11 Eylül 2012 Salı

Ömer huzuru nerede buldu?


 


Hz. Ömer, İslâm tarihinde en çok sevilen ve takdir edilen, adaleti ile eşsiz bir örnek olan ikinci Râşid Halifedir.

Hz. Ebû Bekir, hilmiyle, yumuşaklığı ile tanınırdı. Ömer ise heybetiyle… Herkes ondan çekinirdi, ama tuhaf şekilde ona büyük bir saygı ve sevgi duyardı. O, adeta Allah’ın adalet sıfatının yeryüzünde tecessüm etmiş şekliydi. Mutluluğunu kendi halkının mutluluğunda arar, emsalsiz bir sorumluluk duygusu taşırdı.

Hz. Ebû Bekir’in feraset ve kararlılığı ile başlatmış olduğu fetih hareketleriyle İslâm, Arap yarımadasının dışına çıkarak onun döneminde çığ gibi yayıldı ve sadece topraklar fethedilmedi, gönüller de fethedildi, İslâm’a açıldı. Bu kadar hızlı ve başarılı bir hareket ancak eşsiz İslâm peygamberinin öğretmiş olduğu bu sorumluluk ve adalet anlayışının içselleştirilmesi sayesinde olabilirdi.

Bir inanç manzumesi üzerine tesis edilmiş bir devletleri olmasına rağmen Hz. Ömer ve emsalleri, hiçbir zaman inanç farklılığı sebebiyle insanların şeref ve haysiyetlerinin rencide edilmesine izin vermediler. Gayri müslimlerle yaptıkları anlaşmanın en temel metni “Lehüm mâ lenâ ve aleyhim mâ aleynâ” idi. Yani haklarımız hakları, vazifelerimiz vazifeleri olacaktı.

Bir yahudinin dilenmekte olduğunu görmüştü. Sordu:

“-Niye dileniyor, yüzsuyunu döküyorsun?” Cevap verdi:

“-Ben yaşı ilerlemiş bir adamım, bakacak kimsem de yok. Ne yapabilirim ki?”

Bu cevabı alan Ömer, derhal o yaşlı gayrimüslime ölünceye kadar yeterli miktarda nafaka bağlanmasını emretti.

Anlatıldığına göre bir defasında Pers (İran) hükümdarı -ki Kisra derlerdi- müminlerin emiri Hz. Ömer’e bir mektup iletmek üzere bir elçi göndermişti. Elçi Medine’ye varınca Halifenin sarayını sordu. Adamın biri elçiye küçük bir evi işaret etti. Elçi hayret etmişti; görkemli bir saray beklerken hiçbir gösterişi olmayan, toprak damlı sade bir evle karşı karşıyaydı. Medine’nin sıradan evlerinden biriydi. Kisra’nın sarayı, sarayda ihtişam, tahtı, askerler, muhafız alayları, nöbetçiler, teşrifatçılar… bunlardan hiçbiri yoktu. Şaşkınlıkla eve yaklaştı ve Ömer’i aramaya başladı. Evinin hemen yanı başında bir ağacın altında uyuyorken buldu. Yanında ne bir hizmetçi ve ne de bir muhafız vardı. Elçi Ömer’in başı ucunda dikildi, şaşkın şaşkın onun içinde bulunduğu huzur ve sükuna hayran kaldı ve dudaklarından şu sözler döküldü:

“-Adaletle hükmettin, halkına huzur verdin, bu huzur ortamında sen de huzur buldun, tatlı tatlı uyursun, ya Ömer!”

 Evet, huzur ve sükunumuzu başkalarının huzur ve sükununda aramak.

İşte bütün mesele bu! Bunu başaranlar, ödüllerini peşinen hemen burada alıyorlar. Başaramayanlar ise bir ömür boyu huzuru arıyorlar, ama yanlış adreslerde aradıkları için bir türlü bulamıyorlar.

Binlerce ah al, binlerce gönül yık, binlerce masumun kanını akıt, tertemiz namusları kirlet, yetimin elinden lokmasını al, işçinin alın terini sömür, kan emicilere taş çıkartacak hünerlerle insanların kanını em, kurduğun kirli dolaplarla insanların elinde avucunda ne varsa sen kendi havuzuna akıt… ondan sonra da huzur bekle, güven bekle. Yok öyle şey.

Her şeyin bir bedeli var. Huzurun da güvenin de. O bedeli ödemeyen Kisralar, Firavunlar, Nemrutlar, Tağutlar, Âhiller, Kağanlar, Sultanlar, İmparatorlar, Monarklar, Diktatörler… Ömer’in toprak damlı evinin yanı başında bir ağacın altında muhafızsız, bekçisiz uykuya dalamazlar. Onun bu uykudan aldığı huzuru saraylarında bulamazlar.

Selam sana ey Ömer! Toprak üzerinde uyuyan koca Ömer!

Haksızlara karşı salladığın kılıçtan etkin kamçınla bin kere var ol! İnsanlık ufkunda çok yaşa!

 
11.09.2012
GARİBCE

2 yorum:

  1. Ayaklarının tozu olsak... Rabb'imiz bizleri affeyleye...

    YanıtlaSil
  2. Hz. Ömer'in ihtiyar yahudiyle ilgili tavrı beni etkiledi... :-)
    selamlar sayın Mehmet Hocam. İsmail Taşpınar

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...