Garibce 200. Yazısını kendi kendisini değerlendirmeye ayırmayı düşünüyordu ki, yayınladığı son yazının 200. yazı olduğunu gördü. Bunda da var bir hikmet dedi. Tek sayı böyle bir niyete hem daha elverişliydi. O yüzden bu 201. yazı istedi ki kendi öz değerlendirmesi olsun.
Garibce isminin geçmişi çok eski. Okumuş olanlar yazılarda onun öyküsünü ve ne gibi anlam ve imalar taşıdığını az çok bilirler. Şu kadarını söyleyeyim ki hem aile ile, hem ideal ile kendimce kurulmuş alâkaları var. Ve bir de Garibce oluşu tabii.
Garibce, Orta Toroslar’da bir vadi içinde gerçekten kimsenin el uzatmadığı bir köyde doğdu, Allah’ın lütfü ile İmam Hatipli oldu. Devlet yatılı imkânları olmasaydı okuyamayacaktı. Allah’ın lütfü ile Erzurum İslamî İlimler Fakültesini de okudu. Sonrasında kazanması gereken imtihanı kazanamadı (!). Haseki’yi okudu ve orada gerçek anlamda yetişti, gelişti, yetenekleri iyiden iyiye ortaya çıktı ve sonrasında her ne kazandı ise hak ederek kazandı. Haseki mezuniyet gününde birinci olması hasebiyle bir konuşma yapmıştı. Ardından İlahiyat Dekanı Salih Tuğ Hoca “Fakülteye gel beni gör!” demişti. Fakat Garibce’nin medenî cesareti ve sosyalitesi o kadar azdı ki, sekreteri Ümid’i aşıp da hocaya ulaşamamıştı. Yalanı dolanı yoktu. Siyaset ve ayak oyunları bilmezdi: “Randevun var mı? “-Yok!” “Öyle ise giremezsin!” diyordu Ümit. “Yahu Hoca vaktiyle bana şöyle şöyle demişti!” Yok. O gün Ümid’i bir türlü aşamamıştı, Hoca’ya ulaşabilmek için.
Yabancı dil problemini çoktan aşmıştı ve artık açılan imtihanları hep kazanıyordu ama ya sonuç çıkmıyordu, ya bir şeyler oluyor, bu iş olmuyordu. Sonunda Fatar hocası müracaat günü geçmiş bir okutmanlık imtihanından onu haberdar etmiş ve elinden tutarak doğru Dekan Salih Bey’e götürmüş ve “Hocam! Açılacak imtihana bu da girsin!” demişti. Hoca da Haseki’den beni hatırladığını zannetmiyorum, hocanın kredisine karşı olsa gerek “Evet, olur!” demişti ve “olmazcı dekan yardımcısı”na rağmen benim kaydımı yaptırtmıştı. Ve Garibce böylece imtihana girme şansı yakalamıştı. Ve ilk sırada da kazanmıştı. Diğer aşamalarda da kendi kabiliyet ve çalışkanlığı ile zor şartlar altında da olsa aşılması gereken ilmî aşamaları birer birer geçmiş ve doçent olduktan sonra iki yıl daha okutmanlık görevine devam etmiş, yine Fatar hocanın gayretiyle ve tabii dekanın da desteği ile kendi uzmanlık (fıkıh) alanında Doçent Öğretim üyesi olarak göreve başlamış ve 2001’de de profesör olmuştu. Elan aynı yerde bu görevini sürdürmekteydi.
Malum süreçte biri İmam Hatip 7. sınıf, diğeri 6. sınıfta okumakta olan iki çocuğu üniversitenin eşiğine gelmişler, öncesinde olduğu gibi kapının açılmasını bekliyorlardı. O sene İmam Hatip 7. ve 6. sınıfları birlikte mezun ettiler ve açılmasını bekledikleri kapıyı tam anlamıyla kapadılar. Kapanan kapı, aslında çocuklarımızın umutlarıydı, gelecekleriydi. Bir iki yıl gecikmeli olarak da rüzgârın etkisi bizim kendi Fakültemize ulaşmıştı. Kendince planladığı alana yönelme imkânı bulamayan kızı, açık olan tek kapıdan girmiş ve Kayseri İlahiyat’ı kazanmıştı. Ertesi yıl yatay geçişle gelecekti. Olmadı. Neden olmadı? Çünkü yeni açılan Rize, Van gibi ilahiyatların not ortalamaları Kayseri, Konya gibi köklü ilahiyatlardan daha yüksekti. Oğlu ise her nasılsa Erzurum İşletme’yi kazanmıştı. Notları kırılmadan gelen diğer öğrencilerle İmamHatipli olup da zar zor girebilen öğrenciler arasında sınavlarda gerçek düzey ortaya çıkıyor ve İmam Hatipliler haklı olarak okulun en yüksek puanlı öğrencileri oluyorlardı. Birinci de olduğu için nasıl olsa ertesi yıl Marmara’ya yatay geçiş yapacaktı. Fakat fakülte idaresi Erzurum’u kendilerine denk görmüyorlarmış. O da olmadı. Bari Kayseri’ye gelsin de kız kardeşiyle birlikte olsunlar, birlikte gelir giderler denildi, böylece o Kayseri’ye geldi. Ertesi yıl kızın yatay geçişi tamam oldu. Bu kez gene birinci olan oğlanın Erciyes Üniversitesi de Marmara’ya denk kabul edilmiyormuş, yine olmadı, bari yakınlaşsın Bursa’ya gelsin denildi. Öyle oldu. Bir sene sonra da Marmara’dan mezun oldu. Bak şu Allah’ın işine. Çocuk dört yıllık bir fakülteyi tam dört üniversitede okumuş oldu.
Bu süreçte ideali kaçırma dışında oğlu ile sorun yaşamadı. Aslında Garibce onun hakkında hukuk okumasını ve ardından da fıkıh alanında doktora yapmasını çok arzu ediyordu. Çocuğun yapısı ilahiyatçı olmasına yatkındı. Olmadı.
Asıl zor olanı kızlarla yaşandı. “Kızı, Kayseri’den buraya kendi fakültemize getirdik, oh rahatladık” derken, Kayseri’de o sırada olmayan başörtüsü yasağı burada çok sert esmeye başlamıştı. Beyaz’ın gelişi, bıçaklanması her şeyi daha da kötü hale getirmişti. Kendi öz kızım ve ondan hiç de farkı olmayan yüzlerce kız ve onlara destek veren erkek talebemiz dışarıda bekleşiyorlar ve biz başımız önümüze eğik bir halde içeri giriyorduk. Çoğu kez düne kadar can ciğer bu kuzularımıza selam bile veremiyorduk. Üstelik kızın Kayseri’den buraya gelmesiyle sorun sadece okulda değildi, aynı derecede ve fazlasıyla evde de yaşanıyordu artık. Bütün bunlar Garibce’nin takat gücünü aştı, psikolojisi bozuldu. Psikolojik destek görmek ihtiyacı duydu. En kötüsü de artık eskisi gibi yoğunlaşamıyor, uzun soluklu çalışmalar yapamıyordu.
Seneler seneleri kovalıyor ama Garibce istenilen verimi alamıyordu. “İflas etmiş tacir eski defterleri karıştırırmış” derler. İşte o kabilden eski yazıp çizdiklerine baktı. Yığılmış ama yayınlanmamış birkaç cilt olabilecek yazılar vardı. Onarı çeşitli açılardan tasnif etti ve yayınlamayı düşündü. Sonra onu da yapmadı. Bu arada Ömer Kuşlu adında eski bir yayıncı dostu onu ziyarete geldi ve “Hocam şöyle! Hocam böyle!” diye onu gayrete getirdi ve Kırk Ambar serisinden Duygu ve Hikmet ile Öykülerin Büyüsü onun bu gayretlerinin semeresi olarak kitap kisvesiyle gün yüzüne çıktı. Bir ramazan itikafı olarak Kırk Mesel Hadis’i yayınladı. Onun için çerez sayılabilecek türden İmam Hatip Okulları için Fıkıh ve Fıkıh İlmine Giriş gibi eserler ile avundu. Sonra talebe çoğaldı ve dersler arttı. Ders yükü fazlalaştı. Derslerle günlerini doldurmaya başladı. İrşad faaliyetlerini hep sürdürdü. Ama ciddî bir meşgale altına girmedi.
Bu arada paylaşmak istemediği daha başka sıkıntıları oldu.
İşte bu zor ve bir o kadar da boş günlerin ardından Amerika’daki kızı Gülistan’ın kendi blogunu açması ve “Baba! Sana da bir blog açalım!” demesi üzerine bu sayfa açıldı. Sonradan öğrendim ki bu projenin fikir babası aslında bizim damatmış.
Adı, zaten belliydi: GARİBCE.
Baştan ne olacağını, işin nereye varacağını kimse bilmiyordu. En azından günlük bir meşgale olacaktı. Belki stres atılacaktı.
Altı ay kadar bir zaman geçti. İlk günler bir hayli endişeliydi. Garibce, okuyucular açısından yeni doğmuştu. Kimse onu bilmiyor ve tanımıyordu. Beni bilenler de benim Garibce, Garibce’nin de ben olduğumu bilmiyorlardı. Ama çok geçmeden sevgili kızımın da desteği ile Garibce ayağa kalktı ve aldı başını yürümeye başladı. Arada bir yazı diye çıkmıştı yola. Zaman oldu her gün bir, bazen iki yazı yazdı. Ramazan ayında ise Garibce itikafımız oldu; neredeyse her gün üç yazı yazıldı. Şu anda hızla yayılmaya ve daha çok tanınmaya başladı. Çok güzel tepkiler aldı. Mizah yönü ağır basan bir üslup tutturdu. Çoğu yazı hem eğlenceli, hem öğretici oldu. Garibce, biraz garibce de olsa bilgece, eğlenceli, duygusal bir tip oldu. Boş da hiç yazmadı. Gerektiğinde bilimsel sayılabilecek yazılar yazdı.
Başta din olmak üzere kültür ve dil ağırlıklı konuları ele aldı. “İstikrar içinde değişim”i ilke olarak benimsemiş, sağlıklı bir değişim ve dönüşümün ancak gelenek içinde kalınarak yapılabileceğine inanmıştı. Gelenek, kimilerince bid’at sayılan yeniliklerle ancak varlığını sürdürebilirdi.
Duygusal karakteri yüzünden yazıları bir o kadar da duygusal oldu. Hatıralara ağırlık verdi. Hocalarını minnetle andı ve onlardan öğrenmiş olduğu bilgi ve hikmetleri onlara nispet etmeyi bir şeref ve şükür bildi. Artık kendisine mal olmuş düşünceleri, belki vaktiyle birilerinden duymuş, okumuş olabilir, -eğer hatırlayabilmiş ise- mutlaka onları anmayı ilmin bereketinden bildi.
Kimseyi doğrudan incitmek istemedi; ama mizah üslubu ister istemez birilerini rahatsız eder. O yüzden mefahir türünden değilse adresleri açık vermedi, kinayeler yahut müstear adlar ile andı.
Garibce, her yazısında eğer bir bağlantı kurabildi ise ve arşivinde de varsa fotoğraf kullanmayı ihmal etmedi.
Bazı yazılarda sırf erbabını hedeflemiş ise, sadece metin koyup, onların tercümelerine yer vermediği oldu.
Yeri gelince Anadolu irfanının kuşatıcılığı ve hoşgörüsüne güvenerek yazı dilinde olmayan kaba sayılabilecek bazı kelimeler kullandığı da oldu. Çünkü meramı en iyi ancak o kelime ifade edebilirdi.
Dil açısından, yerel dile ve deyişlere özel bir önem atfetti. Halis muhlis Türkçe olduğuna inandığı kelimeleri İstanbul Türkçesinde yok diye kullanmazlık etmedi. Bunların yayılmasının, dilin zenginleşmesine katkıda bulunacağı inancını taşıdı.
Garibce üslup olarak daha çok kendisini muhatap aldı, yeri geldiği zaman kendisi ile de dalga geçmeyi başardı. Bundan gocunmadı. “Ellere verir talkını kendi yutar salkımı” kabilinden bir rol kesmedi. Söylediklerinin çoğunu kendisi için söyledi. Sözün tamamını da hiçbir zaman söylemedi.
Ve böylece işte bu güne gelmiş oldu. Şimdi eğer siz değerli okuyucular da yorumlarıyla Garibce’nin değerlendirmesine katkıda bulunurlarsa gerçekten Garibce çok mutlu olacaktır.
Bu beklentilerle hepinize saygı ve selamlarımı sunuyorum.
Garibce’yi ortaya çıkaran Gülistan’ıma ve onu besleyen sizlere teşekkürler diyorum.
Dua ile!
02.09.2012
GARİBCE
Hocam, siz serencamınınız zaten bimâlâ mezîde aleyh ifade etmişsiniz. Altı aydan bu yana biz ve torunlarınız mesabesindeki öğrencilerimiz sizi okuyor ve çok istifade ediyoruz. Sizin Garibce adıyla yazılar yazmaya başlamış olmanızın beni çok mesrur ettiğini hassaten bilmenizi isterim. Rabbimden soluğunuzun hiç kesilmemesini ve uzun yıllar bu yazılarınızı devam ettirmenizi diliyorum.
YanıtlaSilyazılarınızı bir kaç gündür takip ediyorum ve hoşlandığımız hatırlarını,sözlerinizi başkalarıyla paylaşıyorum...Allah'ın inayetiyle gelmiş olduğunuz noktayı ve bu hayat hikayenizi okumak da zevkliydi.. hocam olmasanız da burdan o açığı kapatırım diye düşünüyorum.. Rabbim yar ve yardımcınız olsun...
YanıtlaSilHocam internetteki paylasimlariniz icin Allah razi olsun sizden.Hayatimiza fakli bir pencere oluyorsunuz.Sizi yakindan tanimak ayri bir zevk.Fakultede derslerinize tesrif etmemistim ama keske o zamanlar daha az cekingen olsaymisim da aklima takilan sorulari size sorabilseymisim.Allah uzuuun ve bereketli bir ömür nasip etsin de biz de istifade edebilelim hocam.Kalin saglicakla..Elif Ayas MÜIF 2001
YanıtlaSilGaribce yazdıkça, daha nice garib yoldaşlarının olduğu ortaya çıktı. Belki garibce bilmiyordu ama o yazdıkça, o yazıları okuyanlar kendi içlerinden geçenin dile geldiğini görüyorlardı. Bir garibceden binlerce garibceler doğuyordu.
YanıtlaSilFe tûbâ li'l-ğurabâ!
Soner Duman
"güzel insanlar var" dedirten yazılar bunlar... siz gibilerin varlığıyla hayata tahammül gücümüz artıyor, sıkıntıların insanı nasıl törpülediğini, güzelleştirdiğini görüyor ve sabrediyoruz. klavyenize sağlık!:)
YanıtlaSilOsman GÜMAN hocamızın delaletiyle tanıştık GARİBCE ile ve gerçekten keyifle okuduk yazılarınızı. Musa- Hızır kıssasının uzamasını temennî edişi gibi Peygamberimizin biz de sizin yazılarınızın devamını temennî ediyoruz. Bu yazınızı okuyuncaya kadar GARİBCEnin ramazanlık olduğunu düşünüyor ve üzülüyordum ancak anladım ki öncesi varmış ve inş sonrası da olacak. Rabbim sıhhat afiyet ihsan etsin sizlere
YanıtlaSilAçıkçası ben yaşamış olduğunuz serencamın bu denli meşakketlerle örülü olduğunu bilmezdim. Öğrenince size duyduğum saygının bir derece daha ziyadeleştiğini ifade etmek isterim. Daha bir çok öğrencinin sizin göğsünüzde meknûz olan Anadolu irfanından ve çilelerle dolu bir yolculukla ulaştığınız ilmî müktesabatınızından istifade edeceğini ve hayatına yön vereceğini düşünüyorum. Hayırlı ve uzun bir ömür dileklerimle, ellerinizden öperim.
YanıtlaSilMuhterem hocam bütün samimiyetimle söylüyorum düzenli olarak takip ettiğim tek blog. sizi bizimle buluşturan kızınıza teşekkür ediyoruz. Dersleriniz ne kadar akıcı ise yazılarınız da bir o kadar akıcı oluyor, sıkmıyor, bunaltmıyor, öğretiyor, güldürüyor daha ne isteyelim:) Allar razı olsun kaleminizden
YanıtlaSilYavuz Sari: sayın hocam garipçeyle facebook üzerinden tanıştım. Ve sizden 2 ders almış bir öğrenciniz olarak keşke hocam derste garipçeden bahsetseydi de daha önce haberdar olsaydım dedim. Yazılarınızın devamını sabırla bekliyorum. Kaleminize rabbim güç kuvvet versin.Ellerinizden öperim.Allaha emanet olun hocam.selametle
YanıtlaSilNazif Toybiyik: Hocam 9 yılı aynı mekanda geçirdik. Aynı dünyanın aynı memleketin insanıyız..Belki rahmetliden sonra biraz işi yavaşlattım ondan. Belki hayatı artık eskisi gibi ciddiye almıyorum ondan.İnsanların farkına yeni varmaya başladım.Yazılarınız görünüşünüzden daha sıcak ve daha kuşatıcı.Bilmenizi isterim. Selam ve dua
YanıtlaSilRabia Gök: Hocam, yazılarınız duygu ve düşüncelerimize tam olarak tercüman oluyor. İşin daha anlamlı tarafı ise paylaştıklarınızın dışarıdaki insanların hislerini de yansıtabilmesi. Anlamlı çünkü biz ilahiyatçılar diğer insanlarla ortak dil kullanma konusunda bi hayli sıkıntı yaşıyoruz. Bu sebeple her kesimden insan için faydalı olduğunuzu düşünüyorum. Selametle...
Hocam yıllar evvel de böyle samimi ve içtendiniz. Bir şey değişmemiş. Hala öylesiniz. Bir farkla. Şimdilerde sadece sizin yazılarınızı okuyabiliyoruz. O zamanlar sizi dinliyorduk. Bana hukuku sevdiren siz olmuştunuz. Hazırlıkta iken sizden çok etkilenmiştim. O zamana kadar hep İslam Tarihi çalışacağım derdim, sonra fıkıh seçtim ve onu çalıştım. İlk kitabını alıp imzalattığım hocamsınız. Emeğiniz çok. İnşaallah hakkınızı helal edersiniz. Sevgi ve muhabbetle ellerinizde öperim. Sağlığınıza duacıyım. Rabbim uzun ömür versin.
YanıtlaSilZonguldaklı
herdogan38@.
YanıtlaSilSevgili Garibce, özleriz,bir araya geliriz,ne hikmettir tek kelime etmeden saatler ve hatta günler geçer..Bazan olur ağzınızı bıçak açmaz..
Ama görüyorum ki,sizi satırlarda izlemek gerekirmiş..Doğrusu hem anlatım ve hem de muhteva olarak duygu,hikmet yüklü ve bir o kadar da hasret yansıtan yazılarınızı daracık fırsatlarda bile okumak vazgeçilmez haz vermektedir...Ülkem adına çok kıymetlisin,Allah berhudar etsin..Duaların benim için nefes açıcı olacaktır..Sevgilerle...
Ben de Garipce yi tanidigimi sanirdim... Allah bu zor dunyada hepimizin yardimcisi olsun...
YanıtlaSiltakip edilebilecek en güzel blog... Sağlık,sıhhat ve afiyetler diliyorum hocam..
YanıtlaSilArtık okullarda da özdeğerlendirmeler yapılıyor.
YanıtlaSilHocam yazılarınızdan çok istifade ediyoruz...Rabbim sağlık sıhhat ve afiyetler versin
YanıtlaSilHüseyin Erdoğan: Yedi yıl sonra Garibce nerede...
YanıtlaSilGörülen odur ki Garibce dini anlayış ve hayata bakışta ünsiyeti getirmiş..
Yaşanabilir canlı dini hayat sunmuş.
Hayata canlılık kazandıran bir nevha olmuş...
Hayatla dini ruh beden ilişkisinde ahenge kavuşturmuş...
Garibce hayattaki garipliği ünsiyete çevirmiş ve hak edilen başarının basamak taşlarını alın teri ve ihlasla yerine koyabilmiş model bir ders kitabı olmuştur.
Ah bir de bu yazılanlara muvazi olarak sözlü sohbetlere de dalsa ya....
Muammer olasız Garibce...