Lâ talâka fî iğlâk
Öğleye yakın bir saatte kapım çalındı ve
içeri yaşlı bir adam girdi. “Mehmet Erdoğan hoca siz misiniz?” dedi. Ben de
“-Evet, buyurun!” dedim. Oturdu.
Hava çok sıcaktı. Odamız nispeten serin.
Adamcağızın bütün gömleği suya batmış gibi ter içindeydi. Tanıştıktan sonra
“Hayırdır, buyurun” dedim. Anlatmaya başladı:
Yetmiş üç yaşında bir adam. Bilmem ne
emeklisi. Karısının başının etini yemesine dayanamamış, üstüne gelmemesi için
epey bir uğraşmış, sonunda şalter atmış ve küplere binmiş, “Senden boşanıyorum”
demiş. Sonra da aklı başına gelince pişman olmuş ve “Bir yanlış yaptım mı,
günaha girdim mi acaba!” diye kendisine bir cevap bulmak için yollara düşmüş ve
İlahiyat Fakültesine oradan da yönlendirilerek bizim odamıza gelmiş.
Öyle ya Garibce’de “Ne ararsan bulunur derde
devadan gayrı”.
Adamcağızla epey bir dertleştik. Dedim bak
bize bu yaştan sonra hatun daha çok lâzım. Ünsiyet için hani. Kimse bizim artık
arkamıza düşüp de gelmez. Hal böyle olunca elde ne varsa ona sahip çıkmak
lâzım.
Senin durumuna gelince bir kere sen kesin
olarak boşama ifadelerini kullanmamışsın. Hem söyle bakalım söylediklerini
derken kastın neydi?
“-Kastım ona gözdağı vermekti, korkutmaktı.
Boşamak değildi.”
“-İyi demek ki sen boşama niyetinde
değilmişsin. Üstelik “Seni boşadım!”, ya da “Boş ol!” şeklinde niyetin dikkate alınmayacağı türden
sarih boşama sözcüğü de kullanmamışsın.
Kaldı ki bunları öfke halinde söylemişsin.
Böyle birinin tasarruflarının geçerli olmadığını ifade eden hadisler de var.
“Lâ talâka fî iğlâk”
“İğlâk halinde iken talâk olmaz.”
Hadiste geçen “iğlâk”ı tehdit ve öfke hali
diye açıklamışlardır.
Şu halde sen tövbe et, bir daha bu gibi
ileride aklın başına geldiği zaman seni rahatsız edecek davranış ve sözlerden
kaçın. Yengeme de söyle, bir birinizin kıymetini bilin. Unutmayın asıl kıyamet
geride kalanın kıyameti olacak!
Değerli dostlar! Bu örnekte de gördüm ki biz
ilahiyatçıların insanların dertlerini dinlemeye ve onlara manevi yönden destek
olmaya ciddî anlamda ihtiyaç var. Psikiyatrlar bu türden hizmetleri paralı yapıyorlar.
Aslında birçoğunun yaptığı ile vaktiyle hocaların okuması, üfürmesi aynı gibi.
Ama bunu psikiyatrlar para ile yapınca bilimsel bir iş görmüş oluyorlar.
Hocalar (müfti-yi mâcin yani kendisine olan inanç ve güveni istismara kalkışan
ve çıkar sağlamayı amaçlayan kimse
değil) yapmaya kalkışınca yanlış oluyor.
Ne yarım hoca ne yarım doktor!
Vaktiyle akşam saatlerinde güvenlikten
aradılar ve bir kimsenin beni görmek istediğini söylediler. Dedim “Buyursun
gelsin”. Adam geldi. Meşhur bir psikiyatrın yanından geliyormuş, birkaç
dakikalığına 260 TL ödemiş ondan sonra soluğu benim yanımda almış. Derdi bizim
vesvese dediğimiz türden bir şey. Üç saat kadar zamanımı aldı ve başımdan zor
savdım. Benim yaptığım ile paralı olarak
önceden yapılan şeyin o adama nispetle farklı bir şey olduğunu sanmıyorum.
Belli ki paralısı derdine derman olamamıştı. Olsaydı benim yanımda ne arardı.
Parasızı ne kadar olmuştu bilemiyorum.
Evet, bizim hocalar olarak derdi olan
insanları dinlememiz çok yerinde olur. Onlar için en büyük deva, her şeyden
önce kendilerini dinleyecek ve dertlerini kendi derdi edecek, güven ve huzur
duyacak kimselerin olması.
Allah rızası için buna ihtiyaç var!
Diyanetin ve ilâhiyatların sadece bilgi
üzerine yoğunlaşmaları ve insanın bu türden olan ihtiyaçlarını görmezden
gelmeleri yanlış olur.
Derdiniz derdimiz olsun, cümle dertlerimiz
şifa bulsun!
11.07.2012
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder