22 Temmuz 2012 Pazar

Oruç tut; ölün oruçlu olsun!



Bizim yaşta (50 üzeri) olanlar uzun ve sıcak yaz günlerinde ikinci kez oruç tutuyorlardır. Her otuz üç yılda senenin bütün günlerinde oruç tutulmuş oluyor malum.  

İmam Hatibe ilk başladığımız 1968 yılında oruç için sahura kalktığımızda yiyecek olarak tek bir portakalın olduğunu şimdiki gibi hatırlıyorum. O zamanlar yaygın bir yokluk vardı galiba. Köyden gelen bazlama ve çörek türü yiyecekler hemen bitiverirdi. Ama yufka ekmek dayanıklı olurdu. Onun sulanması ve bir süre üzerinin bastırılarak kapatılması ve beklenmesi gerekiyor. Ekmeği hatırlamıyorum ama tek bir portakal ile sahur yaptığımı çok iyi hatırlıyorum. Demek ki mevsim kış ve günler de haliyle kısa imiş.

Fakültede okuduğum ilk yıllarda birkaç sene tatilde İstanbul’a çalışmaya geldim. Harçlığımı kazanabilmek için tabii. Bu kez mevsim yaz ve havalar çok sıcaktı. Cennet mahallesinde yeni yapılmakta olan bir binada sıvacılar yanında amelelik yapıyordum. O gün yeni bir inşaatın sıva işini almak üzere başka bir binaya gitmişler ve cephe sıvama işi yapacaklardı. Beş tane usta vardı. Bir iki tanesi benim okul arkadaşımdı ve okulu bırakmış usta olmuşlardı. Hiç biri oruç tutmuyordu. Sadece ben oruçluydum.  El arabasıyla getirdiğim harcı tekneye dökme şansım yoktu; çünkü cephe sıvıyorlardı ve harç teknesi dışarıda iskele üzerindeydi. Ben harcı kürekle arabadan alıp kaldırıp, pencereden dışarı uzatıp tekneye ancak öyle koyabiliyordum. Dökülmemesi için dikkatli olmak gerekiyordu ve oldukça yorucu idi.  Ustalar kendilerini göstermek için normalin üzerinde bir tempo ile çalışıyorlar ve o oradan bu buradan var güçleriyle “Haaarç!” diye bağırıyor ve ben onların buyruklarını yerine getirmek için canhıraş çabalıyordum. İnce, zayıf, güçsüz bir yapım vardı, iş takatimi aşıyordu.

O gün öğle molası verildiğinde bidondaki suyu tepeme diktim, benim de orucu bozacağımı sandılar. Ama ben inat ettim tutacaktım. Su ile ağzımı çalkaladım, tepemden aşağı boca ettim, serinlemeye çalıştım. İnsanın bir tahammül gücü var, ben o sınıra dayanmıştım… Vücudumun sınırı zorlama sonucu sarsıldığını ve  titrediğini hissediyordum. Ama pes etmedim ve tuttum.

Şimdi geriye doğru düşünüyorum da, benim gibi tahammül gücü  sınırına dayanmış, harçlık kazanmak zorunda olduğu için gurbet elde doğru dürüst yataksız-yorgansız bin bir sıkıntı içinde çalışmak zorunda kalan bir öğrencinin, sırf oruç tutacağım diye bunca sıkıntıya katlanması Allah’ın oruçtan muradı olabilir miydi?

Hem o geçimlerini kazanmak zorunda oldukları için normal ahvalde oruçlarını tutan bu insanların çalışmaya sebep oruçlarını tutamamaları dindarlıklarının azlığına mı yorulmalıydı. İçinde bulundukları durum (çalışma zorunluluğu) kendileri için geçerli bir mazeret olamaz mıydı?

Kur’an’da yüce Allah “Eğer hasta ya da yolcu olursa, tutamadığı günler adedince başka günlerde tutar” buyururken kullarına olan bu merhametini sadece hasta ve yolcu olanlara mı hasretti ki bizim ulema bunun bir “illet-i kâsıra” olduğundan dem vurarak hastalık ve yolculuktan başka mazeret kabul etmezler.

Üç bin santigrat derece gibi yüksek ısılı fırınlar karşısında çalışmak zorunda olan işçilerin içinde bulunduğu zorluk, yerine göre konfor sayılabilecek bir ortamda yolculuk yapan kimsenin sıkıntısı kadar sayılmaz mı? Yolcu olmayan ama akşama kadar şehir içinde direksiyon başında günlerini geçirmek zorunda olan şoförlerin durumu daha az bir sıkıntı mı…

Yaz mevsiminde çalışmak ve ekmeğini kazanmak zorunda olan insanların içinde bulundukları durum dikkate alınmamalı mı?

Bizim şeriatımız, ibadetlerin ifası sırasında karşılaşılan meşakkat normalin üzerine çıktı mı hemen ruhsat hükümleri devreye sokuyor. Prensip budur. Ama bu prensibin uygulanması konusunda ulemamız yeterince merhametli ve şefkatli oluyorlar mı, bilemiyorum.

Benim vaktiyle yaşadığım o zorluğun benzeri bir zorluğu göğüsleyerek oruç tutmak durumunda kalan birine ben “Evet, buna rağmen tutmalısın!” diyemem. O işçiye “İşinden ayrılma pahasına oruç tutmalısın!” diyemem. Yani bunu ondan Allah’ın istediğini söyleyemem. O tutar veya tutmaz… Ama ben Allah adına bunu isteyemem. Çünkü benim bildiğim Allah ibadeti kullarına onların yararına olsun diye koydu; bedenen ya da ruhen tükensinler, bitsinler, iş-güçlerinden olsunlar ve buna sebep büyük sıkıntıların altına girsinler ve altından kalkamayıp helak olup gitsinler… diye değil.
İlgililer, ilmihal yazarları biraz empati yapmalılar.

 Allahın eşsiz rahmeti cümlemiz üzerine olsun!
Sevgi ve saygıyla!
22.07.2012
GARİBCE

1 yorum:

  1. herdogan38@.
    Ha gayret..Beyin jimnastiğinde fayda var..Ramazan gündemini hep magazin haberleri oluşturmasın..Biraz da ilim adamları konuşsun..Gıdıklamada fayda var..Dün Şeker telefonla beni arayarak..' abi,postu deldirecğim,iş sahibinde vicdan yok,sıcak,toz ve ağır şartlarda ne yapacağım,dayanılacak gibi değil..' diye görüş istiyordu..İşte aradığı görüş abisinde var.. İslam'ı anlamak için,satırlardan sıyrılıp sadırlara gitmede fayda var galiba..İlimde de cesur olmak lazımmış her halde..? Bekliyoruz..Ufuk açıcı olarak faydalanıyoruz..Selam ve sevgiyle..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...