3 Ağustos 2012 Cuma

İstihlaf şartı olarak iman ve amel-i sâlih



İstihlaf yeryüzü egemenliği anlamındadır.
Amel-i sâlih ile ilgili çok sayıda âyet vardır.

Dikkat çekecek derecede bunların kullanımı iman ile birlikte olmaktadır. İman edenler ve sâlih ameller işleyenler” şeklindedir[1]. İman ve amel her ikisi de fiil olarak zikredilmekte dolayısıyla bunların her an yenilenen bir eylem olması ifade edilmiş olmaktadır. Yani donuk, kalpte işlevsiz olarak yer tutmuş, hantal sesi soluğu çıkmayan bir iman değil, her an yenilenen, dışa vuran, işlevsel bir iman.

Ve aynı şekilde yenilenerek işlenen amel-i sâlihler. “Sâlihât” aslında sıfat olmakla birlikte önem zata değil sıfata atfedildiği için kullanımda “dünya” ve “âhiret” kelimelerinin kullanımında olduğu gibi ismin yerini alır olmuştur.

İman kalpte yer eder. Ancak toprağa atılan tohumun çimlenip filizler şeklinde dışarı sürgün vermesi gibi, ondan neşet eden eylemler de dışarı vurur. Başka bir ifade ile yapıp ettiklerimiz, kalbimizde yer eden inancın bir biçimde dışa vurumlarıdır. Keza hayâ gibi karakteristik özellik kazanan nitelikler bile imanın bir yansımasıdır. Bu meyanda Hz. Peygamber, “İmanın altmış şu kadar sürgünü vardır, en yücesi içimizdeki imanı dil ile dışa vurmak ve bütün evrene haykırmaktır, en alt düzeyde olanı da yolda insanlara eza veren bir nesneyi gidermektir. Hayâ da imandan bir daldır.” buyurur[2]. Tabii buradaki rakam kesretten kinaye olmalıdır. Dolayısıyla bütün yaptıklarımızın kalbimizde yer eden imanımızla bir şekilde alakalı olması gerekir. Kalpte gerçek bir iman varsa, bunun dışa vurumları ve tezahürleri de hakça olur. Aksi de tersi sonuçlar verir; kalpte nifak varsa fiiller de münafıkça olur. Küfür varsa, davranışlar da kâfirce olur.

Ayetlere baktığımızda Allah için atılan her adımın, çekilen her sıkıntının, katlanılan her zahmetin, ortaya konulan her emeğin “amel-i sâlih” olduğu anlaşılır[3]. Oysa biz amel-i sâlih deyince genelde Kur’an okumayı, namaz kılmayı, umreye gitmeyi, umrede şu kadar tavaf yapmayı… şu kadar tesbihat çekmeyi, salaten tüncîna getirmeyi anlıyoruz. Bizim amel-i sâlihlerimiz bunlarla sınırlı olunca da inanıp da sâlih ameller işleyenlere vaad buyurduğu “yeryüzünde istihlâf”[4] yani egemen konumda olma vaadi bizim hakkımızda gerçekleşmiyor.

Buna mukabil haccı, umresi olmayan, namaz kılmayan… kimseler, amel-i sâlih kabilinden işleri güzel yapıyorlar ve onların tam hakkını veriyorlarsa onlar halife oluyorlar ve dünyanın gidişatını onlar belirliyorlar. Sonrada sırtımıza semer vurup üzerimize biniyorlar.

Nuh’un oğlu boğulanlar arasında kayboldu gitti. Nuh, Allah’a yalvardı, “Vaadin vardı, oğlumu neden kurtarmadın?” diye yakardı. Allah “Vaadimiz vaad idi, fakat senin oğlun senin ailenden olmaktan çıkmıştı. Çünkü o amel-i gayri sâlih idi” buyurdu[5]. Demek ki hayırlı bir evlat yetiştirmek, arkada güzel bir ad bırakmak, ülkeye herkesin itimadını kazanabilmiş bir marka armağan etmek… işte bütün bunlar birer amel-i sâlih idi ve bizim yeryüzünde Müslümanlar olarak egemenlik kurmamız bunlara bağlı idi.

Dua ile!

03.08.2012
GARİBCE



[1] بَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ [البقرة : 25]
[2] صحيح مسلم ـ مشكول وموافق للمطبوع - (1 / 46)
« الإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ أَوْ بِضْعٌ وَسِتُّونَ شُعْبَةً فَأَفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَدْنَاهَا إِمَاطَةُ الأَذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الإِيمَانِ».
[3] مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ أَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللَّهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِأَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ لَا يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا يَطَئُونَ مَوْطِئًا يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا إِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ إِنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ  [التوبة : 120]
[4] وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  [النور : 55]
[5] وَنَادَى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ (45) قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ (46) قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلَّا تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ  [هود : 46 ، 47]

1 yorum:

  1. herdogan38@.
    Kitap dolusu bilgi..
    Teşekkürler üsdat..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...