Sarığım düştü, ne yapmalıyım!
Evvelemirde Allah’a şükretmeliyim. Ya düşen sarığın içinde kafam da olsaydı, halim nice olurdu.
Ya Hu!
Ülker Camii’nde Cuma vaazından indim ve mihrabın hemen sağında hocanın arkasında durdum. Bizim kafa büyük beri benzer sarık olmuyor. Eğilince düşüyor. Gene öyle oldu, ilk secdede düştü. Bende sünneti kılınca sarıksız cübbe tuhaf kaçacağı için sırtımdaki cübbeyi de çıkardım ve başı açık, uzun kollu gömlek, kumaş pantolon ve siyah bir çorapla namazı kıldım. Namaz sonrasında cemaatten biri elimi sıktı, ismini takdim etti, tanışalım dedi ve elinde tuttuğu bir takkeyi bana hediye etmek istedi. Ben de yüzüne baktım, eh dedim ve kabul ettim. Benim takkeye ihtiyacım yok. Üstelik evde dolu da. Ben namazın takke ile değil, huşu ile makbuliyetine kani olan biriyim. Ama adamın derdi belli ki bana mesajını bir jest ile ulaştırmak. Muhtemelen benim bundan sonraki namazlarımı kurtardım diye de sevinmiştir.
Şimdi sen gel de Hüseyin Esen hoca’nın kapri pantolan ile namaz kıldırmasını bir yerlere koy. Garibce’nin “Bu züppe işi sana hiç uymamış!” başlıklı o yazısını okumadıysanız bu vesileyle okuyun.
Şatıbî merhum, doğuda (Irak ve havalisi) başı açık gezenin şahitliğini kabul etmezler, oysa bizim burada (Endülüs) öyle bir durum yok” diyor. Ve insanların mürüvvet algısını yani hangi türden davranışların kişilik zaafına delalet edip etmeyeceği noktasında toplumların bakışının esas olduğunu söylüyor.
Biz hocalar olarak toplumun genel telakkilerine riayet etmeliyiz, bu doğru. Ama bizim onları olması gereken kendi bulunduğumuz seviyeye de yükseltmemiz gerekiyor.
Onların düzeyine inmek şart, ama orada kalmamak, onları da sırtlayıp kendi düzeyimize çıkarabilmek kaygısıyla bu olmalıdır. Aksi takdirde bizim halkın düzeyine inmemiz ve hep orada kalarak onlardan biri gibi olmamız, aydın sorumluluğumuz ile bağdaşmıyor.
İşimiz zor vesselam.
Bakalım takke üzerine sarığı kim hediye edecek.
Ha bayağı sarık üzerine, yeniden bir sarık sarmalandığını da gördüm. Hem de bizim fakülte mescidinde.
İşi sağlama almak istiyordu herhalde, öyle ya ne olur ne olmaz. Hem imam sarıklarının sarkanakları da yoktu.
Ve libâsu’t-takvâ zâlike hayr…
Takva elbisesini sarık cübbe görenlere Allah’ım akıl ver.
Dua ile!
05.08.2912
GARİBCE
Kemal Özcan
YanıtlaSilMevlana'ya bir gün birisi gelir ve ona, Hz Peygamberin kuşağının olup olmadığını, varsa nasıl olduğunu, kaç arşın uzunlukta ve hangi renkte olduğunu sorar. Mevlana; "Bunu bilmekle ne yapacaksın, eline ne geçecek? Hz Peygamber kuşak kullanır
dı, kullanmazdı veya vardı, yoktu, bunu bilmek sana ne fayda verecektir?" diye sorar. O da der ki: "Sakalım onun sakalı gibi oldu. Sarığım da onun sarığına benz
edi. Hatta ayaklarımda çöl ayakkabısı var. Konya toprağında çöl terliği ile geziyorum... Elbisem de onunkine benzedi. Geriye acaba Hz Peygamber kuşak kullanıyor mu, kullanmıyor muydu meselesi kaldı. Bunu da kimse cevaplayamadı. Onun için sana geldim. Ben ona benzemek istiyorum" der. Mevlana ona cevap olarak: "Sen bu kafayla benzesen benzesen ancak Ebu Cehil'e benzersin" dedikten sonra sözlerine şöyle devam eder: "Dış görünüş ve kıyafet itibariyle Hz Peygamberle Ebu Cehil arasında bir fark yoktur. Fark suretlerde değil siretlerdedir. Sende Hz Peygamberin ahlakından, dürüstlüğünden, hoşgörü ve insanlığından ne var onu söyle! Ona ancak öyle benzersin." (İsmail Yakıt, Hz Peygamber'i Anlamak)