14 Temmuz 2012 Cumartesi

Zevklerinizi avans mı sandınız?



İnkâr edenler ateşe sunuldukları gün, (onlara şöyle denir:) “Dünyadaki hayatınızda güzelliklerinizi bitirdiniz, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı, alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf 46/20)[1]



Çağımızın fakihinin sosyologlar olduğunu söyleyen bir dost bu âyetin kendisini çok korkuttuğunu söyledi.

Öyle ya cennet hayatına mahsus bildiğimiz her türlü zevki artık biz bu dünyada bizzat tadıyoruz, ya da tatmak istiyoruz. Hiçbir şeyden geri kalmak istemiyoruz.

Yemeklerimizi altından ırmaklar akan bahçelerde, çiçeklerin renk cümbüşü oluşturduğu en nadide manzaralı yerlerde, en güzel kadınların servis yaptığı lüks otellerde, envai çeşit yiyeceğin, ancak cennettekilerin arzu edip erişebileceği türden açık büfe ziyafetleri şeklinde hep burada, bu dünyada elde etmek istiyoruz. Bunları elde edemediğimiz zaman hasret duyuyoruz ve kendi kendimizi tüketiyoruz. Oysa bunların çoğu cennet hayatı için zikredilen şeylerdi.

İçinde bulunduğumuz nimetlerin çokluğu ve çeşitliliği karşısında bu âyet gerçekten ürkütücü olmalıdır.

Her türlü şarabı içtiniz, her türlü huri gılmanla zevk edindiniz… Teraslara kuruldunuz ve en güzel manzaraları seyrettiniz. En güzel nağmeler eşliğinde oynadınız, eğlendiniz. Dolayısıyla iyilik namına hesabınızda ne varsa onların karşılığını fazlasıyla orada iken tükettiniz. Şimdi burada size karşılık olarak hasretten ve azaptan başka bir şey yok denmesi… gerçekten korkutucu.

Böyle bir akibetten Allah’a sığınmak lâzım.

Ama diyebilirsek ki: Ya Rab, sudan ve sugillerden başka içeceğimiz olmadı. Elimiz namahrem eline değmedi, uçkurumuz harama çözülmedi. Kazanımızda pişen aşa haram lokma karışmadı. Varsıl isek şükrettik, yoksul isek sabrettik…

Tattıklarımız sadece senin nimetlerinin birer numunesiydi.

Hem biz senden amellerimizin karşılığını istemiyoruz ki? Böyle bir tavır ne haddimize! Bizim kendi yaptıklarımıza mukabil ne gibi bir talebimiz olabilir ki? Hepsinin ne denli eksik, kusurlu, ayıplı olduğunu bizzat biz kendimiz biliriz.

Ama bizim asıl güvencimiz senin eşsiz lütfün, sonsuz keremindir ve biz bugün senin kapına yükümüzü yıktık. Boynumuzu senin emrine büktük. Ferman senindir, derman sendedir. Biz senin kullarınız; Senden geldik, sana döndük.

İşte böyle diyebilirsek ne gam ne keder!



Kul olduk, kul kalmayı umduk. Biz şerefi Ya Rabbi kullukta bulduk!

Bizi umutsuz koma!

Bizi kendi halimize savma!



Dua ile!

14.07.2012

GARİBCE



[1] وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ (20)  [الأحقاف]

2 yorum:

  1. Bu âyet niye sizi bizi korkutsun Hocam, âyet "inkâr edenler" diye başlamıyor mu? Ben niye korkayım?

    YanıtlaSil
  2. herdogan38@.

    Nasıl edelim de dengeyi kuralım..?

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...