16 Eylül 2012 Pazar

Hintlilerin okuduğu ezan bu kadar mı Türkçe olur! (II)

 

Dininizin kıymetini bilin!

 

“Hintlilerin okuduğu ezan bu kadar mı Türkçe olur?” başlıklı yazımızla ilgili A. Kahraman hocamız “Hocam tam heyecanlı yerinde bırakmışsınız, arkası yarın mı? Karın ağrısı ne oldu, camide neyle karşılaştınız.”  şeklinde sorularla bir yorumda bulunmuş.

Bu vesile ile Kur’an’da yer alan kıssaların farklı biçimde tekrarlarının hikmeti aklıma geldi. Zannedilir ki kıssalarda tekrar var. Oysa, sevk maksadı dikkate alınarak sunulan bir anlatım var. Yani ne amaçlanmışsa onu vermeyi sağlayacak şekilde bir anlatım. Bu zaviyeden bakıldığında tekrardan bahsedilmez. Olay aynı olay olsa da verilmek istenen mesaja göre anlatımı başka başka olur.
O yüzden Garibce yazının amacını dikkate alarak aslında konuyu bitirmişti. Çünkü amaç Ezan’ın gurbet diyarında farklı bir dilin konuşulduğu yabancı bir ülkede üzerinde bıraktığı etkiyi vermekti.
Maamafih madem böyle bir talep de var. Devamını da anlatalım: 
Sevinçle çarpan bir yürekle, merakla karışık bir heyecanla ezanın yükselmekte olduğu binanın (caminin) önüne geldim. Bir soru üzerine de belirttiğim gibi arkamda beni gölge gibi takip eden ve beni huzursuz eden karın ağrısı, belki de o içinde olduğum vehmin gözümde büyüttüğü bir hayaldi, vuslatla ortalık aydınlandı ne hırsız kaldı ne at sineği... Bu vesile ile Yüce Allah’a lütfünden dolayı bir kere daha hamdolsun.
Binanın ön tarafında baktım aynen bizim buralarda olduğu gibi musluklar ve önünde üzerine abdest alırken oturmak üzere yapılmış sıra sıra beton oturaklar var. İyi dedim, demek burada da benzer şeyler var. Sonra içeri daldım. Sergi olmadığı için ayakkabımı çıkarmadım. Oradan biri bağırarak beni ikaz etti ve ayakkabılarımı gösterdi. Ben anladım, demek ayakkabıları çıkarmam lazımmış dedim. Sergi olmadığı için bu halimle aslında ben bir hata etmemiştim ama, demek ki orada adet öyle imiş. Adamdan yediğim zılgıt o kadar hoşuma gitti ki, çünkü benim ülkemi hatırlatıyordu, olur olmaz her şeye müdahale etmeyi kendilerine vazife bilen hacı efendilerin tavrı aynısıyla orada da demek ki mevcuttu. Biz ne kadar da çok bize benziyorduk. Neyse daha iç kısımda sergi de vardı ve yatsı cemaati oluşmuş, yirmi kadar bir cemaat toplanmış namaz kılıyorlardı. Orada insanlar Hanefi mezhebi üzere imişler. O yüzden kıldıkları namaz da aynen bizim namazlar gibi Türkçe idi. İmam olan kişinin kıraati düzgündü. Namazdan sonra Arapça konuştuk, hoş beş ettik. Sonra da ben hatıra olsun diye birlikte bir fotoğraf çekilelim dedim. İmam “et-Tasvîr haram” diye yanaşmadı. Oradaki diğer cemaatten bir kaçı ile birlikte çekildik.
İmam belli ki Suudi Arabistan’da tahsilini yapmıştı ve oradaki Selefi tavrı benimsemiş, kendi ülkesinde de aynen uygulamaya çalışıyor olmalıydı.
Benzer tavrı Tac Mahal’in hemen yanı başındaki camiin imamı da göstermişti. Cami içinden Tac Mahal’in en güzel görüntülerini alabileceğim yerleri göstermesine ve bu anlamda bana yardımcı olmasına rağmen bir hatıra fotoğrafı çektirme talebimi o da “Haramdır!” diye geri çevirmişti.
Bu hocalar beli ki kendi iklimlerinde, kendi kültür havzalarında tahsillerini yapabilme imkânlarından mahrum, o yüzden de Arabistan’a gidiyor olmalılardı. Orada da ne aldılarsa din adına, şimdi burada kendi ülkelerinde uyguluyorlardı. Asrın idrakine uyardı uymazdı zaten öyle bir dertleri de yoktu.
Her iki imamın da bu tavırlarını gördükten sonra kendi kendime dedim ki: “Dininizin kıymetini bilin!” Bundan maksadım kendi iklim havzamızda, kendi kültür kalıplarımız içinde, kendi öz geleneğimizin temsilcileri hocalarımızdan öğrenebilme imkânına sahip olduğumuz din idi. Belki birçoğumuz bunun farkında değiliz, ama bence bu küçümsenemeyecek kadar önemli bir kazanımdır bizim için.
Bütün olumsuzluklara, eksikliklere rağmen Türkiye’de din tahsili iki kanatlı olarak yürüyebilmiştir. Umarım bir gün kanatlanıp uçabileceği bir kıvama da gelir, önündeki badireleri aşar ve engin ufuklara açılır. Hem din hayat bulur, hem de ona hayatlarında yer verenler huzur bulur.
Asırlardır yatağını şaşırmış olan su yeniden yatağına döner.
Yatağında akan su etrafı tutmaz. Üzerine kurulan değirmenleri döndürecek, dinamoları çalıştıracak güce sahip olur. Oradan elde edeceğiniz enerjiyle yeni pek çok kazanımlar elde edebilir hale gelirsiniz. Oradan hayatınıza açacağınız kanallardan su almanız ve kuruyan topraklarınıza yeniden hayat vermeniz mümkün olur.
Oysa yatağını bulamayan su, her tarafı tutar ve sadece etrafı berbat eder, hiçbir şeye yararı olmaz.
Dininizin kıymetini bilin!
Vesselam!

16.09.2012
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...