İstihlaf yeryüzü egemenliği anlamındadır.
Amel-i sâlih ile ilgili çok sayıda
âyet vardır.
Dikkat çekecek derecede bunların
kullanımı iman ile birlikte olmaktadır. İman edenler ve sâlih ameller
işleyenler” şeklindedir[1]. İman ve
amel her ikisi de fiil olarak zikredilmekte dolayısıyla bunların her an
yenilenen bir eylem olması ifade edilmiş olmaktadır. Yani donuk, kalpte
işlevsiz olarak yer tutmuş, hantal sesi soluğu çıkmayan bir iman değil, her an
yenilenen, dışa vuran, işlevsel bir iman.
Ve aynı şekilde yenilenerek
işlenen amel-i sâlihler. “Sâlihât” aslında sıfat olmakla birlikte önem zata
değil sıfata atfedildiği için kullanımda “dünya” ve “âhiret” kelimelerinin
kullanımında olduğu gibi ismin yerini alır olmuştur.
İman kalpte yer eder. Ancak toprağa
atılan tohumun çimlenip filizler şeklinde dışarı sürgün vermesi gibi, ondan
neşet eden eylemler de dışarı vurur. Başka bir ifade ile yapıp ettiklerimiz,
kalbimizde yer eden inancın bir biçimde dışa vurumlarıdır. Keza hayâ gibi karakteristik
özellik kazanan nitelikler bile imanın bir yansımasıdır. Bu meyanda Hz.
Peygamber, “İmanın altmış şu kadar sürgünü vardır, en yücesi içimizdeki imanı
dil ile dışa vurmak ve bütün evrene haykırmaktır, en alt düzeyde olanı da yolda
insanlara eza veren bir nesneyi gidermektir. Hayâ da imandan bir daldır.”
buyurur[2]. Tabii
buradaki rakam kesretten kinaye olmalıdır. Dolayısıyla bütün yaptıklarımızın
kalbimizde yer eden imanımızla bir şekilde alakalı olması gerekir. Kalpte
gerçek bir iman varsa, bunun dışa vurumları ve tezahürleri de hakça olur. Aksi
de tersi sonuçlar verir; kalpte nifak varsa fiiller de münafıkça olur. Küfür
varsa, davranışlar da kâfirce olur.
Ayetlere baktığımızda Allah için
atılan her adımın, çekilen her sıkıntının, katlanılan her zahmetin, ortaya
konulan her emeğin “amel-i sâlih” olduğu anlaşılır[3]. Oysa
biz amel-i sâlih deyince genelde Kur’an okumayı, namaz kılmayı, umreye gitmeyi,
umrede şu kadar tavaf yapmayı… şu kadar tesbihat çekmeyi, salaten tüncîna
getirmeyi anlıyoruz. Bizim amel-i sâlihlerimiz bunlarla sınırlı olunca da
inanıp da sâlih ameller işleyenlere vaad buyurduğu “yeryüzünde istihlâf”[4] yani
egemen konumda olma vaadi bizim hakkımızda gerçekleşmiyor.
Buna mukabil haccı, umresi
olmayan, namaz kılmayan… kimseler, amel-i sâlih kabilinden işleri güzel
yapıyorlar ve onların tam hakkını veriyorlarsa onlar halife oluyorlar ve
dünyanın gidişatını onlar belirliyorlar. Sonrada sırtımıza semer vurup
üzerimize biniyorlar.
Nuh’un oğlu boğulanlar arasında
kayboldu gitti. Nuh, Allah’a yalvardı, “Vaadin vardı, oğlumu neden kurtarmadın?”
diye yakardı. Allah “Vaadimiz vaad idi, fakat senin oğlun senin ailenden
olmaktan çıkmıştı. Çünkü o amel-i gayri sâlih idi” buyurdu[5]. Demek
ki hayırlı bir evlat yetiştirmek, arkada güzel bir ad bırakmak, ülkeye herkesin
itimadını kazanabilmiş bir marka armağan etmek… işte bütün bunlar birer amel-i
sâlih idi ve bizim yeryüzünde Müslümanlar olarak egemenlik kurmamız bunlara
bağlı idi.
Dua ile!
03.08.2012
GARİBCE
[1] بَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ [البقرة
: 25]
[2] صحيح مسلم ـ مشكول وموافق للمطبوع - (1
/ 46)
«
الإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ أَوْ بِضْعٌ وَسِتُّونَ شُعْبَةً فَأَفْضَلُهَا قَوْلُ
لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَدْنَاهَا إِمَاطَةُ الأَذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ
شُعْبَةٌ مِنَ الإِيمَانِ».
[3] مَا
كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ أَنْ يَتَخَلَّفُوا
عَنْ رَسُولِ اللَّهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِأَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ
لَا يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا يَطَئُونَ
مَوْطِئًا يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا إِلَّا كُتِبَ
لَهُمْ بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ إِنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ [التوبة : 120]
[4] وَعَدَ
اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ
فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ
دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا
يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ
هُمُ الْفَاسِقُونَ [النور : 55]
[5] وَنَادَى
نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ
وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ (45) قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ
صَالِحٍ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ
مِنَ الْجَاهِلِينَ (46) قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ
لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلَّا تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ [هود : 46 ، 47]
herdogan38@.
YanıtlaSilKitap dolusu bilgi..
Teşekkürler üsdat..