Daha önceki bir yazımda bir
marka olarak Ülker’in merhum Sabri Bey’in arkasında bırakmış olduğu en büyük salih
amel olduğunu yazmıştım.
Bir markanın arkasındaki
güvenin ne kadar uzun ve yorucu bir süreçle inşa edildiğini hepimizin bilmesi
lâzım.
Özellikle de işe yeni
başlamış küçük esnafın.
Medine Camii’nden çıkmış ve
Çarşıyı geçerek arabamın yanına gitmek üzere hareket etmiştim. Giderken daha
önce bir pantolon almış olduğum yeni açılan bir dükkana uğradım ve,
“-Malına sahip çıkıyor
musun!” arkadaş dedim. “Tabii!” dedi. Ona “Peki -pantolonumun cepleri
üzerindeki dikişi göstererek- bunlar arasında bir fark görebiliyor musun?
dedim. Baktı “Yok!” dedi. Dedim “İyi bak, bak birinde dikiş var öbüründe yok!”
“-Ha, dedi. Bundan bir şey
olmaz. Ha olmuş ha olmamış”.
Dedim: “Bu dikiş daha bir ay
bile olmadan attı, söküldü…”
Şöyle dedi böyle dedi. Ben
kendisine marka olmanın öyle kolay olmadığını, müşterinin memnun olması halinde
ancak ikinci, üçüncü sefer yine geleceğini ve insanlara da tavsiyede
bulunacağını… tutunmanın ve markalaşmanın işte ancak öyle olacağını… söylemeye
çalıştım.
Belli ki benden rahatsız
olmuştu. Dedim “Ben bir müşteri olarak kendimi işinizi daha iyi yapmanız için
uyarmak durumunda olduğumu düşündüğüm için bunları söyledim. Bir beklentim yok”.
Ve oradan ayrıldım. Arkamdan da hoşnutsuzlukları konuşmalarından anlaşılıyordu.
Emeksiz ekmek, zahmetsiz
rahmet istiyorlar.
Bizim iş ahlâkını
gençlerimize öğretmemiz lazım. Hakkı verilmeden alınan tek kuruşun boğazdan
geçmemesi için kaygı duyulması gerektiğini yavrularımıza öğretmemiz lazım.
İstanbul gibi kalabalık
şehirlerde, “müşteri mi yok o olmazsa öteki olur” mantığını bırakmamız lazım.
İnsanlar gibi firmaların da bir itibarı olur. O itibarın kazanılması için kim
bilir ne terler dökülür, ne emekler verilir. O itibarın sürdürülebilmesi de en
az kazanılması kadar zordur. O itibar bir zedelendi mi her şey çorap söküğü
gibi bir anda sıfıra müncer olabilir.
Bosh firmasının reklamında
kurucusunun bir sözünü kullanıyorlardı: “İtibarımı kaybetmektense paramı kaybetmeyi
arzu ederim.” Bu sözde muhtemelen bir çeviri hatası vardır ve para yerine
servetim denilmiştir.
Evet, itibarımızı kaybetmektense
bütün servetimizi kaybetmek daha yeğ olmadıkça, her biri birer salih amel olan
markaları oluşturamayız.
Markalarımız olmadıkça da
saman alevi gibi bir parlar ama anında da söner gideriz.
Dünyanın öbür ucuna kimler
ve nasıl ulaşıyorlar dersiniz.
Biz salih ameli hatim
indirmek, salavat getirmek, umreye gitmek, cami cemaatine lokma tatlısı
dağıtmak… diye anlıyoruz. Ve bu salih amellerimizin bizi dünya ve ahrette kurtaracağına
inanıyoruz.
Matematikte bir işlem
yapıldığı zaman sağlaması yapılır.
Bizim amellerimizin salihliğinin
bir sağlaması yok mu dersiniz.
İşlerimiz salih olsun,
onların salahı bizi de salih kılsın.
Dua ile!
24.07.2012
GARİBCE
herdogan38@.
YanıtlaSilDiline sağlık,kalemine kuvvet...