أخي لن تنالَ العلمَ إِلا بستةٍ ... سأنبيكَ عن تفصيلِها ببيانِ
ذكاءٌ وحرصٌ واجتهادٌ وبلغةٌ ... وصحبةُ أستاذٍ وطولُ زمانِ
Ben bu beyti ilk kez Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî’ye ait diye öğrenmiştim. Sonra İmam Şâfiî’ye de nispeti olduğunu öğrendim. Bu beyit bize ilmin tahsili için gerekli şartları en güzel ve cami bir biçimde veriyor.
İlim, ilim için değildir, bir yere varabilmek içindir.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Bu nice okumaktır, diyor Yunus.
Hadiste de “Men arafe nefseh fekad arafe Rabbeh” denir. “Kendini tanıyan Rabbini tanır!”
Bu itibarla ilmin nihaî amacı Mutlak Gerçekliği tanımak, O’na varmak olmalıdır.
Böyle bir ulvî yolculuk için ne lâzımdır? Yukarıdaki beyitte bunlar şöyle sıralanıyor:
1. Zeka: Bu kabiliyeti temsil ediyor. Yetenek olmadan ilim tahsili olmaz. Yola çıkan bir aracın motoru her ne ise, ilim yolculuğuna çıkan talibin yeteneği de odur.
2. Hırs: Azimli olmak. “Her şeyin bir engeli varsa ilmin nice engelleri vardır” denilir. O yüzden bütün bu engelleri aşmak için büyük bir azim ve hırs sahibi olmak lazımdır. “Dağ ne kadar yüce olursa olsun yol onun üzerinden aşar” diyebilmek ve bu uğurda önümüze çıkacak her türlü engeli aşacak bir kararlılıkta bulunmak gerekir.
Aracın motoru ne kadar güçlü olursa olsun, ona hareket verecek olan yakıttır. Yakıtı olmayan araç yola çıkamaz, yakıtı tükenen de yolda kalır. Hırsı (motivasyon) olmayan bir ilim talibi bu yola giremez, kazara girmiş olsa bile yol alamaz. Nice ilim yolculuğuna çıkmış kimse, bu yolda heba olup gitmiştir. Nice imkânları tüketmiş fakat onların yerine olması gerekeni koyamamıştır.
Zeka tavşanın yol kat edebilme becerisi, hırs ise kaplumbağanın tavşana galebesini sağlayan azmi ve iradesi, tükenmez sabrıdır. Masallar bu ikisini yarıştırır, tavşan yatar, kaplumbağa koşar… Oysa bize lazım olan tavşanın yeteneği ile kaplumbağanın azminin aynı ilim yolcusunda bir araya gelmesidir.
Bundan önceki seneler İmam Hatiplilere diğer yolların kapalı olması sebebiyle öğrenciler tek açık kapı olan İlahiyat Fakültelerine gönüllü gönülsüz gelmekte idiler. Zoraki gelenlerin sayısı az değildi ve bizler “nikahtan keramet” bekler, onların fakültemizi benimsemelerini umutla beklerdik. Şimdi diğer kapılar da açıldı. Umarım gelenler artık aynı zamanda azimli öğrencilerdir, yetenekleri yanında tam bir azim (motivasyon) ile de birlikte gelmişlerdir. Beklentimiz odur. Hal böyle ise, başarısızlığın mazereti de artık yoktur.
3. İctihad: Bundan maksat, amaçlı, planlı programlı, düzenli ve sürekli çalışmadır. Mücerret çalışmak, çalışıyor gözükmek yeterli değildir. Döven öküzü akşama kadar yol teper de akşam bıraktığı yer ile sabah başladığı yer aynıdır. Döne döne bina okuyan bizim uşakların vaktiyle bir tür yol alamamalarının sebebi de herhalde bu olmalıdır. Yerinde say komutu gibi durmadan hareket halinde olmak yetmiyor. Belli bir amaca ulaştırıcı, belli bir program ve yöntem dâhilinde ve düzenli bir çalışma gerekiyor.
4. Bulga: Maddî imkân: İlim tahsili için kifayet miktarı bir maişetin de olması gerekiyor. Öğrencinin karnı aç ise, onun derste hocayı takip etmesi ve ilmin semalarında cevelan etmesi düşünülemez. Onun evvel emirde düşüncesi guruldayan karnını doyurmak olur. Vaktiyle kış günleri öğrencilerimizin ayaklarında deve dudağı gibi burnu açılmış, su çeken ıslak ayakkabılar görürdüm. Şimdi o tür manzaralar artık pek gözükmüyor. Ülkemizin genel zenginleşmesi, bir şekilde öğrencilerimize de yansıyor. Vakıflar öğrenci kapma yarışına gidiyorlar. Onlara aş oluyorlar, karınlarını doyuruyorlar, yurt oluyorlar barındırıyorlar (Bir de Allah’ın rızasını tahsilden başka beklentileri olmasa! Karınlarını doyurmakla yetinseler, akıllarını doyurma işini de hocalarına bıraksalar!)
Ben hep sorarım, “Kahvaltı yapmadan gelen öğrenci var mı?” diye. Her sınıfta üç beş öğrenci çıkar. Kahvaltı yapmadan derste olan bir öğrencinin midesi, uzun günlerde oruç tutmakta olan bir kimsenin midesinden daha boş oluyor. Akşam saat altıda yemek yemişse, ertesi gün öğle vaktine kadar tam on sekiz saattir mideye hiçbir şey girmemiş oluyor, mide de öğütecek bir şey bulamayınca kim bilir belki de kendi cidarını öğütmeye başlıyor, duyulan gurultular da herhalde onun sesi oluyor. Öğrencilerimizin bu konuda duyarlı olmasını istiyoruz. Hiç parası yoksa bir tane altın ekmek alsın, otuz kuruşa. Altmış gram ve çok besleyici, içinde fındığı, üzümü her bir şeyi var, özel bir ekmek, lezzeti de güzel.
Eskilerin bir tekerlemesi vardı. Onu talebelerimiz için uyarlayalım:
Ayağını sıcak tut başını serin,
Kendini derse ver, düşünme derin derin!
5. Hoca: İlim tahsili de sanatların öğrenilmesi gibi hoca olmadan olmaz. Ama hoca sıralamada beşinci yerdedir ve bu doğrudur. Hiçbir hoca, hiçbir talebeye bildiği bilgiyi öğretmez, sadece anlatır, talebe kendisi öğrenir. Bilginin adresini verir, hedefini gösterir, yöntemini belirler… Hocanın işi bununla sınırlıdır. Hoca ile uzun bir beraberlik sayesinde öğrenci onun bakışını, usulünü, değerlendirişini, anlatışını öğrenir. Bunlar ancak bu şekilde elde edilebilir. O yüzden eskiden mülazemet ve icazet usulü önemliydi. Bu gün de Üniversite de bile devam konusu önemlidir. Hocanın kitabını okumak yetmiyor, onunla birlikte olmanın öğrenciye kazandıracağı bazı melekelere de sahip olmak gerekiyor. İlmî derinlik ne kadar önemliyse, öğrencinin geniş bir ufka sahip olması da o kadar önemlidir. Ufkun genişliği hocalarının çokluğu ile doğru orantılıdır. Her hoca, zihin dünyamıza açılan bir pencere demektir. Hep aynı cepheye bakan pencereye değil, aksine her yöne bakan pencerelere ihtiyaç vardır. O yüzden, hocaların farklı usul ve bakışlarının olması bir kazanç görülmelidir.
Bir benzetme ile hocanın katkısını şöyle anlatalım: Eskiden her bir evin önünde bir su tulumbası olurdu. İnsanlar su ihtiyaçlarını onlarla karşılarlardı. Siz tulumbanın başına varsanız ve ne kadar kolunu indirip kaldırsanız su çıkaramazdınız. İllâ ki bir yerden bir maşrapa su alıp, onu tulumbaya döküp ve tam da bu sırada canhıraş tulumbayı çalıştırmak için çabalamanız lazım gelirdi. Eğer o maşrapa suyu boşa tüketmemiş ve o sırada size düşen bütün çabayı da ortaya koşmuşsanız, o bir maşrapa su sizi suyun membaı ile buluşturur ve artık siz oradan istediniz kadar su çekebilirsiniz.
Hoca demek işte o bir maşrapalık su demektir; ne eksik ne fazla. Onsuz olmaz, ama ondan beklenen bütün işlev, sizi gerçek kaynak ile buluşturmaktır. Artık ne yapacaksanız siz kendiniz yapacaksınız. İki üç pompa vurur usanırsınız ve her şey biter… Ya da bütün kabiliyetinizle asılırsınız, Allah da size verdikçe verir.
6. Uzun zaman: Her şey için takdir edilen belli bir zaman vardır. Çocuk dokuz ayda doğar. Yumurta bir günde… Dolayısıyla tahsil edeceğiniz ilim için yeterli bir zaman ayırmanız gerekir. Türkiye olarak hızlandırılmış, sulandırılmış eğitimlerin sonuçlarını gördük. Hormonlu domatesler gibi hiçbir işe yaramadı.
İlim talebinde acelecilik olmaz. Bir meyvenin olgunlaşması, bir çocuğun büyümesi gibidir, her gün baksanız bir değişiklik fark edemezsiniz. Ama aradan uzunca bir zaman geçince, alınan mesafeyi siz de etrafınızdakiler de fark eder.
Ey Marmara İlahiyat’ın kontenjanında bir yer tutan ve bir puan fazlasıyla kendisinden bir sıra arkada kalanı dışarıda bırakan sevgili öğrencisi ve benzer şartlardaki diğer öğrencilerimiz: Bu altı şartın sende hangisi yok, bir bir sına. Hepsi varsa –ki Garibce öyle olduğuna inanıyor- o zaman sonucun hâsıl olmaması için hiçbir bahanen olmayacak, sana tanınan imkânları tüketmen karşılığı elde etmen gerekli ilmi edemediğin için hesaba çekileceğin zaman hiçbir mazeretin bulunmayacak. Sen girdin diye giremeyenlerin gözleri de ayrıca senin üzerinde olacak. Hakkını vermediğin her imkânın bir ahı da olacak.
Garibce de ben sana dememiş miydim, diyecek.
Haydi, şimdi titre ve kendine gel!
Bu yolda muhtaç olduğun her bir şey, içinde bulunduğun imkânlarda mündemiçtir.
Bak ayrıca başarın için dua eden kimler yok ki?
Sevgiyle, dua ile!
29.09.2012
GARİBCE
allah razı olsun hocam! çok harika ifade etmişsiniz. üslubunuz da harika... hele aralara serpiştirdiğiniz esprileriniz yok mu!
YanıtlaSilhırs ve hoca maddelerinizde ifade ettiklerinize katılıyorum. hoca konusuna sizin gibi bakanların artmasını temenni ediyorum. dediğiniz gibi her şey kitapla olmuyor... hocalarla insani sıcaklığın hissedildiği sohbet ortamlarının kazandırdıklarını hiçbir yerde elde edemeyeceğini bilmeli öğrenci. takipçinizim hocam... çok mutlu oluyorum sizi okurken... allah yâr ve yardımcınız olsun...
Evet Allah razi olsun
YanıtlaSil
YanıtlaSilNuman Karagöz: Hocam yine harika bir yazı olmuş, bütün ilim taliplerine okumalarını tavsiye ederim.
Mehmet Altay: Hocam yaş 36 olmuş bu yaştan sonrada olurmu ne düşünürsünüz bu konuda. Şartlar içinde yaşın genç oluşu yok ama.
Azer Abbasov: Elinize sağlık Hocam, güzel bir yazı olmuş.
Habibe Şahin: Sayın Hocam çok teşekkür ederiz.
Fatma Günaydın: Tulumba benzetmesi harika...
Fatma Özseroğlu: Hocam keyifle ve tebessümle okuduk.dönem başında ki bu bizi disipline edecek inş.
Mehmet Erdoğan: İlim tahsilinin belli bir yaşı yok elbet. Minel mehdi ilallahdi Beşikten mezara kadar. Fakat şu da mücerrebdir ki taze fidanların bile meyvesi yaşlı ağaçlara nispetle daha güzel ve hoş oluyor. İnsan öğrenmeyi küçük yaşta tamamlamalı, ileri yaşlarda daha çok muhakeme öne çıkıyor. Tabii onun çıkış yeri de bilgi oluyor. Bilgisiz muhakeme olmaz.