Namaz, O’nu anmak içindir.
Kıyam, huzurda durmaktır. Hangi ve kimin huzurunda?
İsmi’nin tecellisine dağların dayanamayıp un ufak olduğu, kelâmının indirilmesine dağların dayanamayıp param parça olacağı… Zât-ı celâl’in huzurunda.
Gafletimizi Mevlana şöyle hikaye ediyor:
Köylünün biri, öküzünü ahıra bağlamıştı. Her gün adet edinmiş onu loş ışıkta el yordamıyla bir güzel tımar ederdi. Bir gün aslan ormandan indi düz ayak ahıra girdi, öküzü yedi ve yerine geçip up uzun oturdu. Yediklerini sindirmeye koyuldu. Olup bitenlerden haberi olmayan köylü adeti üzere ahıra gidip aldı eline kaşağıyı ve başladı öküzüm zannıyla aslanı kaşağılamaya. Zavallı aslanım zannıyla elini aslana sürmekte, sırtını yağrısını yukarı aşağı okşamakta, tımarını yapmaktaydı. Aslan “Beni öküzü sanan bu avanak eğer aydınlık olaydı da öküzün yerinde benim olduğumu bileydi ödü patlar, yüreği kan kesilirdi. Fakat şimdi pervasızca beni okşuyor, kaşıyor, tımar ediyor. Çünkü loş ışıkta beni öküzü sanıyor” demekteydi. Hak da “Ey mağrur kör, Tur dağı benim adımdan paramparça olmadı mı? Eğer biz kitabımızı dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi. Eğer Uhud Dağı beni anlasaydı o dağdan ırmak, ırmak kan akardı.” deyip duruyor. Sen bu adı babandan, anandan işittin de onun için bu ada gafilce yapıştın. Bu sırrı taklitsiz anlasan Allah lütfüyle nişansız bir hale gelir, hatife benzersin…”
Evet namazda huzura duran ey gafil, eğer sen de gerçek anlamda kimin huzurunda duruyorsun bilebilseydin, Allahu Ekber diyerek andığın adın sırrına erebilseydin kim bilir halin nice olurdu, demek istiyor.
Namaz zikirdir, fikirdir ve şükürdür.
Bunca nimet için gerçek anlamda şükür mümkün değildir, ama namazımızı kılarsak, zikrimizi yapmış, şükrümüzü eda etmiş sayılıyoruz.
Ama namazdan gaflet edersek bize veyl olsun deniyor.
“Feveylün lilmusallîne an salâtihim…” An= den, dan ekidir. Zemahşerî namazlarından yani vakitlerden gaflet şeklinde tefsir etmiş de Ehl-i sünnetin büyük takdirine mazhar olmş. Fî harfi ile ifade edilse de “fî salâtihim” denilmiş olsaydı, o zaman bizim namaz kılarken ki gaflet halimiz kastedilmiş olacak ve hemen hepimiz kıldığımız her namaz yüzünden de veyle muhatap olacakmışız. Başta oradan durumu bir nebze kotarmışız. Yoksa hangimiz İmam Ebu Hanife gibi yapabildik ki.
Ona sormuşlar: “-İmam, sen çok zengin bir adamsın, kumaş tüccarısın. Bunca malın mülkün var. Sen namazda nasıl ediyorsun, huşua nasıl eriyorsun. Oysa bizim birkaç devemiz, birkaç davarımız var, namaz esnasında hep onlarla uğraşıyoruz, hangisini nereye bağlayacağız, nasıl edeceğiz hep onları düşünüyoruz.” Demişler.
İmam: “-Evlâdım biz develerimizi ahıra bağlıyor, mallarımızı da yeri nere ise oraya koyuyoruz, kalbimize değil” demiş.
Öyle ya ahırı develere, dükkanı mallara ayırdık zaten. Kalbimizi de bir Allah’a ayırdık mı tamam; develer orada gevişini getiredursun, biz de namazda Allah ile baş başa olalım! O bizim azımızı çok etsin, kusurlarımızı yok etsin, seyyiâtımızı hasenâta tebdîl etsin, elimizden tutsun, ayağımızı kaydırmasın, yolumuzdan şaşırtmasın… olsun bitsin.
Bize kalsa bu olmaz, en azından onu biliyoruz.
Ama bir şey daha biliyoruz: O bizi seviyor, hem de bizim O’nu sevdiğimizden daha çok.
Esirgiyor ve bu çok açık.
Ya Rabbi biz zikr-i dâim üzere olamadık, ama sen bizim beşimizi elli saydın, birimizi yedi yüz ve hatta daha fazlasına katladın.
Biz seni unuttuk, ama sen bizi unutmadın. Unutmalarımızı yok saydın, hatalarımızı görmezden geldin: Rabbenâ lâ tüâhiznâ innesînâ ev ahta’nâ’yı bize Sen öğrettin.
Babamız Âdem’di, düştük, ama kafa tutmadık. Annesinin sevgisini istismar eden yaramaz çocuklar gibi mızıkçılık edip de düştüğümüz yerde debelenip kalmadık. Sana elimizi uzatmasını bildik ve bunu en büyük erdem saydık.
Ve bu bizim ayrıcalığımız oldu. Kulluğu en büyük şeref bildik. Sana kul olursak kullara kulluktan, Tağutlara bendelikten kurtulacağımıza iman ettik.
Özgürlük diye diye, ipinden boşanmış danaların esas itibariyle her tarafı çevrili çitin içinde sağa sola .öt atması gibi bir taşkınlık ve “istiğnâ hali”ne kendimizi kaptırmadık.
Gerçek özgürlüğü özümüzü sana teslimde bildik. Çünkü sana teslim olursak, her türlü ihtiraslarımızın, kusurlarımızın, günahlarımızın çepe çevre bizi saran tutsaklıklarından, nefsimizin boyunduruğundan işte o zaman kurtulacağımıza inandık.
Sevginle var olduk, varlığı Sen’de bulduk, Sen’den geldik ve Sana geliyoruz.
Sana kulluk ediyor ve Sen’den istiânede bulunuyoruz.
Hamd Sana ve Sen’den gele. Herkes bunu böyle bile.
Ve bu bizim son duamız.
29.07.2012
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder