“el-Câlib merzûk ve’l-muhtekir
melûn.”
“Câlib (celbeden)
merzûk (rızıklanmış), muhtekir ise melûndur.
Hicaz bölgesi gibi
kapalı toplumlar için ithalat hayatî bir önem arz eder. Bir yerde olmayanı,
başka bir yerden bulup getirme ticaretin esasını oluşturur ve ticaret risk
demektir.
Câlib, celb eden
yani başka yerlerde bulunan malları, riske girerek getirip pazara süren demektir.
Düşünün bir kere insan elindeki parayı risk ederek uzak yerlerden mal alıyor,
ona nakliye ücreti veriyor, eşkıya, korsan baskınlarını göze alıyor, fırtınada
yahut bir kaza sonucunda her şeyini kaybedebileceğini biliyor, bütün bunlara
rağmen risk alarak işini yapıyor ve uzaklardan getirdiği malları makul
fiyatlarla insanların alımına sürüyor.
Böyle biri peygamber
duasını hak etmez mi? Rızkın, kazancın bol olsun, canım kardeşim.
Bugün buna
“yatırım” harcamalarını da katabiliriz. Çünkü yatırımcı da elindeki hazır
parasını götürüp bankaya yatırıp alacağı faizin üstüne yatıp gününü gün
edebilir. Hiç risk almadan parasını kat kat artırabilir. Ama kişi, bir kene gibi
insanların kanını emmek ve hiçbir katma değer üretmeden asalak asalak yaşamak
istemiyor. Parasını üretime yönelik bir yatırıma bağlıyor: Yer satın alıyor,
fabrika kuruyor, işçiler istihdam ediyor ve sonunda piyasa için mal “üretiyor”
yani bir tür celb ediyor. Onun bunca riski göze almasının sonucu Allah da ona “bire
on, otuz, altmış, yüz, hatta yedi yüz ve dilerse daha da fazlasını veriyor. “el-Câlib
merzûk” ifadesi yerini buluyor.
Öbürü ise pazara
mal tedarik etmek yerine aksine pazardaki malları topluyor, üreticinin elindeki
malları o daha pazarı görmeden içinde bulunduğu zor durumları istismar ederek
kapatıyor, insanlar arz eksikliğinden dolayı sıkıntı çekiyorlar, derken
kuyruklar oluşuyor ve mal normal değerinin birkaç katına ulaşıyor. İşte o anda
ellerini ovuşturan stokçu, karaborsacı elindeki malı azar azar piyasaya kendi
belirlediği fahiş fiyatlarla sürüyor. Çaresiz insanlar da onu almak
mecburiyetinde kalıyorlar. “Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” felsefesi de
tam ekmeklerine yağ sürmek kabilinden bir şey oluyor.
İhtikârın iktisat
dilindeki tam karşılığı her türlü spekülatif işlemler olmalı. Hiçbir katma
değer üretilmeden, elindeki para ile başka paraları avlamaya çıkan, fakir
fukaranın elindeki son ekmek parasını dahi gözünü kırpmadan alabilen
fırsatçıların, kan emicilerin, sömürücülerin yaptıkları iş olmalı. Onların
adlarının kuzu, koyun, inek … olduklarına bakmayın. Vaktiyle Türkiye’nin o anlı
şanlı holdinglerin kârlarının % 85’ini tam anlamıyla spekülatif işlemlerden
söğüşledikleri paralar oluşturuyordu. Maliye Bakanı’nın geçenlerdeki bir
beyanına göre 2002 yılında toplanan vergilerden her yüz liranın 86 lirası
alınan borç paraların faizlerinin ödenmesine ayrılıyordu. Başka bir ifade ile
devlete borç para vermiş olan holdinglerin, para babalarının kasalarına
gidiyordu. Oysa bu paralar hizmet ve yatırıma yönelik harcamalar için
toplanmaktaydı, istihdam olacaktı, işsize iş, fakir fukaraya aş olması amaçtı.
Meğer keneler, kan
emici sülükler devleti ve ülke ekonomisini tam anlamıyla sarmala almış, emdikçe
emiyor, fakir fukara düşen halk çaresizlikten inim inim inliyormuş. Enflasyon
belası öyle bir musallat olmuş ki, tek hanelere düşmesi hayal bile
edilemiyormuş.
Dünya’da da durum
aynı. “Dediklerine göre 1970'lere kadar,
dünyada dolaşan paranın yüzde 90'ı üretim için harcanıyordu. Bugün yüzde 90'ı spekülasyon için harcanıyor. Üretime
ayrılan pay ise sadece yüzde 10. Bu sömürgen ve semirgen düzende üretim
olmaz. Üretim olmayınca istihdam da olmaz. İstihdam olmayınca da geçim olmaz.
Geçimin olmadığı yerde, işsizlik olur, açlık, yoksulluk olur”.
Açlık fırın yardırır.
Yoksulluk her türlü kötülüklerin anasıdır. Anadolu irfanı “-Bu ne koku? -Yokluğun
boku!” der. Nerede burnunuza gelen bir pis koku varsa, altını kurcaladığınızda
yokluk ve yoksulluk çıkar. İnsanlar kendilerini satar, kimi böbreğini, kimi
bilmem neresini, olmadı eşini, kızını pazarlar. Küçücük masumlar dilenmeye
zorlanır, istismar edilir. İnsanlar organize suç örgütlerinin ağına düşer;
onların tetikçisi, maşası, kuryesi olur. Bütün bunların sebebi yokluktur. O
yüzden Hz. Peygamber “Yoksulluk neredeyse kâfirlik olacaktı” buyurur.
Şimdi sen gel de bu
kadar kötülüklerin sebebi olan muhtekire yani karaborsacıya yani her türlü
faizci ve spekülatif işlemlerle piyasayı allak bullak eden, ülkeyi yangın
yerine çeviren ve bu durumdan kendi para imparatorluklarını kurmaya çalışan,
sonra da bu güçle bütün insanlık üstünde hegomanyasını kuran zihniyetin
sahiplerine lânet etme!
el-Muhtekir melûn!
Hem de ne melûn!
Melûn!
Kimsenin ekmeğinde
gözünüzün olmadığı, ekmeğinize de kem gözle bakılmadığı bir dünyamız olsun! Az
olsun zararı yok, ama bereketli olsun. İsraf da olmasın.
Ağzımızın tadını
Allah bizden almasın.
İhtikâr değil,
infâk özelliğimiz olsun.
O’nun verdiğini biz
de harcayalım. Piyasa canlansın, bolluk olsun, ucuzluk gelsin. Fakir fukara da
doysun.
Bayram geldi,
fitreniz yerini bulsun.
Allah kabul etsin!
14.08.2012
GARİBCE
herdogan38@.
YanıtlaSilGaribce, neden bu yazıları günlük bir gazetede yayınlamıyorsun?
Okuduğum köşe yazıları daha da muhtevalı değil..
Hocam, gazete olsa unutulup giderdi. Yazıldıktan on sene sonra okudum ve fayda buldum. Yüz on sene sonra da okunacak inşaallah.
YanıtlaSil2012'den 2022'ışık olmuş ve hep tazeliğini koruyacak olan bir yazı.
YanıtlaSil