İlkokulda bayramda döviz olarak bir levhaya yazmış oyduğum yazıydı bu!
Ne anlama geldiği önemli değildi; önemli olan Atatürk’ün söylemiş olmasıydı.
Sonra İslamî İlimleri tahsil ettik. Ve gördük ki bu söz İslamî literatüre de bire bir uygun. Çünkü İslâm’ın ilk kaynaklarında “ilim” denildiği zaman rivayete dayalı vahiy bilgisi kastediliyor. Fizik, kimya gibi ilimler, yahut re’ye dayalı çıkarsamalar, ictimaiyyat gibi sosyal bilimlere dair malumat vb. “ilim” sayılmıyordu.
Gel gör ki bu sözü söyleyenlerin maksadı başka imiş meğer. Bu söz pozitivizmin amentüsü imiş, biz ne bilelim. İlim aşkıyla yanıp tutuşan bir talebe olarak –öküz olacak dana yürüyüşünden belli olur fehvasınca- daha o zamandan ilmi hayatımızı aydınlatacak bir ışık olarak görmekte ve bunu başkalarına da haykırmak üzere döviz yapıp elde taşımaktaymışız.
Meğer Batı aydınlanma sürecinde geldiği en son noktada bilimin üzerine o kadar kapanmış ki, bilim gözünü almış ve ondan başka dünyada bir gerçeklik olabileceği iddiasını hiçbir tereddüt duymadan reddetmiş, varsa yoksa bilimmiş… Başka bir yol gösterici, rehber, mürşit yokmuş. Din bir afyonmuş, vahiy mahiy bunlar birer sanrı.
İnsan kendi kendine yeterli olmalıymış. Varlığı için Tanrı’ya ihtiyaç kalmamış. Bunu evrim kotarmış. Ateş gibi insanlık tarihinde hayatî önem taşıyan her nimet bizzat insana icat ettirilmiş. Yanardağlardan lavların fışkırması, yıldırımların düşüp etrafı yakması sonucu doğada ateş hazır mevcut olmasına rağmen göz göre göre insanın eline iki odun verilmiş bir birine sürttüre sürttüre ateş buldurulmuş. Adamların avuç içleri kabarmış olmalı!
Böylece insanın kendi özünden başka hiçbir aşkın varlığa borcu kalmamış, minnet duyacağı bir otorite varsa o da insanlığın kendisi olmalı imiş.
İnne’l-insâne leyatğâ en raâhu’isteğnâ buyuruyor Allah. İstiğnâ hali yani insanın kimseye eyvallahının olmaması azgınlık sebebidir diyor.
Bilimin aydınlığı gözümüzü aldı ve biz etrafımızda başka gerçeklikler olup olmadığını göremez olduk. Göremediklerimizi yok saydık.
Ama onlar bizim yok saymamıza rağmen hâlâ vardılar ve varlıklarını da sürdürüyorlardı.
Asıl sanrı buydu.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.
İlminiz gözünüzü alıp sizi kör kılmasın; bütün gerçekliği ile dünyanızı aydınlatsın. Eşyayı tanırken gerçeklik hükümlerini bilim versin. Ama onu nasıl ve nerede kullanacağımız söz konusu olduğu zaman değer hükümleri devreye girsin. Onu da bize “el-‘ilm” versin.
Dua ile!
31. 07.2012
GARİBCE
On sene gecikme ile okuyorum, "Şahane!" diyorum. Yüz on sene sonra okuyan olursa yine "Şahane" diyecek!
YanıtlaSil