Garibce Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi mezunudur. O tarihlerde sadece iki fakülte vardı: Biri Ankara İlahiyat, diğeri de bizimkisi İslâmî İlimler.
Ayrıca bölüm de vardı ve ben Tefsir-Hadis Bölümü mezunuyum. Bir de Kelam-Felsefe Bölümü vardı. İslam Hukuku bölümü yoğun isteğe rağmen açılmıyordu.
Tefsir Hadis bölümü olduğu için bölüm dersleri ağırlıkta idi. Tefsir ve hadis dersleri hatırımda yanlış kalmadıysa haftada beşer saatti.
Garibce’nin dikkatini özellikle Fransa’da doktorasını yapmış hocaların zayıflığı çekmişti. O zamanlar doktoranın bir raconu vardı. Doktor, hele doçent ve profesör sayısı çok azdı.
Bizim tefsire gelen bir hocamız vardı. Çok zayıftı. Ama siyaseti iyi bilirdi. Yıl başında dersleri öğrencilere taksim ederdi, öğrenciler hazırlanır bir hafta boyu o dersi anlatırdı. Hoca da diğer talebeler ile birlikte dersi dinler, sonra soru faslında hoca öyle sorular sorardı ki talebeyi anlamadığı ya da yanlış anladığı ortaya çıkardı.
Hadis hocamızın durumu ise çok daha vahimdi. O siyaset de bilmezdi. Tevilu muhtelefi’l-hadis’ten hoca tahtaya yazar, biz deftere. (O sırada teksir makinesi çoktandır icat edilmiş bulunuyordu.) Sonra o metin okunur, harekelenir ve en sonunda da mana verilir… Böylece koca bir buçuk saatlik bir blok yarım sayfa bir metin ile doldurulurdu. Okurken de ne çamlar devrilirdi, sorma gitsin.
Tabii bütün hocalar böyle değildi.
Seneler sonra o hocalardan birinin “Birgivî’ni Hadis Usulü Risalesi’ni tercüme ettiğini ve görev yapmakta olduğu fakültenin dergisinde yayınladığını gördüm: Heyecanlandım, acaba bir gelişme var mı diye baktım. Evlere şenlikti. Oturdum tercüme kadar tutan bir eleştiri yazdım. Sonra da bizim Fakülte dergisine verdim. İlgili hoca “Biz bunu yayınlayamayız,sen bunu falanca yere gönder” dedi. Ben de bir zarfa koydum ve sonra göndermekten vazgeçtim. Hâlâ o zarfın içinde duruyor olmalı.
Mustafa Tahralı Hoca da Fransa’da doktorasını yapmış hocalardan. Ama ben hocayı gayet yetişmiş gördüm. Demek ki sebep illâ ki Fransa değil, bu durumun başka sebepleri olmalı.
Bir gün hocaya bu merakımı sordum ve:
“-Hocam, bizim vaktiyle Fransa’da doktorasını yapmış ve yeni gelmiş hocalarımız vardı. Bunlar okuttukları temel İslam bilimleri ve dil alanında çok ama çok zayıftı, bunun sebebi sizce ne olabilir?” dedim.
Hoca’nın cevabı bence ikna edici idi:
“Bunlar, dedi, Ankara İlahiyat fakültesini bitirir bitirmez doktora yapmak üzere Fransa’ya gönderilmiş kimselerdir. Bir kere Ankara İlahiyat (o zamanlar için) temel İslam Bilimleri açısından zayıftı. Fransa’ya varanların da bütün çabası tezlerini Fransızca olarak yazabilmekti. Tabii bu dil açısından çok zordu ve bunun için bütün mesailerini dile ve bir de sadece çalışmış olduğu konulara veriyorlardı. Dolayısıyla döndüklerinde Tefsir ya da hadis namına bildikleri İlahiyatı bitirdikleri esnada sahip oldukları malumat ile sınırlı oluyordu.”
Dedim, tamam şimdi oldu.
Şimdi de öyle hocalar var mı acaba?
Ya da öylesi hocalara tahammül gösterebilecek talebe?
Bize hayrulhalef nesiller ver Ya Rab!
Tüm hocalarımızdan ölmüş olanlara rahmet, baki de kalanlara sıhhat ve selamet duası ile!
03.09.2012
GARİBCE
Hocam mustafa tahrali hocamizin yorumu cok dogru ve günümüzde böyle böyle hoca yetişmekte. Fransa da doktora yapmış merhum Ibrahim Canan hocamızı unutmamak gerek, tam bir hadis alimiydi. Allah mekanını cennet etsin.
YanıtlaSilBirgivî’ni Hadis Usulü Risalesi'ne yapılan eleştiriyi merak etmemek elde değil. Keşke yayımlansaydı. Soru: Nasıl elde edebiliriz? Ya da bir okurunuz olarak böyle bir imkan var mı?
YanıtlaSilYurtdışında doktora yapanlarla ilgili benzer tarihlerde Fransa'da bulunmuş bir hoca "Keşke Fransızca ile uğraşsalar. Kafe köşelerinde devletin verdiği bursu yemekle meşgullerdi." demişti. Bahsettiğim Hoca Paris'te bulunmuş ve Eyfel kulesini bile ancak bursu bittikten sonraki gidişinde gezebilmiş!
Hocam bu yazınız da diğerleri gibi yine çok samimi.Sizi tebrik ediyorum.Allah kaleminize kuvver versin...
YanıtlaSil