Bir filmin son kısımları özetle
şöyleydi. Batakhaneden çıkarılmış bir çocuk anası bir kadın koca dayağından
bıkmış, ondan ayrılmış ve kızıyla birlikte kendisine tutunacak bir dal aramaktadır.
Tutunmaya çalıştığı kişi, kızının selameti için kocasıyla yeniden bir araya gelmesi
gerektiğini söyler. Aksi takdirde kızının da kendisi gibi batak hayata
düşeceğinden bahseder. Kadın bu ısrar
karşısında üçüncü bir yol yok mu diye çırpınır. Adam kendisine “hayatımızı
belirlemek bizim elimizde” der ve kendi
istediği doğrultuda tercihini yapması gerektiğini söyler. Bunun üzerine kadın
çileden çıkar ve bağıra bağıra şunları haykırır:
“Hayat bizim elimizde öyle mi?
On üç yaşımda iken iki erkek bana tecavüz etti. Ailem onları cezalandıracakları
yerde beni cezalandırdı. Kirlenmiş olduğumu söyleyerek beni eve almadı. Ben
batakhaneye düştüm. Oradan beni kurtarmak için biri benimle evlendi. Bir
kızımız oldu. Ama her gün yediğim dayağa artık dayanamaz oldum ve ondan
ayrıldım. Şimdi ise kızımla tutunabileceğim bir dal arıyorum. Elimi attığım
bütün dallar elime geliyor. İçinde bulunduğum çamurdan çıkmak üzere uzattığım
eli, kendilerine de çamur bulaşacağı düşüncesiyle bir tekme ile boşa çevirdiler ve ben her debelenmemde
bataklığa biraz daha battım, şimdi kucağımda masum çocuğum, o da benimle
batıyor…. Ondan sonra sen kalkmışsın ‘hayatımızı belirlemek bizim elimizde!’
diyorsun…”
Gerçekten ibret alınması gereken
bir tablo.
Bu tabloda anlatılan bizim
hayatımız.
Evet, hayatımızı belirlemek bizim
elimizde! Fakat top yekûn bir millet olarak bizim elimizde. Biz gözü dönmüş
insan azmanı birkaç hayvanın şehvet salyalarıyla kirletilmiş körpe
kuzularımızı, içine düşürülmüş oldukları o zor durumdan ellerinden tutup,
bağrımıza basıp, kendisinin kirli olmadığını, asıl kirli olanların ona saldıran
canavarlar ve o canavarları bu kuzulardan uzak tutamayan tüm toplum olduğunu haykırabilirsek o yavrunun hayatını yeniden
kazanabiliriz. Yok sen çamura düşmüşsün, bu halinle seni içeri alırsak içerisi
de kirlenir, iyisi mi sen defol, ne halin varsa gör diye sığınabileceği son
güven kapısını yüzüne kapatır isek, onun bu kurtlar sofrasında olabileceği tek
şey onlara meze olmaktır.
Başka çareleri de yok değildir:
Bunlardan biri akıl sağlığını bozmayı başarabilirse tımarhane. Bir diğeri de yerin
altı yerin üstünden hayırlıdır diyerek olmayan tasını tarağını toplayıp sessiz
bir çığlıkla göçüp gitmesi.
Onun naif bedenini bir avuç toprak
örtebilir ama onun insanlık gök kubbesinde arkalarından bıraktıkları sessiz
çığlıklar, tüm toplumun üstüne kâbus olur çöker de, ne ağızlarını tadı kalır,
ne de huzur içinde uyuyabilecekleri bir uyku.
Sahiden hayatımızı belirlemek
bizim elimizde, ama birey olarak değil, toplum olarak.
Dua ile!
13.08.2012
GARİBCE
herdogan38@.
YanıtlaSilNe ilk ne son...Kokuşmuş 'medeniyet dedikleri tek dişi kalmış canavar'ları içinde barındıran değil, canavarlardan oluşmuş o toplum...O onu yemiş,bir başkası başka yerinden yapışmış masum hayatlara...Leş haramdı değil mi Üsdat..?