Efendim, muhabbete doyum olmaz, demişler. Biraz da biz edelim.
Haseki’nin üç sacayağından biri olan Üstad Mehmet Savaş Hoca anlatırdı. Allah uzun ömürler versin. O zamanlar dersler Arapça olarak takrir edilirdi. Anadili Arapça olmayan bizler için ders saati boyunca Arapça anlatılan dersi dinlemek tabii ki zor ve bazen de sıkıcı olurdu. Savaş Hoca arada bir anlatmış olduğu fıkralarla, nüktelerle bu havayı yumuşatmasını da bilen hocalarımızdandı.
Hocanın harika bir hitabet gücü vardı, bilgisiyle, birikimiyle, tecrübesiyle de birleşince ayrı bir güzellik arz ederdi.
Onlardan biri de Geldi Kafiye Gitti Safiye kabilinden bir örnekti. Demek ki benzer kültür Arap dünyasında da var.
Halife’nin biri edebiyat heveslisi imiş, fakat çok da becerdiği söylenemezmiş. Ama hevestir bu ya yazdığı nameleri hep kafiyeli yazmaya çalışırmış. Bir gün Kum şehrinde görev yapmakta olan bir valisine mektup yazarak ona bir şeyler emretmek istemiş ve mektubuna başlamış: “Eyyühâl-vâlî bi Kum!” demiş ve fakat arkasını bir türlü getirememiş. Koskoca padişaha hiç nameyi yarım bırakmak yakışır mı, arkasından eklemiş: “Azelnâke fe kum!”
Namenin Garibce tercümesi şöyle:
“Bre Kum valisi dinle vallah! Makamından azlettik, haydi yallah!”
Halife değil mi atar da atar da!
(Birincisi atamaktan, ikincisi atmaktan, bizimkisi kafiyeden öte bir şey oldu.)
Şimdi gelelim bizim “Geldi kâfiye gitti Sâfiye” edebiyatına:
Bu konuda birbirine ters iki rivayet var: Birincisine göre sözün aslı Geldi Safiye Gitti Kafiye şeklindedir ve öyküsü şöyledir:
Şiir meraklısı bir adamın Safiye adında bir karısı varmış. Adamcağızın şiir merakının aksine, bu Safiye Hanım şiirden hiç anlamaz, haz etmezmiş. Anlamayı bir kenara koyun, kocasının şiirle meşgul olmasına “beyhude zanaat” diyerek karşı da çıkarmış. Adam karısının çarşıya pazara çıktığı bir günü fırsat bilerek, şiir yazmaya koyulmuş. Bir mısra, iki mısra derken epeyce yazmış. Tam şiiri bitirecek son mısranın kafiyesini tamam etmek üzere iken, kadın içeriye girmiş. Girmesiyle de “Ah kör olasıca, yine mi çiziktirirsin” demiş. Kafası karışan adam, kafiyeyi unutuvermiş. Kalemi kâğıdı atıp: “Geldi Safiye, gitti kafiye” demiş.
Bu izaha göre Geldi Safiye Gitti Kafiye deyimi, dikkat gerektiren bir işle uğraşan birinin, başkası tarafından dikkatinin dağıtıldığını belirtmek için kullanılır.
(www.turkcede.org/deyim...-/618-geldi-kafiye-gitti-safiye.htm)
Öbür rivayete göre ise dizesine kafiye bulayım derken, karısından olan şairin öyküsünden çıkmış bir deyimdir.
Eski şairlerden birisi "sabaha dek okşadım seni" dizesine uyak (kafiye) aramaktadır. Düşünür, taşınır fakat bir türlü bulamaz. Karısı Safiye akıllı ve bilgili bir kadındır. Kocasından ayrılmak ister ama bir türlü boşanamaz. Düşünceli halini görünce kocasına sorar:
"-Efendi, ne düşünüyorsun?"
Kocası derdini anlatır. Safiye şöyle bir düşünür,
"-Buldum" der:
"Sabaha dek okşadım seni
Sabahleyin boşadım seni."
- Aferin karıcığım, iyi buldun kafiyeyi. "boşadım seni" diye söylenir adam. Bunu duyunca fırsat kollayan kadın "Beni boşadın!" diye çıkar gider.
Zavallı şair, kendi kendine şöyle mırıldanır:
"Geldi kafiye, gitti Safiye."
Eski şairlerden birisi "sabaha dek okşadım seni" dizesine uyak (kafiye) aramaktadır. Düşünür, taşınır fakat bir türlü bulamaz. Karısı Safiye akıllı ve bilgili bir kadındır. Kocasından ayrılmak ister ama bir türlü boşanamaz. Düşünceli halini görünce kocasına sorar:
"-Efendi, ne düşünüyorsun?"
Kocası derdini anlatır. Safiye şöyle bir düşünür,
"-Buldum" der:
"Sabaha dek okşadım seni
Sabahleyin boşadım seni."
- Aferin karıcığım, iyi buldun kafiyeyi. "boşadım seni" diye söylenir adam. Bunu duyunca fırsat kollayan kadın "Beni boşadın!" diye çıkar gider.
Zavallı şair, kendi kendine şöyle mırıldanır:
"Geldi kafiye, gitti Safiye."
(www.eksisozluk.com/show.asp?t=geldi+kafiye+gitti+safiye)
Bu ikinci izah şeklinin farklı bir versiyonu daha var:
Safiye adındaki bir kadın kocasıyla her şartta her durumda birbirlerine kafiyeyle hitap ederlermiş. Bir gün adam celallenmiş, bağırıp çağırıyor. Kocasından hep boşanmak için fırsat kollayan Safiye hanım kocasını tam da istediği vartaya düşürmeyi tasarlayarak güya onu sakinleştirmek için diyor ki:
- Hoş ol bey. Hoş ol.
Safiye adındaki bir kadın kocasıyla her şartta her durumda birbirlerine kafiyeyle hitap ederlermiş. Bir gün adam celallenmiş, bağırıp çağırıyor. Kocasından hep boşanmak için fırsat kollayan Safiye hanım kocasını tam da istediği vartaya düşürmeyi tasarlayarak güya onu sakinleştirmek için diyor ki:
- Hoş ol bey. Hoş ol.
Adam safiyane kafiye bulmaya çalışıyor: Hoş ol’a ne uyar. Coş ol, moş ol, koş ol, loş ol… hiçbiri olmuyor. Sonunda buluyor: “Boş ol” ve hemen cevabı yetiştiriyor:
“- Sen de benden boş ol!”
Tuzağını kurup da avını pusuda bekleyen avcının tavrıyla kadın hemen pılısını pırtısını topluyor ve evden çıkıp gidiyor.
“- Sen de benden boş ol!”
Tuzağını kurup da avını pusuda bekleyen avcının tavrıyla kadın hemen pılısını pırtısını topluyor ve evden çıkıp gidiyor.
Olup biteni şaşkın bakışlarla izleyen adam, kendisini terk eden karısının ardından bu kez tam da kafiyeli bir biçimde söyleniyor:
Geldi kafiye! Gitti Safiye!
Geldi kafiye! Gitti Safiye!
“Misâk-ı galîz”in gaydasına (kaideden bozma) gelen bir söz ile bozuluvermesi haydi edebiyatımızda yer bulsun. Ama bunun fıkhımızda da yer alması ve buna Hz. Peygamber’in “Üç şeyin ciddisi de ciddîdir, şakası da ciddî: Nikah, talak ve talaktan dönüş[1]” gibi hadislerinin delil olarak kullanılması üzerinde yeniden düşünmek lâzımdır. Erzurum’un en büyük fakihlerinden sayılan Osman Bektaş hoca tiyatroda rol icabı kıyılan nikahların geçerli olacağını ve küfrü gerektiren sözler söylemenin kâfir olmayı gerektireceğini söylerdi. Hoca bu cevabını, tam da fıkıh kitaplarının ortasından söylerdi. Allah rahmet eylesin.
Fakihlerin söylediklerinin hayatta neden makes bulmadığı konusunda işte bir örnek daha. “Vurun şuna yüz değnek!” diyen padişaha mahkum demiş ki: “Padişahım! Sen ya sayı saymasını bilmiyorsun, ya da hayatında hiç değnek yemek nedir onu bilmiyorsun!
Sahi evlilik Allah’ın nitelediği gibi bir “misâk-ı galîz” midir (Nisâ 4/21). Mîsâk, ahid, and demektir. Galîz de ağır, büyük anlamındadır. Böyle bir misak-ı galîz ile kurulan bir birlikteliğin, taraflardan birinin gaydasına gelmiş ve öylesine söylenmiş bir söz ile bitivermesi, bunca emek verilerek, zahmet çekilerek kurulan bir yuvanın bir üfürükle yıkılıvermesi ve çoğu kez de bu yıkıntının enkazı altında kanatları altına almış olduğu çocuklarıyla birlikte kadının kalması gibi bir sonucu tevlit edecek anlayışlar üzerinde yeniden kafa yormak gerekiyor. Tabii kafası olanlar yapacak bunu.
Orucum bozuldu, ne lâzım gelir? El-Cevap: Altmış bir gün.
Herkes zor olanı söyleyebilir. Hüner, kolay olanı söyleyebilmektir.
Dua ile!
08.09.2012
GARİBCE
Mehmet Savaş Hoca
Osman Bektaş Hoca (Efe)
[1] سنن أبي داود ـ محقق وبتعليق الألباني - (2 / 225) عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- قَالَ « ثَلاَثٌ جِدُّهُنَّ جِدٌّ وَهَزْلُهُنَّ جِدٌّ النِّكَاحُ وَالطَّلاَقُ وَالرَّجْعَةُ ».
Mehmet Eser: Hocam Allah razı olsun. Keyifle okudum. Sonundaki mesaj da eleştiri de çok yerinde...
YanıtlaSilAllah razı olsun hocam
YanıtlaSil