ve öfke hali diye açıklamışlardır.

Şu halde sen tövbe et, bir daha bu gibi ileride aklın başına geldiği zaman seni rahatsız edecek davranış ve sözlerden kaçın. Yengeme de söyle, bir birinizin kıymetini bilin. Unutmayın asıl kıyamet geride kalanın kıyameti olacak!

Değerli dostlar! Bu örnekte de gördüm ki biz ilahiyatçıların insanların dertlerini dinlemeye ve onlara manevi yönden destek olmaya ciddî anlamda ihtiyaç var. Psikiyatrlar bu türden hizmetleri paralı yapıyorlar. Aslında birçoğunun yaptığı ile vaktiyle hocaların okuması, üfürmesi aynı gibi. Ama bunu psikiyatrlar para ile yapınca bilimsel bir iş görmüş oluyorlar. Hocalar (müfti-yi mâcin yani kendisine olan inanç ve güveni istismara kalkışan ve çıkar sağlamayı amaçlayan  kimse değil) yapmaya kalkışınca yanlış oluyor. 

Ne yarım hoca ne yarım doktor!

Vaktiyle akşam saatlerinde güvenlikten aradılar ve bir kimsenin beni görmek istediğini söylediler. Dedim “Buyursun gelsin”. Adam geldi. Meşhur bir psikiyatrın yanından geliyormuş, birkaç dakikalığına 260 TL ödemiş ondan sonra soluğu benim yanımda almış. Derdi bizim vesvese dediğimiz türden bir şey. Üç saat kadar zamanımı aldı ve başımdan zor savdım.  Benim yaptığım ile paralı olarak önceden yapılan şeyin o adama nispetle farklı bir şey olduğunu sanmıyorum.

Belli ki paralısı derdine derman olamamıştı. Olsaydı benim yanımda ne arardı.

Parasızı ne kadar olmuştu bilemiyorum.

Evet, bizim hocalar olarak derdi olan insanları dinlememiz çok yerinde olur. Onlar için en büyük deva, her şeyden önce kendilerini dinleyecek ve dertlerini kendi derdi edecek, güven ve huzur duyacak kimselerin olması.

Allah rızası için buna ihtiyaç var!

Diyanetin ve ilâhiyatların sadece bilgi üzerine yoğunlaşmaları ve insanın bu türden olan ihtiyaçlarını görmezden gelmeleri yanlış olur.

Derdiniz derdimiz olsun, cümle dertlerimiz şifa bulsun!

11.07.2012
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...