4 Ağustos 2012 Cumartesi

Acep, sevgisizlik midir sebep?


Balkondan aşağı bakıyorum. Aşağıda komşunun iki üç yaşındaki çocuğu bizim tarafta oynuyor ve zoraki yetiştirmeye çalıştığımız birkaç kırmızı kadife çiçeği var, onları koparıyor.
Arka taraftaki bodur iki elmanın mevsim başında epey elması vardı; şimdi bir iki tane kalmış kalmamış. Yetiştiğini görsek de tadı nasıl bir anlasak diyorum ama, herhalde bu yıl da nasip olmayacak. Mahallenin çocukları diyorum, çok yaramazlar.
Sonra kendi çocukluğuma gidiyorum. Memleket anıları dedin mi gözlerimi kapatmaya bile lüzum yok, hemen gidebiliyor, anında istenilen kareyi yakalayabiliyorum.
Bakıyorum elimde cücük (kuş) lastiği, her gördüğüm kuşa sıkıyorum. Vurduğumu vuruyor vuramadığımı korkutuyor, ürkütüyorum.
Yolda giderken bir kaplumbağa görsem tavrım ne olurdu diye düşünüyorum. Hayvancağız yüklenmiş evini sırtına, köşe bucak kendisine rızık arar. Ama yolu benim yolumla kesişmişse ben saatlerce onunla oynarım, kâh ters döndürür, onun ayakları üzerine dönebilmesi için verdiği uğraşı seyretmekten haz alırım. Daha da kötüsü alırım bir taşı elime ve kabuğuna vura vura, kan gelinceye ve çoğu kez de ölünceye kadar uğraşırım. Oysa onun yoluma çıkıp bana görünmeden başka hiçbir günahı ve kimseye bir zararı yoktu.
Yılan ise, tamam hadi diyelim o haşerattan öldürülmesi caiz, belki sevap. Öyle düşünülüyordu herhalde. Kertişi bir vuruşta öldürebilirsek cennete gidiyorduk. Sadece kertenkeleye karşı bir sevgi vardı. Yaygın inanca göre kertiş Hz. İbrahim ateşe atıldığında üflerken, kertenkele söndürmek için su taşımış. O yüzden kertişi öldürmek, kertenkeleyi sevmek sevaptı.
Derelerde, kürneklerde, Kıpız’ın derede güvân dediğimiz irice bir sinek vardı ve pek yaman ısırırdı. Hayvanları da çok rahatsız ederdi. Onlardan bir tanesini yakaladık mı, öldürmez, işkence ederdik. Arkasına firez sokar, sürüm  sürüm süründürürdük.
Keklik yuvası bulduysak, bir tadımlık mıkla (omlet) uğruna bütün yumurtalarını tavaya doldururduk.
Palaslarını yakalamak ise ayrı bir zevk ve heyecan kaynağı idi. Hem de bunun için epey becerikli olmak lazımdı.
Bizim evin önündü bir dere var. Dere sel sonucu yatak değiştirmiş ve bizim tarlayı bölerek, bir kısmını  karşı Reşit amcaların evinin önü tarafına atmıştı. Bunun sonucunda da yamaçta bir parça tarlamız olmuştu. Harmanı biz orada sürer, dövene orada binerdik. Onların kabaklığında çitten  sarkan güzel süs kabakları olurdu. Her zaman boynumuzda taşıdığımız cücük lastiği ile onlara nişan alır ve atış talimi yapardık. Sıdıka bacı bize yalvarır, büyüsün de size de veririm diye rüşvet kabilinden vaatlerle bizi zararsız hale getirmeye çalışırdı.
Hele bostan, nohut, elma erik hırsızlıklarına gelince onlar sıradan şeyler gibi görülürdü. Gece karanlığında el yordamı ile bostan (salatalık) koparmak yerine, bostanda ağnar gibi edip sırtımıza değen salatalıkları toplardık. Haliyle bostan iyice batmış olurdu. Üstelik de gece karanlığında topladıklarımızın çoğu biderlik (tohumluk) çıkar,  yenilemeyeceği için de atardık.  Zarar böylece katmerli olurdu.
Bütün bunları zarar vermek için yapmazdık. İçimizden öyle gelirdi de onun için yapardık. Niye yapardık bilmiyorum. Ama düşmanlık ve zarar verme kastımızın olmadığını biliyorum.
Şimdi düşünüyorum da bu sevgisizliğin sebebi acaba neydi?
Ha yoldan geçerken elinizin uzanabileceği bir yerde sarkmış bir söğüt yahut iğde dalını, çit yapılmış defne yahut taflan yaprağını… farkında olmadan kopardığınız oluyor mu?
Aklınızda bulunsun!
Belki cevabını da bulursunuz.
Sevgiyle ve de saygı ile!

04.08.2012
GARİBCE



3 yorum:

  1. Anlatılanların hepsini Garibce'nin yaptığını düşünmeyin, meselâ yani dedik.

    YanıtlaSil
  2. walla hocam sanki küçüklüğümü anlatıyorsunuz:)

    YanıtlaSil
  3. herdogan38@.
    Ya hu üsdat,meğer sen neler yapmışsın veya yapıyor gözüküyorsun..Ama çok canlı anlatım doğrusu..Hele o kertiş atışları bizim de yaptığımız yarışlardı da,kabaklıkta belenmeyi biz hiç düşünmemiştik..
    Yalnız,Reşit amcanın Hacı var ya, o hem planör ve hemde müzevirdi..Oğlak yayarken -şimdi teftiş kurulu başakanı A.F. da dahil- dedem rahmetlinin Kıpız'daki patates tarlasından nasıl patates aşırmamızın yolunu göstermiş ve demişti ki:'Patatesi kösnü gibi yandan temele girerek sökecekesiniz.Görünürde püründen patates kurumuş zannedilecek..Biz de öyle yapmış,üstelik oğlak sürüsünü de tarlanın yanına yatırmış ve ateşi de tarlanın için yakmış,sökülen patatesleri kum sıcaklığı ateşte pişirirken,bu planı bize öğreten Hacı, teyzeme heveslendiğinden olsa gerek,gider dedeme karşı bir iş güzarlık örneği bizi jurnal eder..Tabii kır ata binen dedem bir hışımla Kıpız'ın derelerini nal sesleri ile yankılandırır.Suç unusuru patatesler,ateş cürmü meşhud..A.F. ocak başında ve kırbaçlar sırtında şaklar..Eli yüzü pişmiş patates karası ile siyaha bürünmüş,ağladıkca gözünü yüzünü sildikçe karalara batmış bir manzara..Biz o fırtınaya yolda yakalandık,dağa kaçarak kırbaçlardan kurtulmuş idik...Hey gidi günler hey...Hele A.F.'ın 'Şibi koy,şibi koy=İbiş yok) diye gözcülük yapıp noğut yolduğumuz zamanlar...Erikli'nin pınar başında gece yatarken ateşe arkasını dönüp yatan İ.Hakkı'nın gece arkadan alev alarak yanması,gece karanlığını aydınlatan alev ve feryad..Şeytan Ahmet olmasa yanıp gidecekti..Ne var ki Şeytan Ahmet'in,bir çeviklikle,sırtındaki anasının diktiği ve üstelik iki kat arası pamukla sırınan işliği yakasından kavrayarak yırtıp atmısıyla tümden yanıp kül olmaktan kurtulmuştu..Şimdi belki onlar unutmuşlardır...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...