Hz. Peygamber’in Ömer b. el-Hattab’ın Müslüman olması için hakkında özel dua ettiği biliniyor.
O, “Ya Rabbi Ömer b. el-Hattab ile Ebu Cehil’den hangisi sana daha sevimli ise onu Müslüman eyle” diye dua etmişti[1] ve duası Ömer lehine kabul buyrulmuştu.
Müthiş bir cevherdi. İşlenmeyi, mayalanmayı bekliyordu. Kızkardeşi Fatıma’nın yüzüne akşettiği tokatın gönlüne sıçrattığı çıngılar, yüreğindeki potonsiyeli tutuşturmaya yetmiş, akabinde Hz. Peygamber’in dizlerinin dibinde getirdiği şehadet ve onun nebevi bakışına mazhariyet sayesinde bir anda beklenen hasıl olmuş ve o artık “olmuş”tu.
O, “Fâr”uk” idi. Hak ve hakikat onun elinde ve dilinde ortaya çıkardı. Gerçekliğin aydınlanıp ortaya çıkması için bütün himmetini ortaya koyar ve yapılması ne gerekiyorsa, yapardı. Kendisine “el-Fârûk” lakabının verilmesi işte bu ayrıcalıklı yönü sebebiyle idi.
Hz. Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştu: “Eğer benden sonra bir nebi gelecek olsaydı, o elbette ki Ömer olurdu”[2] Çünkü o, peygamber değildi ama onlara ait özelliklere sahip bulunuyordu. İç dünyası okadar aydınlıktı ki gerçekliklerin şavkı orada tecelli ediyor ve bir çok şey ona malum oluyordu.
Çünkü o “muhaddes”di.
Hz. Peygamber “Sizden önce geçen ümmetlerde muhaddesler vardı, eğer benim ümmetimde de varsa, o mutlaka Ömer b. Hattab’dır” buyuruyordu.
İbn Hacer’e göre Hz. Peygamber bunu bir beklenti halinde söylemişti ve onun bu beklentisi de Hz. Ömer’in duruşunda, düşüncesinde, yaşantısında ve uygulmasında vücut bulmuştu. (Feth, VI, 516)
Muhaddes, kendisine vahiy olunmamakla birlikte vahiyle müeyyet kimseler gibi sözler eden, davranışlar ortaya koyan kimse demektir.
Aşkın bilginin insanlık dünyasına mal edilmesinin birçok yolu vardır: Bunların en üst derecesi “vahiy”dir.
Sonra sırayla elçinin “ruha üflemesi”dir.
Arıya vahiy gibi “ilham”dır.
Uyurken gösterilme şeklinde olursa “rüya”dır. Sâlih rüya nübüvvetin kırk altı cüzünden biri sayılır.
Kalbe doğma, ayan olma şeklinde olanı ise “hads” dir. Buna mazhar olanlara “muhaddes” denir. Ve Ömer bunun en belirgin örneklerinden birini teşkil eder.
Onun bu özelliğinin bir yansıması olarak onun çok sayıda “Muvâfakât-ı Ömer” adı verilen bizzat kendi düşüncesi ya da sözü doğrultusunda Kur’an’da yer alan ayetler bulunmaktadır.
O öyle bir zamanda ve yerde öyle tedbirler alıyor, öyle sözler söylüyor, öyle görüşler bildiriyordu ki, onlar birer birer Kur’an’da yer alıyordu.[3]
Dilimizde bu anlamı çağrıştıran bir tabir vardır: “Abdala malum olmak!”
Çoğu bu sözdeki abdal’ı aptal olarak anlıyor ve öyle kullanıyor. Öyle olunca da tabir olumsuz bir anlam taşıyor hale geliyor. Oysa bu sözdeki abdâl, sözlük anlamı ardıl, karşılık, ıvaz demek olan “bedîl” sözcüğünün çoğulu olmalı ve dünya ümurunda tasarrufta bulunduğuna inanılan seçkin kullar (evliya) anlamında olmalıdır. Bunlar saf gönül ayineleriyle mutlak geçekliğin kendilerinde inıkas etmesi mazhariyetine ererler ve başkalarında olmayan bir öngörü, önsezi sahibi olurlar ve bu özellikleriyle de dikkat çekerler.
İşte Hz. Ömer bir “muhaddes” olarak gönlünü aşkın gerçekliklere açabilmiş ve onun yansımaları ile, elinde bulundurduğu yönetim erkinin de yardımıyla bütün dünyaya nizamat vermiş, ümmî karakterli bir şeriattan, bütün dünyayı kucaklayabilecek, onları dünya ve ahiret saadetine ulaştırabilecek bir fıkhın temellerini atmış, onlara birer sütun mesabesinde olacak İbn Mesud’ları da yetiştirebilmişti. Ebu Hanife, onun attığı tohumların yeşermesi sonucu İslâm dünyasının ekseriyetinin hukuk ihtiyacını karşılayan bir mezhebin imamı olmuştu. Kafası onun kafası, reyi onun reyi idi.
Hiçbir yöneticiye nasip olmayan bir mehabeti, saygı ve ağırlığı vardı. Hz. Ali, bu özelliğini ifade için “Le dirretü Ömer ehyeb min seyfiküm = Ömer’in kamçısı, sizin kılıçlarınızdan çok daha etkiliydi” diyordu. Onun kamçısını göstermesi, insanların hizaya gelmesi için yetiyordu. Kılıca gerek yoktu. Ondan çekiniyorlardı, fakat sevgileri daha baskın geliyordu. İnsanlığın gönlünde taht kurmuştu. Koruma duvarlarına ihtiyacı yoktu. Bulduğu bir gölgede toprak üzerinde uyur, hayatın tadını çıkarırdı. Gelen elçiler onu o vaziyette bulduklarında haline imrerlerdi:
“Yönettin, adaleti tesis ettin, emniyet duydun şimdi de böyle tadını çıkarırsın uykunun”[4] diye gıptalarını dile getirirlerdi.
Hattab oğlu Ömer’i Hz. Ömer yapan özellik işte buydu.
Garibce işte buna sebep ona büyük bir hayranlık duyuyor.
Allah rahmet eylesin.
Bizi de onun yolunda başarılı kılsın!
Dua ile!
10.09.2012
GARİBCE
[1] اللَّهُمَّ أَعِزَّ الدِّينَ بِأَحَبِّ هَذَيْنِ الرَّجُلَيْنِ إِلَيْكَ ، إِمَّا عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ وَإِمَّا أَبُو جَهْلِ بْنُ هِشَامٍ مسند البزار 18 مجلد كاملا - (1 / 400)
[2] عن عقبة بن عامر الجهني رضي الله عنه قال : سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول : لو كان بعدي نبي لكان عمر بن الخطاب رضي الله عنه. معاني الأخبار للكلاباذي 384 - (1 / 283)
[3] تفسير البغوي - (1 / 147)
قال عمر بن الخطاب رضي الله عنه: "وافقت الله في ثلاث، أو وافقني ربي في ثلاث -قلت يا رسول الله لو اتخذت مقام إبراهيم مصلى؟ فأنزل الله تعالى { وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى } وقلت يا رسول الله: يدخل عليك البر والفاجر فلو أمرت أمهات المؤمنين بالحجاب؟ فأنزل الله عز وجل آية الحجاب، قال وبلغني معاتبة النبي صلى الله عليه وسلم بعض نسائه فدخلت عليهن فقلت لهن: إن انتهيتن، وليبدلنه الله خيرا منكن، فأنزل الله تعالى: "عسى ربه إن طلقكن أن يبدله أزواجا خيرا منكن" (1) الآية( 5-التحريم ).
[4] تفسير الشعراوي - (1 / 5313) « حكمتَ ، فعدلْتَ ، فأمنت ، فنمْتَ يا عمر »
Not: Bu yazı, eski dekanlarımızdan Mustafa Fayda hocanın "Beni okuması" sonucu bir bereket olarak ortaya çıktı. Kendisine hayırlı uzun ömürler dilerim.
YanıtlaSilHocam acaba fikihla istigal edenler mi Hz. Omer'e ozel bir hayranlik duyuyor yoksa sizden ders okumus olanlar mi? :)
YanıtlaSil