Garibce dindarlık tezahürlerini dikkate alarak onları kategorize etmek ve bir tipoloji yelpazesi oluşturmak istedi. Olguları ve kendi gözlemlerini, mevcut nasları dikkate alarak bunu yaptı. Yazı biraz uzun oldu. O yüzden kısımlara ayırarak yayınlamayı uygun buldu. Sizi bir hamlede yormak istemedi.
Tip: 1) Müslümanlıklarını Allah’a bir kıyak görenler:
Müslüman olmalarını Allah’a, Resûlüne ve müminlere baş kakıncı yapıp, onları minnet altında kılmak isteyenler. Lisan-ı halleriyle “Müslüman olduk hani bu kıyağımızı görün, size olan bu iyiliğimizi unutmayın” deyiciler.
Bunlar sureta teslim olmuş, İslam dairesine girmişlerdir, ama iman henüz kalplerinde yer etmemiştir.
يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُمْ بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (17) [الحجرات : 17]
"İslam'a girmelerini senin başına kakıyorlar. De ki: "İslamınızı benim başıma kakmayın! Aksine, eğer özü sözü doğru insanlarsanız, sizi imana kılavuzladığı için Allah, hepinizi minnet borcu altına sokar"
Bu tipler kendilerini bir bok zannederler ve üzerlerine köpekler siydikçe de daha bir şişerler.
Tip:2) Mecburiyetten ve Pazarlıkçı müslümanlar
Mekke fethedilmiş, İslâm etraf kabileler arasında da yayılmış. Sadece Sakif (Taif) kabilesi kalmış, onlar da mecbur kalmışlar bir heyet olarak Medine’ye gelmişler, Hz. Peygamber ile pazarlığa başlamışlar. Hani ne koparırsak kârdır kabilinden. Hz. Peygamber de onların isteklerini bir yere kadar kabul etmiş, ama iş dinin direği mesabesinde olan namaza kadar gelince: “Yoo, demiş, (o kadarı da fazla) rükusuz bir dinde hayır yoktur!”[1]
Taif halkı zamanla bu tutumlarını bırakmış ve İslâm potası içinde, diğer Müslümanlardan farksız bir şekilde kaynaşmış gitmiş olmalılar.
Siyasette imtiyazlılık olabilir ama, dinde - diyanette “ihlas ile bağlılık ve dinin gereğini içtenlikle yerine getirmek” esastır.
Sen Ömer olsan, bunlarla Bedir ashabını aynı teraziye koyar mıydın? Koymazdın değil mi? Garibce de koymazdı.
Tip 3) Bedevi, Dağlı, Yörük, Türkmen Müslümanlığı. Bunların en güzel temsilcilerini Bektaşi meşrep kişiler yapıyor olmalılar.
Biz vaktiyle Arnavutluk’taki Dünya Bektaşileri Merkezindeki Baba’ya “Namaz?” diye sorduğumuzda : “Biz zikr-i dâim üzereyiz” şeklinde müthiş bir cevap vermişti. Ve ben Garibce olarak bu söz karşısındaki acziyetimi ve de şaşkınlığımı hâlâ giderebilmiş değilim. Zikr-i dâim üzere olmak, ne muazzam bir şey.
Ruhi Fığlalı Hoca, yaptığı çalışmasında “Alevîliğin, henüz İslamlaşma sürecini tamamlamamış bir olgu” olduğu sonucuna varır. Bir bakıma doğru sayılabilir. Fakat Garibce der ki, bu bir meşrep işidir ve aynı meşrep Hz. Peygamber zamanında da vardı ve buna rağmen Hz. Peygamber onların varlığını yadırgamamıştı. Çünkü bu meşrepte insanlar her zaman ve her yerde olurlar. Bunları Ebu Bekir ve Ömerlerle bir tutar ve onlara davrandığın gibi bunlara da davranırsan zaten elinde tutamazsın, yanına bile yaklaşmazlar. Onları işte öylesine hoşnut tutacaksın. “Gel! Gel! Her ne olursan ol gel!” demeye devam edeceksin.
Geliyor bir dağlı (bedevi) Hz. Peygamber’e: “Senin getirdiğin bu ahkâm (şerâi’ hani namazdır, oruçtur, zekâttır…) bana ağır geliyor. Benim bunları yapmam zor. Sen bana yapabileceğim bir şey söyle, hem de öyle zor olmasın, aklımda kolayca tutabileceğim bir şey olsun” diyor. Hz. Peygamber de bakıyor duruma, adam dağlı, ne desin? “Peki, diyor, o zaman sen de Allah’ın adını dilinden düşürme!”
سنن ابن ماجة ـ محقق ومشكول - (4 / 707)
3793- حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ ، حَدَّثَنَا زَيْدُ بْنُ الْحُبَابِ ، أَخْبَرَنِي مُعَاوِيَةُ بْنُ صَالِحٍ ، أَخْبَرَنِي عَمْرُو بْنُ قَيْسٍ الْكِنْدِيُّ ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ بُسْرٍ ، أَنَّ أَعْرَابِيًّا قَالَ لِرَسُولِ اللهِ صَلَّى الله عَليْهِ وسَلَّمَ : إِنَّ شَرَائِعَ الإِسْلاَمِ قَدْ كَثُرَتْ عَلَيَّ ، فَأَنْبِئْنِي مِنْهَا بِشَيْءٍ أَتَشَبَّثُ بِهِ , قَالَ : لاَ يَزَالُ لِسَانُكَ رَطْبًا مِنْ ذِكْرِ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ.
Şimdi bakıyorum da “Biz zikr-i dâim üzereyiz” diyen adamların meşrebi, tam da bu bedevînin meşrebi. Demek ki onların da sahabeden (Bu bedevîyi de sahabî sayıyorsak) bir pirleri var. İşin üzücü tarafı Arnavutluk’ta vaktiyle % doksanların üzerinde olan Müslüman nüfusun şimdilerde yetmişlerde olması. Niye? Çünkü Bektaşiler, kendilerinin Müslüman değil ayrı bir din mensubu olduklarını orada kabul ettirmişler. Buna sebep de Müslüman nüfusu şimdi % yetmişlerdeymiş.
Yahu Garibce’ye sorsalardı. O, onların bu halleriyle de Müslüman olduklarını, hatta sahabeden pirlerinin bile olduğunu onlara söyleyebilirdi ama. Ne yapalım herkes kadir kıymet bilmiyor. Şimdilerde de bizim Alevîler (sadece azınlık bir kısmı) tutturmuşlar, biz Müslüman değiliz, biz başka bir din mensubuyuz diye ısrara. Hâlbuki hiç lüzum yok. Müslümanlık o kadar dar bir daire değil ki. Size de yeter bize de. Hem siz kim biz kim. Herkese orada bir yer bulunabilir. Yeter ki niyetler halis olsun. Hem -Ey Aleviler!- Müslümanlık için sizin edebiyatınız yeter. Dört kapı kırk makamınız fazla bile gelir.
Bir topluluk ki cenazesini “Bismillah ve alâ milleti Rasûlillah” diye kaldırır, hâlâ onları ayrı gayrı görenlerin gözlerinde mutlaka bir körlük, bakışlarında bir şaşılık olmalıdır.
Devam edecek.
Şimdilik hoşça kalın.
31.08.2012
GARİBCE
[1] مسند أحمد بن حنبل - (4 / 218) عن عثمان بن أبي العاص : ان وفد ثقيف قدموا على رسول الله صلى الله عليه و سلم فأنزلهم المسجد ليكون أرق لقلوبهم فاشترطوا على النبي صلى الله عليه و سلم ان لا يحشروا ولا يعشروا ولا يجبوا ولا يستعمل عليهم غيرهم قال فقال ان لكم ان لا تحشروا ولا تعشروا ولا يستعمل عليكم غيركم وقال النبي صلى الله عليه و سلم لا خير في دين لا ركوع فيه قال وقال عثمان بن أبي العاص يا رسول الله علمني القرآن واجعلني إمام قومي
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder