Dün masamdan kalktım iki satır dolaşayım
dedim. Bizim dolaşma üç metre kutrundaki ortadaki aydınlığın etrafında bir iki
tur atma şeklinde. Çamlıca gibi tepelerin etrafında turlama ise bizi bozar, o
büyük üstadların işi. Hem bir başladın mı boşlama yok. Karın otuz santim
yağdığı günde bile devam edeceksin (Allah akıl fikir versin!)
İşleyen demir ışılarmış. Ben de
derim ki ışıldadığı gibi aşınır da.
Neyse bir açık kapı gördüm. Bizim
Ahmetçelerin kapısı. İçeri girdim ayak üstü iki kelam etmeden, dedik; “Yeni
açılan Mimar Sinan Camisini göreniniz var mı?” İsmail Hoca “Ben gördüm, çok
güzel!” dedi. “Haydin gidip ziyaret edelim” dedik ve öğle namazına yarım saat
kadar bir zaman vardı. Atladık arabamıza ve levhaları takip ederek camiye
ulaştık. Arabamızı alttaki iki kattan oluşan otoparka bıraktık. Abdest almak
için hazırlanmış yerlerin yanından geçerek asansörle sıfır kata (eksi üç kat
var) çıktık.
Camiin yeri bir hayli yüksekmiş.
Ümraniye tarafı ve otoyol ayak altında, harika manzarası var.
Ayakkabılarımız poşete koyduk ve
içeri girdik. Harika… Gerçekten şahane.
İç mekan genişliği, yükseklik,
aşırılığa kaçmayan süslemleri, yazılardan oluşan avizeleri ve sanki gözleri
varmış gibi bize gülümseyen kubbesi… (tabi bu benim belki görmek istediğim için
gördüğüm şey, ama fotoğrafını bile çektim, bizde yalan yok hilaf yok!)
Mihrab, minber yerinde.
Kürsü dahi öyle. Göz kamaştırıcı
bir işlemesi var.
Mihrab, bütün sadeliği ve sanki
iki tarafa uzayan yazı kuşağı ile kanatlanmış, gök yüzüne doğru ağacak,
arkasına takılanları uçuracak gibi.
Mihrabdaki yazıları ayrıca ele
alacağım.
Bizim Yunus Hoca imam olmuş. Onu
da tebrik ettik. Ezanı da o okudu. Namazı kıldırdı. Mihrapta fotoğrafını da
çektim. Hayırlı hizmetlere muvaffak etsin.
Ortada müezzin mahfili var.
Cami henüz tamamlanmamış, bazı
eksiklikler var gibi gözüküyor. Çalışma sesleri de zaten duyuluyor.
Caminin içine girdiğimiz zaman
bunca güzellik ve ihtişama rağmen bize bir şey hissettirdi: Boğucu bir
sıcaklık. Herkes terliyordu. Ben ki kolay kolay terlemem benim dahi pantolonuma
ter iz yapmıştı.
Herhalde zaman içinde bu da telafi
edilir.
Dediler mimarı hiçbir şeye
dokundurmuyormuş, klasik çizgiden asla sapma olmayacakmış.
Dedim, iyi de bizim klasik
camilerimiz de böyle yanıyor mu? Benim bildiğim kadarıyla büyük camilerimize
girildiğinde genelde bir serinlik havası hissedilir. Bu yapı asıl itibariyle
beton, dış kısımlar kaplama. Sütunlar bile mermer kaplama. Dış cephe taş
kaplama. Ne kadar yalıtım yapıldı, bilemiyorum. Ama gerçekten çok bunaltıcı bir
sıcaklık vardı. Gerçi dün İstanbul’un en sıcak günlerinden birini yaşamıştık. O
itibarla fazla da haksızlık etmeyelim.
Namaz sonrasında ben fotoğraf
çekmeye koyuldum. Sonra Halis Ayhan hoca da geldi ve mahfilde bir süre sohbet
ettik. Belli ki camii, birçok kimsenin aynı zamanda buluşma yeri de olacağa
benziyor.
Hoca sordu: Bu caminin ruhu var
mı? diye. Evet gerçekten büyük bir ihtişam, ama ruhu var mıydı yok muydu? Onu
pek çözemedik.
Ya da ruhu olmalı mıydı? Taşın
toprağın ruhu mu olurdu? Yoksa ona ruhu, kendi ruhlarından onu imar edenler mi verirdi. “İnnemâ ya’muru
mesâcidallah…” âyetinde söz edilen imar maddî olarak mabed inşa etmek miydi,
yoksa mabedleri medeniyetin kalbi yapacak işlevsellikleri miydi.
O muhteşem minberin üzerine
çıkaracağınız hatip, mihraba
geçireceğiniz imam, kürsüye çıkaracağınız vaiz ve kubbeyi hop kaldırıp hop
indirecek olan cemaat hep birlikte ona ruh verecekti.
Herkes eskilerin ihtişamından
bahsettiler. Âlem-i ervahta Fatih’in torunu Süleyman’a gıpta ettiğinden çünkü
onun Mimar Sinan gibi bir dehadan yoksun olduğundan falan bahsedildi. Bizim onlardan
daha da güzel yapılar yapmamız gereğinden bahsedildi. Çünkü bunca birikim ve
yeni teknolojiler denildi.
Ben âcizane öyle düşünmüyorum.
Çünkü bizdeki şu andaki seviye Cumhuriyet ile yaşıt bir seviye. Biz Kayseri’nin
koca Erciyes dağını Himalayalar gibi beş bin metre yükseklikteki bir düzlem
üzerine koyabilseydik, Erciyes o cesim gövdesiyle Dünya’da birinci olurdu. Ağrı’nın
bile esamisi okunmuyor. Niye çünkü engin bir rakım üzerine oturuyor.
Biz Cumhuriyetle yaptığımız redd-i
mirasla ilimde sıfırdan başladık, benzer şey sanatta, mimaride ve her alanda
oldu.
Kök bütün cesametine rağmen
arzulanan sonucu vermiyordu, çünkü koca çınarın gövdesi tamamen kesilmiş,
üzerine ise bir saksı içinde yeni bir filiz konulmuştu. Ve bu filizlin o cesim
kökle bağlantısı da kurulmamıştı. Ama hangi sebebe müstenittir bilinmez, kader
o filizle kök arasında güçlü bir elektriklenme ile bir aşılanma gerçekleştirdi de o filiz kısa zaman içinde hesapta
olmayan bir şekilde büyümeğe başladı. Suyun mecrasını bulması gibi bir şey oldu
ve oluyor.
Hal böyle olunca insanlık âlemine
bir medar-ı iftihar olabilecek şekilde sunulmaya çalışılan bu güzel eser, bunca
eksikliklerine rağmen çok büyük bir başarı olarak takdir edilmeli. Yetmiş
yıllık bir birikimin geçmişle yeniden bağ kurma çabalarından başarılı bir örnek
gibi görülmeli ve takdir edilmelidir.
Tek kusuru, ismi ile birlikte
çekilmiş olan fotoğrafında da görüldüğü gibi üzerine abanan yüksek yapılardır.
Rivayete göre orada olanlardan bu başarıdan
rahatsız olanlar da varmış. Hatta bir taksicinin rivayetine göre adamın biri, “Eğer
burada böyle bir cami yapılacağını bilseydim, bu kadar para vererek buradan ev
almazadım!” gibi nedamet ifadelerinde bulunmuş.
Aslında bu görüntü biz Müslümanların
yadırgayacağı bir görüntü de olmamalı. Çünkü aynısı hata biraz daha fazlasıyla
Kabe’nin üzerine abanan Zemzem Tower’da da var.
Neyse şimdilik yapma
aşamasındayız. Gün olur yıkma zamanı da gelir. O zaman en büyük hizmeti yıkıcı
hükümetler ve belediyeler yapar.
Tarihi nice abide, her taraftan
kuşatılmış vaziyette. Bunların etrafında ne varsa yıkmak ve onları ortaya
çıkarmak lâzım.
Bunlar bizim medeniyetimizin
kalbi, akciğeri gibi hayatî unsurları. Ama boğuluyorlar. Onlar boğuldukça
medeniyetimiz de boğuluyor, yeterli canlılığı gösteremiyor.
Ulaşımı çok kolay bir camimiz
oldu.
Park kaygısı olmayan bir camimiz
oldu.
Etrafında oturulacak, nefes
alınacak bir parkı olan bir camimiz oldu.
Sinanımızın adını yaşatacak bir
camimiz oldu.
Nur topu gibi bir camimiz oldu.
Katkısı olan, emeği geçen herkesi
kutluyoruz.
Sevgiyle! Saygıyla!
26.07.2012
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder