10 Ağustos 2012 Cuma

İçine Edilesi Gavur İcadı


Helâ muhabbetidir. Ona göre okuyun!
Muhittin Özdemir adlı bir mezunumuzun (artık o bir hoca) Garibce'nin “Yar bana bir meşgale medet!" başlıklı yazısına bir katkısı var: Hem soru hem talep içeriyor.  Şöyle diyor:
“Öncelikle Sayın Hocama hürmetlerimi sunarım. Şunu belirtmek isterim ki başta şöyle bakıverdiğim Garibce'nin iyi bir takipçisi olduğumu fark ettim. Yazıların önemli bir kısmını okuduğumu söyleyebilirim. Hocam daha önce de söylediğim gibi bu yazılar daha dikkatli yazılırsa ileride rahatlıkla kitaplaşır ve böylece hocamız anılarını yazmak isterse elinde hazır doküman olur. Ben hocama bir evde klozete neden ihtiyaç duyulduğunu sormak istiyorum, tabi eğer ev 80, 90 metrekare değilse. Klozet kullanımının büyük bir sıkıntı olduğunu ve maalesef artık oldukça yaygınlaştığını görüyorum. Bunu bir hocaya anlattığımda çok lüks yerlerde taharet musluğunun da bulunmadığı bu gavur icadı hakkında hayıflanmıştı. Taharet musluğunun bulunmadığı bu klozetlerin varlığına uçakta tanıklık ettim üzülerek. Mesela benim büyüdüğüm köyde hela yoktu. Köyümüz çok küçüktü ve yanında bir çay akıyordu acaba bundan dolayı mı ihtiyaç duyulmamıştı. İslam kültüründe hela hakkında bir şeyler yazabilir misiniz?”
Ben bu yazıyı yazarken dil açısından duyarlı olduğumu ileri sürerek neden klozet, rezervuar gibi kelimeleri hoyratça kullanıyorsunuz gibi bir sorguya çekilebilirim diye düşünürken çok garip bir şekilde neden bunları kullanıyorsunuz gibi bir soruya muhatap oldum. Hem de gavur icadı olaraktan. Evladım Muhittin tövbe tövbe bana ile de söyleteceksin, elbette  bu gavur icadının içine etmek için.
Len oğlum bak! Bir kere gavur icadı söylemi yanlış. Bir nimeti gavurlar buldu diye, bulunan şey de gavur olmaz. Hikmet, hikmettir; gavurun ağzından, elinden çıksa da.
Peki, hikmet olduğunu nereden anlayacağız: Deneyeceksin. İkisini de… Hem de uzun süre. Ondan sonra bakacaksın hangisi daha faydalı, daha temiz, daha kullanışlı, daha rahat ise onu alacak, ötekini  atacaksın. Hem alaturka dediğin şeye, -bak sizin köyde vaktiyle o da yokmuş- kim bilir ilk yapıldığı zaman nasıl karşı çıkmışlardır. Hele bir de umum helâ ise ve de ağanın da kullandığı bir helâ ise…
Sen de de ki “Bizim köyde yoktu da meselâ Hz. Peygamber’in Medine’sinde var mıydı? Benim bildiğim kadarıyla orada da yoktu. Niye yoktu? Demek ki ihtiyaç yoktu. Özellikle kadınlar hava karardığında dışarı çıkarlar ve ihtiyaçlarını giderirlerdi. Genelde dam arkaları, küllükler de bu ihtiyacın karşılandığı yerlerdi.
Beslenme alışkanlığı çok önemli. İnsanın bir günlük gıdası bir iki hurmadan ve içtiğin sudan (esvedân) ibaret olursa suyun fazlasını ter olarak atar, gıda fazlasını da –eğer olursa keçi ve develerin düşürdüğü gibi- düşürüverir, bu iş olur biterdi. Taharetlenmek için taş ile iktifa etmeleri de buna sebepti. Ama Hz. Ali’nin adamlarını azarlarken söylediği “Onlar şöyle şöyle idi, ama siz öyle misiniz, sığır gibi yiyorsunuz, sığır gibi de ediyorsunuz” sözü bir hakikati içinde saklıyor gibi. Sığır gibi eden birinin üç taşla taharetlenmesi ne mümkün, onun bir çimmelik su kullanması bile gerekebilir.
Bir de iklim önemli. İnsanın fazlalık olarak deve kığı gibi düşürdüğü, anında güneşin etkisi ile kavruluveriyorsa bu tabii etrafı fazla rahatsız etmeyebilir. Ama mutedil iklimlerde behemehâl bu fazlalıkların ortada olması rahatsız edeci bir sorun olacaktır.
Garibce’nin bu konuda aslında epey bir tecrübesi var:
Senin de dediğin gibi bizim köyde de her evde helâ yoktu. Bazı helâlar ortak kullanılırdı. Damların arkasında karanlıkta yürümek pek akıllıca bir iş değildi.
Garibce’nin ilk müftü olarak göreve başladığı 1979 yılında Aralık ilçesinde sevimli bir Nene’nin evinde kirada kalıyorduk. O evle de ilgili çok hatıralarımız var. Ama bu yazı münasebetiyle şimdilik şunu söyleyeyim. U şeklinde etrafında evlerin olduğu bir avlu vardı ve avlunun ortasında meşe çubuklarından örülü ortak bir helâmız bulunuyordu. İçinde oturan çit örgüsüne yakın olduğu için dışarıda olup biteni görebiliyordu. Yani açık hava ve seyirlikli bir helâ idi. Dışarıdan bakanlar ise ışığın konumuna göre içerde olanı siluet olarak fark edebiliyordu, böylece boş mu dolumu olduğu da anlaşılıyordu. Son model doğal ışık teknolojisi kullanılıyordu da denilebilir. Doğrusu ibrik işini hatırlayamadım. Hani her gidiş gelişte elde ibrik oluyor muydu, yoksa orada bir tenekede hazır su bulunduruluyor muydu? Onu gözlerimin önüne getiremedim.
Vaktiyle çocuklar küçük iken hep birlikte memlekete giderdik. Bu benim en büyük zevkimdi.  Develi’de anneannelerinin sıcak ve küçük evinde kalmaya razı olurlar, fakat yaylı gibi köye gitmek istemezlerdi. Bunun da iki sebebi vardı:
Birincisi o zamanlar pire çoktu ve çocukları ısırıyordu ve ciltleri de çok hassas olduğu için yara oluyordu. (Gülistan bu satırları okuyunca kim bilir ne duygular yaşayacak, çünkü en çok onu yerlerdi) Aslında kültürlerine göre neden bit değil de pire diye isyan etmeleri gerekirdi. Öyle ya pire itte, bit yiğitte olurdu.
İkinci ve daha da önemli olan sebep de tuvaletlerin evin dışında oluşu idi. Köylüler o zamanlar, şehirliler evlerinin içine ediyorlarmış gibisinden bir tafra ile tuvaleti içeri almamakta bir hayli direndiler. Ama sonra bunun asıl sebebinin de ne olduğunu öğrendik. Meğer köylülerin sandığımız anlayışlarından değilmiş, kanalizasyonun olmayışı asıl sebepmiş. Çünkü evlere su geldikten sonra helânın da içeri alınması halinde kazılan çukurlar hemen doluverecek ve ister istemez helâ ayakları olduğu gibi dereye akacak.
Yahu her şey birbirine bağlı. Görüyorsunuz tuvalet deyip geçmemek lâzım, şartlar ne kadar da belirleyici oluyor.
Gelelim Garibce’nin 1981 yılı Almanya seferine. Gittik, tabi bizi evler misafir ediyor, izzet ikram bol. O zamanda Türkiye’den Diyanet ilk kez din görevlisi gönderiyor. O yüzden de kredi limiti yüz, henüz daha hiç harcanmamış. Ben misafir olduğum evde epey ne yapacağımı bilemedim. Tuvalet olarak kullanacağımız yer tamamen tefriş edilmiş. Ortada büyük bir çanak var. O dahi işlemeli örtülerle örtülmüş. Başka da bizim tuvaletlere benzer hiçbir şey/yer yok. Belli ki o çanağın içine ihtiyaç görülecek. Ama nasıl?
Garibce’nin kırsal tecrübesi çoktur. Kuşların tünemesi gibi oluyordur herhalde diye düşünüp bunu uygulamaya koyar. Ayağının birini üzerine koyup da ikincisini de kaldırmak üzere ağırlığını birincinin üzerine verince çanak yerinden oynar ve ne yapacağını bilemez olur. Garibce telaşlar ve duygular yaşar.
Diyanet bizi başarılı din adamları olarak gönderiyordu. Garibce derslerde başarılıydı, ama bu hayatta başarılı olmak anlamına gelmiyordu. Garibce daha neleri bile bilmiyordu. Köyünden çıkmış, müftü olmuştu, şimdi İstanbul gibi koca bir köydeydi. Seyirlikli helâlar görmüştü ama, bu başkaydı.
Sonra Garibce dünya’nın bir çok yerini gördü. Gittiği yerlerde hâlâ alaturka helâ arar, bu doğrudur. Umuma açık yerlerde belki eski usul daha uygundur. Ama ev gibi yerlerde klozet eski usul tuvaletlerin varlığına son vereceğe benziyor. Hem daha temiz, daha kullanılışlı, üstelik daha konforlu, yaşlıların diz problemlerine iyi, ani oturup kalkmalardan naşi göz kararmalarına mani daha ne istersin. Ayrıca fıkıh kitaplarında yazdığı gibi mevsim icabı yazın önden arkaya doğru, kışın arkadan öne doğru çekilmesi lazım gelen taş kullanma ihtiyacı da yok.
Batı’da hâlâ taharet musluklarının olmadığı da bir gerçek. Ama biz ona taharet musluğunu da takmışız, o açıdan bir sorun kalmamış.  Şimdi böylesine bir icat sırf Gavur icadı olduğu için atılmaz ki birader?
Eğer sırf gavur icadı olduğu için kullanmakta olduğumuz şeyleri atacak olursak yaya kalırız vesselam!
Keyifle!

10.08.1012
GARİBCE

3 yorum:

  1. sayın hocam,

    birincisi, klozette taharet tam anlamıyla yapılamıyor. ikincisi, temiz demişsiniz. halbuki klozette oturak kısmının temiz olduğuna nasıl bu kadar eminsiniz?

    üçüncü olarak işin bir de sağlık boyutu var. çömelerek idrar yapmanın kanıtlanmış birçok tıbbi yararı vardır.

    hasılı, klozetin bize yarardan çok zarar olduğunu düşünmekteyim.

    YanıtlaSil
  2. Selamun Aleykum Hocam, yazınızı tebessüm içinde tek nefeste okudum, geçenlerde Prof. Dr. Dursun Buğra'nın okuduğum bu yazısını hatırladım ve sizin de okumanızı isterim. Zeyneb
    http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Saglik/2012/08/07/hangi-tuvalet-turu-bizi-hastaliklardan-korur

    YanıtlaSil
  3. Selamün aleyküm Hocam, Yazınızı yine tebessümle ve şevkle okudum. Ben de bir ilavede bulunmak istedim.
    Bence klozete karşı çıkmak yerine onun en doğru ve en temiz nasıl kullanılacağı üzerinde durmak gerekli. Gerçekten hastalar ve yaşlılar için klozet gerekli. Ancak çoğu yerdeki umumi tuvaletlerdeki durum tam bir fecaat. Bazı kurumlar buna uygun çözümler bulmuşlar. Bir de umumi tuvaletleri tas usulünü kaldırmak lazım. Gerçekten bazen mide bulandırıcı oluyor. Umumi tuvaletlerde esasen klozetler için tasarlanmış olan fıskiyeyi yaygınlaştırmak lazım. Fıskiyeler evlerde de ideal. BAzıları ilk kullanımda alışık olmadıkları için yine karşı çıkacaklar... Ama temizliğinin farkına vardıklarında onu en az benim kadar savunacaklarından eminim. Fıskiyelerin yaygınlaştırılması için kampanya bile başlatmıştım. Ama henüz makes bulmadı. Merak edenler bir kaç fotograf:
    https://www.facebook.com/mehmetaliyargi/media_set?set=a.10151241053498442.489383.695423441&type=3
    Selam ve hürmetlerimle...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...