İnkâr
edenler ateşe sunuldukları gün, (onlara şöyle denir:) “Dünyadaki hayatınızda
güzelliklerinizi bitirdiniz, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı, alçaltıcı bir
azapla cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf 46/20)[1]
Çağımızın
fakihinin sosyologlar olduğunu söyleyen bir dost bu âyetin kendisini çok
korkuttuğunu söyledi.
Öyle ya
cennet hayatına mahsus bildiğimiz her türlü zevki artık biz bu dünyada bizzat
tadıyoruz, ya da tatmak istiyoruz. Hiçbir şeyden geri kalmak istemiyoruz.
Yemeklerimizi
altından ırmaklar akan bahçelerde, çiçeklerin renk cümbüşü oluşturduğu en
nadide manzaralı yerlerde, en güzel kadınların servis yaptığı lüks otellerde,
envai çeşit yiyeceğin, ancak cennettekilerin arzu edip erişebileceği türden
açık büfe ziyafetleri şeklinde hep burada, bu dünyada elde etmek istiyoruz.
Bunları elde edemediğimiz zaman hasret duyuyoruz ve kendi kendimizi
tüketiyoruz. Oysa bunların çoğu cennet hayatı için zikredilen şeylerdi.
İçinde
bulunduğumuz nimetlerin çokluğu ve çeşitliliği karşısında bu âyet gerçekten ürkütücü
olmalıdır.
Her türlü
şarabı içtiniz, her türlü huri gılmanla zevk edindiniz… Teraslara kuruldunuz ve
en güzel manzaraları seyrettiniz. En güzel nağmeler eşliğinde oynadınız, eğlendiniz.
Dolayısıyla iyilik namına hesabınızda ne varsa onların karşılığını fazlasıyla
orada iken tükettiniz. Şimdi burada size karşılık olarak hasretten ve azaptan
başka bir şey yok denmesi… gerçekten korkutucu.
Böyle bir
akibetten Allah’a sığınmak lâzım.
Ama
diyebilirsek ki: Ya Rab, sudan ve sugillerden başka içeceğimiz olmadı. Elimiz
namahrem eline değmedi, uçkurumuz harama çözülmedi. Kazanımızda pişen aşa haram
lokma karışmadı. Varsıl isek şükrettik, yoksul isek sabrettik…
Tattıklarımız
sadece senin nimetlerinin birer numunesiydi.
Hem biz
senden amellerimizin karşılığını istemiyoruz ki? Böyle bir tavır ne haddimize!
Bizim kendi yaptıklarımıza mukabil ne gibi bir talebimiz olabilir ki? Hepsinin
ne denli eksik, kusurlu, ayıplı olduğunu bizzat biz kendimiz biliriz.
Ama bizim
asıl güvencimiz senin eşsiz lütfün, sonsuz keremindir ve biz bugün senin kapına
yükümüzü yıktık. Boynumuzu senin emrine büktük. Ferman senindir, derman
sendedir. Biz senin kullarınız; Senden geldik, sana döndük.
İşte
böyle diyebilirsek ne gam ne keder!
Kul
olduk, kul kalmayı umduk. Biz şerefi Ya Rabbi kullukta bulduk!
Bizi
umutsuz koma!
Bizi
kendi halimize savma!
Dua ile!
14.07.2012
GARİBCE
[1] وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى
النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ
بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي
الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ (20) [الأحقاف]
Bu âyet niye sizi bizi korkutsun Hocam, âyet "inkâr edenler" diye başlamıyor mu? Ben niye korkayım?
YanıtlaSilherdogan38@.
YanıtlaSilNasıl edelim de dengeyi kuralım..?