Bu hikaye, Hicrî üçüncü asır en meşhur Endülüs şair ve ediplerinden olan İbn Abdirabbih’e ait.
Bu edebî metin onun el-Ikdu’lferîd adlı tarih ve edebiyat antolojisi olan eserinden alınmıştır.
Hikaye şöyle:
Abbasî halifesi Mansûr, bir geceleyin Harem-i şerif’te Kabe’yi tavaf ederken bir adamın şöyle seslendiğin duydu:
-Allahım! Sana yeryüzünde fesad ve zulmün hakim olduğunu, hak ile sahibi arasına tamahkârlığın girdiğini şikayet ediyorum.
Halife bu ilenci duyunca çok huzursuz oldu ve üzüldü. Mescidin bir kenarına çekildi ve oturdu. Askerlerinden birini göndererek o adamı çağırttı. Adam gelince Mansur ona:
-Neler söylüyorsun sen, yeryüzünde fesad ve zulmün hakim olması, hak ile sahibi arasına tamahkârlığın girmesi de ne oluyor? Vallahi senden öyle bir şey duymuş oldum ki bütün vücut kimyam bozuldu, dedi. Adam tavrında ısrar ederek:
-Evet, tamahkârlığa bürünen ve haktan uzak düşen sensin, demesin mi. Mansur:
-Bu nasıl doğru olabilir ki? Bunca altının gümüşün içinde ben mi tamahkâr olacağım, öyle mi? dedi. Adam:
-Senden daha tamahkâr kim olabilir ki? Sen bu ümmetin yöneticisisin. İnsanların malları ve canları senin sorumluluğun altındadır. Her türlü güvenlik önlemini almak senin vazifendir. Halbuki sen ne yapıyorsun? Onların işlerini ihmal ediyorsun. Onlarla kendin arasına demirden kapılar yaptırdın, silahlı askerler ve korumaların her nereye gitsen seninle birlikte gidiyorlar, etrafını öyle kuşatıyorlar ki yanına kimseyi yaklaştırmıyorlar. Sonra sen kendin saraya çekiliyorsun, insanların durumlarını öğrenmek gibi hiçbir niyetin yok. Civar şehirlere, köy ve kasabalara vergi tahsil etmek, insanların mallarını ellerinden almak üzere adamlarını göndermekten başka bildiğin bir şey yok. Yanına, vezirlerin ve yardımcıların dışında hiçbir kimsenin girmesine izin vermiyorsun. İşleri kendilerine havale ettiğin adamların vazifelerini bir emanet bilmiyorlar ve sana hoşlanmayacağın hiçbir bilginin erişmesini istemiyorlar, işlerine gelmeyen haberlerin sana ulaşmasını engelliyorlar. Huzuruna bir yoksulun, bir hak sahibinin girmesine izin vermiyorlar.
Çevre illere göndermiş olduğun valiler olsun, servet sahipleri olsun etrafını kuşatmış olan yakın adamlarına hediyeler veriyorlar ve böylece kendi yaptıkları haksızlıkları ört bas ediyorlar yahut halka yaptıkları zulümlerin bu şekilde sana ulaşmasına engel oluyorlar.
Etrafını saran şebeke, senin saltanat ve yönetimine de ortak olmuş durumdadırlar. Onlar da emirler çıkarıyorlar, kurallar koyuyorlar, ama ne yazık ki senin bunlardan hiç haberin bile olmuyor. Haksızlığa uğrayan derdini sana anlatabilmenin yolunu bulamıyor. Sen sarayından çıktığında birisi sesini sana duyurmaya kalkışacak olsa, adamların hemen onu yakalıyor ve dövüyorlar, hapse atıyorlar. Bu başkalarına da ders oluyor ve artık hiç kimse sesini çıkaramıyor. Ve sen bunu görüyor, ama müdahale etmiyorsun.
Bütün bunlar yalan mı? Bu yaptıkların İslâm’a sığar mı?
Ey müminlerin emiri! Bak sana bir şey anlatayım:
Ben eskiden Çin’e gidip gelirdim. Bir defasında oraya vardığımda, imparatorlarının kulaklarına bir afet arız olduğunu ve duyamaz hale geldiğini görmüştüm. İmparator buna çok üzülmüş ve hatta bir gün adam akıllı ağlamıştı. Oradakiler kendisine sabretmesini söylediler. İmparator onlara:
-Ben, kulaklarım sağır oldu diye ağlamıyorum. Aksine mazlumların ahını nasıl duyacağım diye hayıflanıyorum. Çaresiz biri kapıma gelecek ve hakkını almam için seslenecek, ama ben onun bu çığlığını duyamayacağım, işte ağlamam buna sebep! dedi. Sonra imparator şöyle mırıldandı:
-Evet, şu anda kulaklarım sağır ve ben duymuyor olabilirim, ama gözlerim de görmüyor değil ya.
Sonra bir tellal çıkarttı ve herkese bundan böyle, her kim haksızlığa uğrar veya imparatordan bir isteği olursa, kırmızı renkte bir elbise giyecek, başka hiçbir kimse bu renkte elbise giymeyecek, diye duyurmasını emretti.
Bundan böyle imparator bir file biner ve gündüz boyu dolaşır, nerede bir kırmızı renkli elbise giymiş birisini görse hemen onu yanına çağırır ve derdini anlamaya çalışır ve sonunda da maruz kaldığı zulmü bertaraf eder, varsa ihtiyacı görürdü.
Ey müminlerin emiri! Uyan artık! Allah, bu dünya saltanatını elinden almadan, âhirette hesaba çekmeden bir an evvel davran ve kendini düzelt, dedi.
Mansûr, adamı dinledi, dinledi ve kendini tutamadı, ağlamaya başladı.
-Keşke anam beni doğurmasaydı, yazıklar olsun bana! dedi ve adama:
-Peki içinde bulunduğum bu halden nasıl kurtulurum, diye sordu. Adam şu öneride bulundu:
-Ey müminlerin emiri! Adamlarını bu ümmetin işlerini kendi işleri gibi bilecek inançlı, doğru, güvenilir insanlardan seç, ülke yönetiminde onların yardımını al.
Onlarla istişare et, görüşlerine itibar et.
İşleri ehline tevdi eyle.
Kapını herkese aç, fakiri de, zayıfı da hakkını arayanı da sana ulaşmakta en ufak engelle karşılaşmasınlar.
(Yorumsuz)
24 Ramazan 1433
12 Ağustos 2012
GARİBCE
Yazı için teşekkürler; ancak, benim dikkatimi daha çok aşağıdaki resim çekti. Bunu fotoğrafı da mı siz çektiniz? :-) selamlar.
YanıtlaSilAdsız kardeş! O fotografı çekebilecek kadar bizi yaklaştırılar mı dersin?
YanıtlaSilGenelde kendi fotograflarımı kullanıyorum, ama her zaman konuya uygun fotoğrafı hemen bulamıyorum. O zaman da başka bir yol tutuyoruz. Fakat tuttuğumuz bu yolun ne kadar emniyetli olduğunu da bilmiyoruz. Tavsiyeniz olur mu?
herdogan38@.
YanıtlaSilTüm yöneticilere kırmızı kordela ile gönderilecek hikmet dolu yazı..
Teşekkürler hocam
YanıtlaSil